RAMAZANLARIMIZ

A. YÜKSEL ÖZEMRE

Oruç Tutmanin Fazîletleri

Oruç tutmak Islâm'in temel ibâdetlerinden biridir. “Oruç tutmak” Hazret-i Âdem'den Hazret-i Muhammed'e kadar bütün peygamberler tarafindan ümmetlerine tavsiye edilmistir. Hazret-i Mûsâ da Hazret-i Isâ da oruç tutarlardi. Semâvî dinlerdeki bütün ibâdetlerde oldugu gibi orucun da: 1) maddî, ve bir de 2) mânevî yönü vardir.

Usûlüne uygun olarak tutuldugu takdirde maddî yönü itibâriyle islâmî oruç, pekçok tibbî incelemelerde de vurgulanmis oldugu gibi: 1) vücûdda 11 ayda biriken toksik maddelerin dogal olarak elenmesini kolaylastirir, 2) bâzi kimselerin dengesiz ve asiri beslenmesi sorununa bir aylik bir nefes aldirir, 3) hayatî fonksiyonlari icrâ eden organlarin dinlenip güçlenmesini saglar, 4) sinir sistemindeki iletisim pertürbasyonlarinin ortadan kalkmasina katkida bulunur ve bu iletisimi regülârize eder, ve 5) insanda “kuruntu”yu (yâni vehmi) azaltir.

Mânevî yönü bakimindan ise oruç: 1) insanin kendi nefsi üzerine egilip düsünmesine ve bu bakimdan idrâk sâhibi olmasina katkida bulunur, 2) açlik ve yoksulluk çeken hemcinslerinin durumlarinin berrâk bir idrâk ile idrâk edilmesini saglar, 3) bu bakimdan insanin merhamet hislerinin gelismesine ve hangi dinden olursa olsun insanlara sefkat ve müsâmaha ile yaklasmaya zemin hazirlar, 3) nefsin, kisinin hem kendi nezdinde ve hem de baskalarinin nezdinde kinanmasina sebep olabilecek asiri isteklerinin idrâk edilip bunlara gem vurulmasini saglar, 4) Yaratan'in bir emrini yerine getirmenin mutlulugunu bahseder, ve 5) nefsine gem vuramayanlardan çok farkli oldugunun idrâkinin verdigi mânevî huzurun, ve bu imkâni bahsederek kendisini korumus oldugu için Yaratan'a hamd ve sükür etmenin lezzetini tattirir.

Orucun edebine riâyet etmek ve hakkini vermek yalnizca bir inanç meselesi degil, ayni zamanda bir idrâk ve bir kültür meselesidir de. Elbette ki oruçlu oldugu zaman barut fiçisi kesilen, vara yoga sinirlenen, önüne gelenin kalbini kiran, yâni diline ve eline hâkim olamayan bir kimsenin Yaratan'in indindeki degeri ile oruçlu olmasina ragmen kendisinden ahlâkî ve içtimaî yönden bir eksiklik ya da olumsuzluk zuhur etmeyen yâni yalnizca aç ve susuz kalmak bakimindan degil fakat ahlâkî bakimdan da nefsine hâkim olan kimsenin degeri ayni olamaz.

Oruçlu iken açliga ve susuzluga tahammül etmekle beraber davranislarinda sabir, temkin ve îtidal gösteremeyen bir kimsenin oruç tutmasi dogru degildir. Onun Islâm'in bu kabil hasta kimseler için gösterdigi müsâmahadan yararlanip Seriat'in öngörmekte oldugu oruç kefâreti olarak her gün bir fakîri doyurmasi kendisi için daha hayirlidir.


Ramazan Sosyal Dayanismaya da

Katkida Bulunan Bir Aydir


Ramazan sosyal dayanismaya katkisi olan bir aydir. Bu ay boyunca zengini de fakiri de es, dost ve ahbaplarin iftara gelmelerini sofralarinin beti-bereketi sayarlardi. Bu iftar sofralari ise yalnizca oruç tutan müslümanlara degil herkese açik olurdu. Hattâ tam iftar vaktinde sokaktan geçen birisi herhangi bir evin kapisini çalip: “Iftara Tanri misâfiri kabûl eder miydiniz?” diye sordugunda derhâl sofraya ve hem de bas-köseye alinirdi.

Benim çocuklugumda pekçok kimse ermeni, yahudi ve rum komsulari ya da ahbablari için özel bir iftar dâveti yapardi. Ayrica bunlar, karsilikli tebriklesmek için muhakkak, biribirlerinin dinî bayramlarini, yortularini ve kandilleri de kollarlardi. Kurban bayraminda gayri-müslim dostlarin kurban payi özenle ayrilir ve evlerine kadar gönderilirdi. Bayram tebrikine gelen gayri-müslimlerin çocuklarina da bunlarin ziyâretleri bitip de ugurlanirlarken, tipki müslüman çocuklarina yapildigi gibi, bayram bahsisleri Pyramid marka mendillerin içine sarilmis olarak kapidan çikarken ceplerinin içine sokulurdu. Bu dostlarin ya da ailelerinden fertlerin vefâtinda ya da çocuklarinin vaftiz törenlerinde muhakkak kilisedeki törenlere seyirci olarak katilinirdi. Ayrica Paskalya, Noel ve Hamursuz günlerinde bu dostlardan o güne mahsûs hediyeler gelirdi. Biz boyali yumurtalarin yariya kadar gömülü oldugu o güzelim pandispanyalari hep heyecanla beklerdik.

Osmanli Imparatorlugu’nu çökertmek için Bati'lilarin Balkanlar'da ekmis olduklari milliyetçilik nifâkina ragmen meselâ: Istanbul'da rum, ermeni ve yahudiler; Izmir'de levantenler ve yahudiler; Kirklareli'de yahudiler; Amasya ve Kayseri'de ermeniler ve daha niceleri müstereken paylastiklari mutfak ve mûsikî kültürlerinin etkisiyle, ve kezâ ortak içtimaî örf ve âdetleri ve kezâ biribirlerinden kiz alip-vermeleri dolayisiyla müslüman türklerle çok iyi münâsebetler içinde yasarlardi. Ve bu içtimaî birlige Ramazan'in katkisi da büyüktü.

Bu güzel birligin ve karsilikli müsâmaha ve muhabbetin simdilerde, özellikle büyük sehirlerimizde, hayli aksamis oldugunu üzüntüyle müsâhede ediyoruz. Kanaatimce bunun üç sebebi bulunmaktadir:

1) 6-7 Eylûl 1955 olaylarindan sonra rum vatandaslarimizin çogu kabuguna çekilmis ve hattâ Yunanistan'a göçmüs bulunmaktadir;

2) Israil hükûmetinin iskân politikasi dolayisiyla pekçok mûsevî vatandasimiz, Cumhuriyet'in kendilerine karsi uygulamis oldugu bir dizi disarliyici politika sonucu, “Arz-i Mev'ud” dedikleri Israil'e göçmüslerdir.

3) Ayni durum ermeni ve süryânî vatandaslarimizin büyük bir bölümü için de geçerlidir.

4) Cumhuriyet'in ilânindan sonra zuhur eden ve her askerî darbenin pesinden tahkim ederek sürükledigi, dar görüslü bir milliyetçilik kavrami bu vatandaslarimizla birligimizi zedelemis ve arka plânda da bunlara Türk vatandasi gözüyle degil de alelâde bir ekalliyet gözüyle bakmistir. Son seçimler hâriç tutulursa, 1960’dan itibaren otuz küsûr sene Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne milletvekili olarak bir tek gayri-müslim seçilmemistir. Bununla beraber hâlâ Anadolu ve Trakya'da, bu vatandaslarimizla aramizdaki iliskiler Ramazan aylarinda dostluklari pekistiren bir havada sürüp gitmektedir.

Kur'ân-i Kerîm'de “Lâ ikrâhe fi-d dîn” (Bakara Sûresi, 255. âyet) yâni “Dinde zorlama yoktur!” ve ayrica “Muhakkak ki îmân edenler için; yahudilerden, hiristiyanlardan ve sabiîlerden Allah'a ve Âhiret gününe inanip da iyi islerde bulunanlar için Rabb'lerinin indinde hayrlar vardir; onlara herhangi bir korku yoktur ve onlar mahzûn da olmayacaklardir” (Bakara Sûresi, 62. âyet) ilâhî hükümlerini idrâk etmesini bilmis olan müslümanlar, her türlü taassubdan uzak bir sekilde, bu vasiflara uyan gayri-müslimlere daima muhabbet ve anlayisla yaklasmislar, bunlarla saglam dostluklar kurmuslar ve karsilikli yardimlasma içinde beraberce yasamislardir. Fakat ne yaziktir ki günümüzde bile, Kur'ân-i Kerîm'in bu açik hükümlerine ragmen, islâmî topluluklarin bâzilarinda taklitçi bir din uygulamasinin verdigi tembellikle bu âyetlerin hükümlerinden haberdâr olmadan diger din mensublarina asabî bir tutum sergileyen nice gafiller bulunmaktadir.

Iste Ramazan ayi insanin kendisi ve çevresi hakkinda derin bir tefekküre dalmasi ve bunun sonucu olarak da gerek kendisi gerekse hemcinsleri hakkinda Kur'ân-i Kerîm'in koymus oldugu sinirlar içinde kendisini yeniden sekillendirecegi mubârek bir firsat olarak karsimiza çikmaktadir. Bu mubârek ayi bos yere degil de böylesine bir “sahsiyet yenilenmesi” ayi olarak degerlendirmesini bilenlere ve bunu gerçeklestirebilenlere ne mutlu!

Kaynak: Umran dergisi

@ Ekrem Yolcu