Selahaddin Eyyubi,
Kudüs
ve Haçlilar
M. Ismail Çolak - Temmuz - 2002 Yeni Dünya-104
Kudüs ve Filistin, Nazilere sapka çikarttiran gaddar Siyonistlerin ve azmettiricisi
Batili emperyalistlerin zulmüne ve soykirimina sahne olmaktan ne yazik ki
kurtulamiyor.Osmanli'nin elinden çiktigindan beridir kutsal topraklarin hüzün ve
esâreti bitmek bilmiyor. Zuhur eden yürek parçalayici hâdiseler dün oldugu gibi bugün
de Müslümanlara sürekli Selâhaddin-i Eyyûbî'yi hatirlatiyor ve ona mersiyeler ve
serenatlar yagdirmaya vesîle oluyor. Biz de bu münâsebetle, "Sark'in en sevgili
Sultani" Selâhaddin'in Kudüs'e olan müthis tutkusunu, Onu Haçli tasallutundan
kurtarmak gâyesiyle tesebbüs ettigi büyük cihâdini, Dogu ve Bati Alemi'nde efsânelesen
kahramanligini, dillere destan seciyesini ve hâsili bunlarin günümüze mâtuf mânâ ve
ibret dolu yansimalarini, biraz daha derinlemesine kaleme almaya çalisacagiz.
Kudüs'ün Fethine Giden Yol
Selâhaddin-i Eyyûbî, 1167'de amcasi Sirkuh (Musul Atabeyi Nureddin Mahmud b. Zengi'nin
önemli bir komutani) ile beraber Siî Fâtimî hâkimiyetine son vermek amaciyla çikilan
Misir Seferinde, onun yardimcisi sifatiyla kendini ilk kez tarih sahnesinde göstermisti.
Sefer esnâsindaki el-Bâbeyn Meydan Muharebesi ve Iskenderiye Muhasarasinda sergiledigi
basarilarla göz dolduran Selâhaddin, ilerisi için büyük ümitler vâdeden bir emir
oldugunu herkese ispatlamasini bilmisti. 1169'da Mahmud Zengi, büyük bir orduyla
Kahire'yi fethedip, idâreyi vezir tâyin ettigi Sirkuh'a birakacakti. Ancak Sirkuh çok
yasamayacak; yerine 26 Mart 1169'da ittifakla Selâhaddin Eyyûbî getirilecek ve ayni
zamanda Nureddin'in ordu komutani da olacakti. Iste bu tarihten sonra Selâhaddin,
kendisinden tarihin bekledigi esas rolleri îfâ etmeye baslayacakti. Eylül1171'de
Nureddin'in emriyle, Misir'da Fâtimî hâkimiyetini ve hilâfetini nihâyeteerdirecek ve
Islâm Dünyasi'ni tehdit eden/bölen Siî-Bâtinî tehlikesini bertaraf edecekti. Ayrica,
Câmiü'l-Ezher'deki Fâtimilerin propaganda merkezini kapatarak, Sünnî akideyi yaymak
için medreseler açma yoluna da gidecekti.
Bu arada Selâhaddin, hep Nureddin adina hareket ediyor ve tâbiiyetini sürdürüyordu.
15 Mayis 1174'te Nureddin ölünce, devlette saltanat kavgasi bas göstermis; Emirler, Haçlilarla
mücadele edecek yerde birbirlerine düsmüstü. Selâhaddin, Sam'dan gelen dâvet
üzerine Ekim 1174'te Misir'dan ayrilacakti. Muhaliflerini saf disi ettikten sonra 6 Mayis
1175'te istiklâlini ilan edecek ve adina hutbe okutup para bastiracakti. Böylelikle,
kendisinin ve kurucusu oldugu Eyyûbî Devleti'nin siyasî gelecegi yeni bir dönüm
noktasina girecekti. 1186 yili Mart ayina kadar Halep ve Musul Atabeyliklerine hükümranligini
kabul ettirmesiyle Trablusgarp'tan Hemedan'a kadar olan Islâm topraklari Selâhaddin'in
hâkimiyetine geçecekti. Nureddin Zengî'nin ölümüyle parçalanan Islâm birligi böylece
daha da kuvvetlenmis olarak yeniden saglaniyordu. Artik sartlarin olgunlasmasiyla, Kudüs'ün
fethi için de yavas yavas kapi aralanacakti.
Selâhaddin'in Kudüs'e Meftûniyeti
Hiristiyan Bati Alemi, Kudüs'ü kurtarmak gâyesiyle, tarihin o en barbar taarruzu olan
"Haçli Seferleri"ne start vermekte gecikmemisti. Haçlilar, Hz. Ömer'in
638'deki Yermuk Zaferinden 460 yil sonra, I. Haçli Seferi sonunda (1099) Kudüs'ü ele
geçirip, bir krallik kurmaya muktedir olacaklardi. Vahsî Haçlilar, geçmiste bir
benzeri daha görülmemis canavarlik numunelerini gösterime sunmaktan zerrece çekinmemislerdi.
Yapilan hunharliklar sirasinda, sehrin su tanklari kana bulanacak kadar sokaklarda 3 gün
boyunca oluk oluk kan akmis, mâbetlerde bile yüz binlerce Müslüman acimasizca
katledilmis ve pek çok yerde ölüler dev piramitler hâlinde yigilip yakilmisti.
Kisacasi, irtikap edilen vahsîlikler, yamyamlari dâhi hicâba sevk edecek ölçüde
korkunç ve târifsizdi.
Selâhaddin Eyyûbî, aradan 88 yil geçmesine ragmen, Kudüs'ün Haçlilarin tahakkümü
altinda bulunmasini bir türlü içine sindirememisti. Islâm'in ilk kiblesi ve Kâinatin
Efendisi Hz. Muhammed'in (s.a.v.) Miraç'a yükseldigi mukaddes beldenin, Haçli
sultasinda bulunmasini kabullenemiyordu. O kadar ki, Sultan Selâhaddin'in âdetâ bir
mecnun gibi dolastigi; yemegi ve uyumayi unuttugu; gülmeyi, zevk ü sefâyi kendine haram
ettigi ve Kudüs'ün fethine dek hep çadirda kaldigini tarih hazin bir biçimde kaydetmistir.
Bahaüddin b. Seddad, Selâhaddin'deki bu derin hicrani su muhtesem sözlerle sâhikalastirmisti:
"O, Kudüs hakkinda o kadar gamli idi ki, onun bu gam ve kederini daglar
kaldiramazdi. O, çocugunu kaybetmis bir ana gibi sasirmis kalmisti. Atini bir yerden bir
yere kosturup Müslümanlari, Kudüs'ü kurtarmak için cihâda davet ediyordu. Dâimâ
hüzünle gözyasi döküyor, göz pinarlari hiç kurumuyordu. Hele Akka'ya baktigi zaman,
kendine bir türlü hâkim olamiyor, halkina yapilan zulüm ve iskenceleri hatirlamak
istemiyordu. Bogazina bir türlü yemek girmiyordu. O söyle diyordu: "Kudüs ve
Mescid-i Aksa, Haçlilarin isgâlinde oldugu müddetçe, ben nasil olur da gülebilirim,
sevinebilirim, istedigim gibi rahat yemek yiyebilirim ve hele gözüme uyku
girebilir?!"
Hittin'deki Büyük Zafer ve III. Haçli Hezîmeti
Selâhaddin, Kudüs Haçli Kralligi'na ilk büyük seferini 14 Kasim-9 Aralik 1177'de gerçeklestirmisti.
Yaklasik 10 yildir hasretle bekledigi zafer anini, nihâyet 1187'de Hittin'de yakalamisti.
Ortaya koydugu muazzam inanç, cesâret ve kahramanlikla Haçlilara hâdlerini bildirmis
ve Kudüs üzerindeki heveslerini inkisâra ugratmisti. Hittin'de Haçlilar, Dogu'ya
saldirdiklarindan beri ilk defâ bu denli agir bir hezîmete mâruz kalmislardi. Öyle ki,
Papa III. Urbanus kahrindan ölmüstü. Sultan Selâhaddin, devletini kisa sürede
bölgenin tek hâkim kuvveti durumuna getirmisti. Sultan'in yaninda harplere katilan ve
olaylari yaziya döken Imâdeddin, Hittin'in Islâm Tarihi'ndeki önemini söyle belirtmistir:
"Haçlilar, Dogu sâhillerine geldiklerinden beridir Müslümanlar, böyle bir zafer
kazanmamislardi. Diger hükümdarlarin yapamadigini Allah, Sultan'a nasip etti." 2
Ekim 1187 Cuma günü "Miraç Kandili'nde" kiliç hükmünde emanla Kudüs
teslim olmustu. Fethin ardindan Mescid-i Aksa'ya gelen muzaffer Sultan,
Haçlilarca tahrip edilen ilk kiblegâhi elleriyle süpürüp gül yagi ile yikamisti. Ilk
Cuma Namazi'nda, Zekiyiddin Ali el-Kurasi, fethin emsâlsiz mevkiini su hutbeyle taçlandirmisti:
"Allah, kullari arasindan sizi seçmemis olsaydi, bu fazileti kazanamazdiniz. Ne
mutlu size! Rasûlullah'in mûcizesi Bedir vak'alari, Hz. Siddik'in idealleri, Hz.
Ömer'in fetihleri, Hz. Hâlid'in hücumlari sizinle yeniden gerçeklesti! Allah Nebîsi
Muhammed (a.s.) sizi en güzel övgü ile övdü. Düsman içine dalarak gösterdiginiz
kahramanligin ecrini verdi. Ona yaklasmak için döktügünüz kanlari kabul etti. Size,
mutlu insanlarin karargâhi olan cenneti verdi." Kudüs'ün yeniden Müslümanlara
geçmesi, Haçli Alemi'nde öyle bir sok meydana getirmisti ki, hemen Papa'nin çagrisiyla
tüm Avrupali Devletler, fevkalâde kalabalik ve kuvvetli yeni bir haçli ordusu düzenlemekten
geri kalmamislardi. "Krallar Savasi" olarak da bilinen III. Haçli Seferinin
basinda, Alman Imparatoru Frederick Barbarossa, Fransa Krali Philippe Auguste ve Ingiltere
Krali meshur Arslan Yürekli Richard'in yani sira, söhretli komutanlar vardi. Bunlardan
Alman Imparatoru Barbarossa, Kudüs önlerine gelmeye muvaffak olamadan Silifke Irmaginda
bogularak can verecekti. Bir ara iki ordu arasindaki dengesizligi gören Sultan
Selâhaddin'in askerleri, çekingenlik göstermislerdi. Selâhaddin ise, su müthis sözlerle
azim ve cesâretlerini bilemeye kâdir olmustu: "Mâdem ki ölümden korkuyoruz;
niçin evlerimizde oturup çoluk çocugumuzla zevk ve sefâ içinde yasamiyoruz? Bizim
vazifemiz düsmanin azligini ve çoklugunu mukâyese etmek degil, onun karsisina çikmaktir!"
Netîcede Richard'in öncülügünde sulh istemek zorunda kalan Haçlilar, 1 Eylül
1192'de imzalanan anlasmayi müteakip çekilmislerdi. Selâhaddin, Haçlilari tek basina
perisan edip muhtesem bir ders daha vermeye ve hüsranla geri dönmeye mahkûm etmisti.
Selâhaddin sahsinda, Müslümanlarin üstünlügünü Haçlilara bir defa daha tasdik
ettirmis; Kudüs ve Ortadogu'daki Islâm varligini ortadan kaldirmanin mümkün olmadigini
tekrar ispatlamisti.
Ebediyete Ibret-nûmâ Irtihâli
Selâhaddin Eyyûbî, 1193'te 56 yasinda Sam'da vefat etti. Haçlilari târumar eden
Kudüs Fâtihi, ölüm dösegindeyken, emri geregince sehre dagilan münâdiler, mizraga
geçirilmis kefenini göstererek su ibret yüklü sözü haykirmislardi: "Ey ahâli!..
Sarkin hâkimi Sultan Selâhaddin ölmek üzeredir. Ahirete ancak su bez parçasini götürebilecektir.
Öyleyse, Allah'a kullukta gevseklik göstermeyin!.." Söhreti cihâna mâlolan Islâm
Mücâhidi vefat ettiginde, geride mîras olarak biraktiklarinin dünya nâmina hiçbir degeri
yoktu. Tüm mal varligi sundan ibâretti: 1 Misir dinari, 36 veya 37 Nasirî dirhemi. Koca
Sultan, zühd ve takva içinde kâmil bir hayat sürmüstü.
Selâhaddin'in Mürüvveti ve Efsânelesmesi
Selâhaddin, fetihlerden sonra gösterdigi müsâmaha, merhamet ve insanlikla, Haçlilari,
bidâyette isledikleri vahsetten ötürü utandirmisti. Magluplarin sefâletine gösterdigi
mürüvvet ve âlicenaplik her türlü senâya degerdi. Frenkler ve Latinlere, isterlerse
40 gün içinde Kudüs'ü terk etmelerine müsâade etmisti. Esirleri, fidyelerini
ödemeleri için fazla zorlamamis; 7 bin zavalliyi toptan 30 bin dinarla âzat etmeye râzi
olmustu. Ayrica, 2-3 bin kisiyi hiçbir bedel talep etmeden birakmaktan da kaçinmamisti.
Selâhaddin Eyyûbî'nin sergiledigi muhtesem insanlik manzaralari, hasimlari ve Avrupali
tarihçiler tarafindan bile takdirle karsilanmisti. Yerli Hiristiyanlar ve Mûsevîler
onun idâresini, Frenklerinkine tercih etmislerdi. Yüce Sultan bütün bunlarla, sâdece
Islâm Dünyasi'nda degil; Bati Alemi'nde de bir "Selâhaddin Efsânesi"nin dogmasina
sebebiyet vermisti. Avrupa'da yayilan efsâneler, onun sövalyelik ruhu, asâleti,
adâleti, cesâreti, mertligi ve kudreti etrâfinda yogunlasmisti. 13. ve 14. Yüzyillarda
Avrupa'da ondan bahseden pek çok Latince eser yazilmisti. Basta Erakles olmak üzere,
fazla sayida tarihçi, onu metheden kitaplar kaleme almislardi.
Selâhaddin-i Eyyûbî, Batililarin hâfizasinda engin bir hayranliga degecek kadar yer
etmesine karsilik, suur altinda derin bir kâbus uyandiracak kadar unutulmaz bir tesir de
birakmistir. Meselâ, Fransiz Generali Garo, 1920'deki Meyselun Savasi'ni müteakip Sam'a
girmis ve Sultan Selâhaddin'in kabrini teptikten sonra Ona, Haçli ruhuna tercüman olan
su müstehzî sözle seslenerek; Batililar adina sanki Hittin'in öcünü almak ve kabaran
öfkeyi bosaltmak istemisti: "Ey Selâhaddin! Haçli Seferi simdi bitti! Iste biz döndük!.."
Essiz Sahsiyeti ve Hafizalardaki Yeri
Sultan Selâhaddin, yüksek insanî meziyetlere mâlik, iyi huylu, cömert, âdil,
kültürlü ve müsâmahakâr bir yapiya sahipti. Türkçe, Arapça, Farsça ve
Kürtçe'yi bilen, iyi tahsil görmüs bir hükümdardi. Kur'an-i Kerim ve Ebû Temmam'in
Hamase'sini çok mükemmel bir sekilde ezberlemisti. Zamanindaki çesitli âlimlerden
hadis ve fikih dersleri almisti. Itikâdî mezhebi Es'arî, ameldeki mezhebi ise Safiî
idi. Edebî zevkleri üstün, tarihî mâlumati engindi. Verdigi sözü tutar, insanlarin
kendisine güvenini sarsmamaya titizlikle gayret ederdi. Adâlete ehemmiyet verir, gerektiginde
kendisi de hâkim karsisina çikmaktan sarf-i nazar etmezdi.
Engin tevâzuu, hilmi, hosgörüsü ve cömertligi "Onunla oturan bir sultanla
oturdugunun farkina varmaz; bir arkadasiyla oturdugunu sanirdi. Anlayisli, hatalari
affeden, dindar, temiz, samîmi bir kimseydi. Kusurlari görmezden gelir, kizmazdi. Mütebessim
davranir, yüzünü asmazdi. Bir sey isteyeni, eli bos çevirmezdi." Devrin büyük
âlim ve düsünürü Abdüllâtif el Bagdadî'nin, Selâhaddin'i ziyareti münâsebetiyle
sarfettigi satirlar ise en az yukaridakiler kadar çarpici: "Huzuruna vardiginizda gözleri
heybet, kalpleri muhabbetle dolduran bir hükümdar gördüm. Insanlar Onda,
Peygamberlerde görülen meziyetlere benzer seyler görüyorlardi. Iyi-kötü,
Müslim-Gayri Müslim herkes tarafindan sevilirdi."
Selâhaddin'e Bitmeyen Özlem!
Bugün Filistin'de, Selâhaddin gibi bir kurtaricinin çikmasi ve Islâm sancaginin Kudüs
semâlarinda yeniden sehbâl açmasi; zâlim Siyonistlerin ve suç ortagi Batililarin hâlâ
kâbusudur. Lâkin, Kudüs ve Filistin topraklarinin, istiklâl için Selâhaddin gibi
kahramanlara ve liderlere muhtaç oldugu da mutlaktir. O, bu anlamda bir
"sembol" ve "timsâl" mevkiindedir. Kudüs, Selâhaddin Eyyûbî'sini
hasretle aramakta ve 'Çagin Firavunlarina' dur diyecek o sanli Fâtihinin çikacagi ani büyük
bir inkisarla beklemektedir. Bunu, Kenan Seyithanoglu'nun "Kudüs" siirindeki
özlem, nedâmet ve serzenis yüklü su efsunkâr ifadeler ne müthis bir sekilde
bayraklastiriyor:
Her vuslata mehtap olmus beldeye bak!
Eyvah! Yaliyor ufkunu bir kanli safak
Sabret Kudüs'üm silmek için gözyasini
Elbet bir Ömer bir Salâhaddin çikacak.
Kaynaklar:
1)Ramazan Sesen, Salahaddin Devrinde Eyyubiler Devleti, Ist.1983, I.Ü.E.F. Yay.,
s.59-67.; 2)Ramazan Sesen, Salahaddin Eyyubi ve Devlet, Ist.1987, Çag Yay., s.95-200.;
3)Dogustan Günümüze Büyük Islâm Tarihi, c.6, Ist.1989, Çag Yay., s.329-342.; 4)Ah.
Djevad, Yabancilara Göre Eski Türkler, Ist.1978, Yagmur Yay., s.108-112.; 5)Necati
Kotan, Tarih Fikralari, Ist.1988, M.E.B. Yay., s.80.; 6)Ismail Çolak, Yeni Dünya
Düzeninde Osmanliyi Aramak, Ist.2000, Kirkambar Kit., s.37-38.; 7)M. Ismail Çolak,
"Barbar Kim?", Tarih ve Medeniyet Dergisi, Mayis 1999, Sayi: 62, s.24-27.; 8)M.
Ismail Çolak, "Kudüs'te Selâhaddin Olmak!", Anadolu Gençlik Dergisi, Mayis
2002, Sayi: 28.; 9)M. Ismail Çalik, "Batinin Barbar Yüzü: Haçli Seferleri",
Yeni Dünya Dergisi, Subat 2001 Sayisi, s.6-9.; 10)M. Ismail Çalik, "Vahsetin ve
Medeniyetin Gerçek Adresleri", Anadolu Gençlik Dergisi, Agustos 2001, Sayi: 19,
s.48-51.; 11)Burhan Bozgeyik, Meshurlarin Son Anlari, Ist.1993, s.205.; 12) Ibrahim Refik,
Tarih Suuruna Dogru, c.1, Ist.1994, s.111, c.2, Ist.1998, s.43.; 13)Muzaffer Tasyürek,
"Selahaddin-i Eyyubi", Semerkand Dergisi, Ekim 1999, Sayi: 10, s.37-38.;
14)Sizinti Dergisi, Aralik 1985, Sayi: 83, s.428-429; Mart 1993, Sayi: 170, s.69.;
15)Zaman Gazetesi, 19 Eylül 1992, s.8.
Kaynak: Miço'nun sayfasi
Geri |