.


YÖRESEL Mİ OLALIM YOKSA KÜRESEL Mİ?


Prof. Dr. Osman Eskicioğlu*


             Zaman değiştikçe insanların duygu ve düşünceleri, onların duygu ve düşünceleri değiştikçe de konuşmaları, söz ve kelimeleri değişir. Böylece dil yenilenip değişince hareket ve davranışlar da değişir. İnsanlık âlemi XV. Asırdan buyana tabiatı sadece görünen yüzü ile okuyan ve anlatan yeni bir alfabe ile karşı karşıya gelmiştir. Bu Rönesans alfabesi sadece fizik, beden ve maddenin dili olduğu için insanın teori ve pratiği, düşünce ve uygulaması hep tek taraflı olmuştur. Birileri düşünmüş düşünür olmuş, diğerleri de uygulamıştır; düşünenler uygulamamış, uygulayanlar da düşünmemişlerdir. Yani böylece hayat tarafçı olma ve taraf tutma üzerine kurulmuş olup hep tek taraflı olma ve tarafgirlik yapma sanki esas olmuştur. Hâlbuki toplumda esas olan adalet ve zulüm taraftarlarının bulunduğu bir yerde adalet tarafında yer almaktır. İşte bu gün toplumlarda  yörecilerle kürecilerin türemesi ve zaman zaman bunların taşlı sopalı protestolarla karşı karşıya gelmelerinin sebebi budur. Yöre küre ile niye kavgalı ki, küremiz yöre ve yerlerimizden meydana gelmiyor mu? Hayır, sebep o değil, yöresel ve kürsel ayrışmasının ve bunun bir düşmanlığa dönüşmesinin asıl sebebi, yöresel ile küreselin arasında bir dengenin bulunmaması ve dengenin kurulamamasıdır. Belki bunun gerçek sebebi küresel olanla yöresel olanın bilinmemesidir de diyebiliriz. Hâlbuki bunlar birey ile toplumun farklı kelimelerle ifadesinden başka bir şey değildir. Tabi birey ile tolumu yerine koyamayanlardan yöre ile küreyi yerli yerine oturtmaları beklenemez. Farz-ı ayn ile farz- kifaye terimleri üzerinde kafa yormayanlar birey ile toplumu anlayamazlar.  

Yöresel demek, mahalli olma, yerel olma ve yerel kalma demektir. Küresel de küreye ait olma, evrensel olma ve evrensel kalma demektir. Siyasilerimizin her gün konuşmalarında sığınma ve savunma için mi, yoksa göz boyamak için mi söyledikleri belli olmayan "evrensel değerler" söylemi, milli ve mahalli değerlerden uzak, ayrı ve de onlarla çelişkili ise yani bunlar arasında birlikte çalışan bir denge yoksa bu tamamen havada kalan bir sözden ibaret kalır. Çünkü yöresel değerlerle evrensel değerler bir bileşim meydana getirdikleri takdirde faydalı olur. Eğer bugün bu denge ve bu bileşim var mı diye bize sorarsanız, hemen anında kesinlikle yoktur, diye cevap veririz. yeri gelmişken bileşim ve denge kelimeleri üzerinde biraz duralım. Zira biz, ister küre ister yöre olsun, ister bir ülke ve isterse tüm dünya olsun bir bileşenler teşkil edip bir denge üzerine kurulduğuna inanıyoruz. Yoksa yürüyüp hareket eden bir insan dengesini koruyamazsa düşmek zorunda kaldığı gibi, dengesini yitiren toplumlar da düşüp yok olmaya ve tarihten silinmeye mahkumdurlar.               

Bizim hem dini ve hem de bilimsel inancımıza göre insan hayatı, ister birey isterse toplum olsun, ister bir bucak veya isterse bir il ya da devlet olsun bir bileşimden ibarettir. Evet, hayat bir organik kimyadaki bileşim gibi bir bileşimdir. Çünkü bileşimi meydana getiren elamanlar birbirinden ve kendilerinin doğru ve yanlış davranışlarından, günah ve sevap kazanmalarından etkilenirler. Onun için Hz. Peygamber "Bütün müminleri sevgi, merhamet, şefkat ve yardımlaşmada bir vücut gibi görürsün. O vücudun bir organı  hastalanınca, vücudun diğer kısımları, uykusuz kalarak ve ateşlenerek, birbirlerini hasta organın elemini paylaşmaya çağırırlar" buyurmuşlardır. [1] Yine Hz. Peygamber başka bir hadislerinde "(İslam toplumunda) müminin mümine bağlılığı, taşları birbirine kenetleyen duvar gibidir." buyurmuştur. [2] Bu hadislerden anlaşıldığına göre toplumun doğal-ilahi bir uzviyet olduğu ve aynı zamanda bir organizma düzeninde bulunduğu anlaşılmaktadır. Yoksa toplumu oluşturma konusunda Hobbes, Locke ve Rousseau ların mesela "Sociale Contract" (Sosyal Sözleşme) gibi nazariyeler. Muhammed Hamdi Yazır'ın ifadesiyle eksik-aksak itiraf edilmiş şeylerdir. [3]   

Okullarda fizik ve kimya derslerinde fiziksel karışım ile kimyasal bileşim ne demek örneklerle anlatırlar.  Eğer siz kükürt ve demir tozlarını bir kabın içine koyup karıştırırsanız bu fizikteki karışım olur. Un, tuz ve şeker gibi maddeleri koyup karıştırırsanız bu yine bir karışım olur. Fakat siz   bir un helvası yaparsanız kimyadaki bileşime örnek vermiş olursunuz. Aradaki fark karışımda moleküller ve bireyler arasında bir iletişim ve irtibat yoktur; bileşimde ise vardır. Vücudumuzda solunum, sindirim, dolaşım ve boşaltım sistemleri vardır. Bunlar arasında öyle kuvvetli bir irtibat vardır ki, bunlardan birisinin başına küçük bir şey gelse bütün vücut hasta olur ve vücuttaki üretim, paylaşım ve tüketim adeta durur. İşte birey-insan birey olarak toplum duvarında bir tuğla veya taş olduğu gibi, aynı zamanda toplum-insan da vücudu ve duvarı meydana getiren bir bütündür. Bir bütünü parçalarından, parçaları da bütünden ayırmak ve uzaklaştırmak çok zararlı bir şeydir. Ama çağdaş medeniyet bunu yapmış "sen bana karışamazsın" senin bana karışmaya hakkın yok" gibi düşünceler üreterek toplumun bireyler üzerindeki velayet görevini koparıp atmıştır.    

Hz. Peygamberin hadisine dayanarak insan toplumlarını organik bir bütün olarak gördüğümüzü açıklamak için bir örnek daha vermek istiyorum. Siz kavun ile karpuzu hiç düşündünüz mü? Onların birbirinden tamamen ayrı ve farklı bir yapıya sahip olduğunu gördünüz mü? Biz insan toplum yapısının kavundan daha ziyade karpuza benzediğini düşünüyoruz. Kavunun bir tarafı çürüse diğer tarafı işe yarayabilir. Karpuz ise öyle değildir; karpuzda bulunan küçük bir delik veya ufak bir bere onun tamamını berbat eder ve yenmez hale getirir. İşte insan toplumu da böyledir. Bireylerin arızası toplumu etkilediği gibi, bir alandaki eksik ve aksaklık bütün hayatı etkiler, hastalıklar ve krizler meydana gelir. O sebeple bileşim denilen şey helvada olduğu gibi çok önemlidir. Neyin ne kadar olacağı veya olmayacağını biz dinden öğreniyoruz. Toplumda bir tarafa mesela ekonomiye çok değer verirken, din veya bilime değer vermemek bileşimi bozar. Helvayı yaparken yağ, un, şeker ve su miktarları çok önemlidir. Mesela siz suyu fazla koyarsanız o helva olmaktan çıkar artık o bir lapadır. İşte bugün insanlık kanaatimizce Rönesans sayesinde ve çağdaş düşüncenin etkisiyle ve de baskısıyla helva değil, lapa olmuş toplum düzeninde yaşamaktadır.    

Yöre ile küre, yöresel ile evrensel arasındaki dengeye dönecek olursak, bunu da yine fizikteki statik ve dinamik (istikrarlı ve istikrarsız) dengelerle açıklayabiliriz. İstikrarlı denge hareket edebilen bir cismin dengesidir. Bize göre insan toplumları da bir canlı gibi hareket etmektedir. Burada önemli olan hem dengede olmak ve hem de hareket halinde olmaktır. Bir tas içine top gibi küçük bir cisim koyun ve tası hafif sallayın içindeki top durduğu yerden sağa sola ya da aşağı ve yukarı hareketlenir. Tasın sallanması durduğunda top yeniden dengeye gelerek durur. İşte buna dinamik veya istikrarlı denge hali denir. Toplumda meydana gelen arıza ve krizler dışarıdan müdahaleye gerek kalmaksızın yeniden denge haline gelir. İslam'ın önerdiği toplum işte böyle istikrarlı ve dinamik bir toplumdur. Fizyokratların doğal düzen diye ifade ettikleri kâinattaki düzen de aynen bu ilahi düzenden başka bir şey değildir. [4] Bu doğal-ilahi düzeni Müslümanlar din ile bilimi birleştirerek, içtihat ve icma ederek, kıyas ve konsensüs yaparak bulurlar.

İstikrarsız denge ise tası ters çevirip topu tasın tepesine koymak suretiyle anlaşılır. Bu durumda tasın küçük bir hareketi ve sallanması halinde top yerinde duramayıp düşer ve yuvarlanarak tasın dışında bir yerde durur. Bugünkü sistem ve düzen anlayışları ve uygulamaları müdahaleci ve yapay olduğu için durağandır, statiktir ve tabii ki istikrarsızdır. Ya da doğal olmayıp yapay olduğu için müdahalecidir ve istikrar ancak dışarıdan yapılan bir müdahale ile sağlanır. İhtilaller ve isyanlar bunun için değil mi? Döviz fiyatları yükseldi, merkez bankası! Durma haydi hemen müdahale et, piyasaya döviz sür veya döviz çek! Bir kısım insanlar meydanda toplanmış miting yapıyorlar, bakan bey! Haydi, durma asayişi koru, polise emir ver, bu asilerin üzerine su sıksınlar veya biber gazı! Kuranda böyle bir hayatın oyun ve eğlenceden ibaret olduğu dile getirilmektedir. [5]  

Bize göre toplum bugünkü anlayış ve uygulamada olduğu gibi yapay sınıflar üretmek suretiyle dengelenmez. Toplum bir tarafta emekçiler ve sermaye sahipleri, idare edenler ve edilenler, diğer tarafta okumuşlar, diploma sahipleri ve okuyamamış cahiller, inanan dinciler ve inanmayan din dışı olanlar olarak sınıflara ayrılırsa sistem istikrarını her zaman kaybeder ve krizler üretir. Toplum ancak birey ve bireylerle dengelenmelidir. Toplum bireyle dengelendiği gibi, birey ve bireyler de toplumla dengelenecektir. Nasıl toplum bireyle, birey de toplumla   dengeleniyorsa, küre de yöre ile ve yöre de küre ile dengelenecektir.

Birey bireydir; bireyin mensup olduğu aile ise toplumdur. Aile birey mahalle toplum, mahalle birey köy toplum, köy birey bucak toplum, bucak birey kaza toplum, kaza birey il toplum, il birey  bölge toplum, bölge birey devlet toplum, devlet birey insanlık toplum diye düşünürsek iç içe girmiş birbiriyle alış veriş yapan bir organizma ile karşılaşmış oluruz. Çünkü hücreler dokuları, dokular organları, organlar da vücut ve organizmayı meydana getirir.

Düşünce çizgimizi devam ettirecek olursak yöresel olanla küresel olan da birbiri arasında dengelenecektir. Hele bugünkü bir dünyada yani küçülen bir evrende ben size yörenin küre ile kürenin de yöre ile dengelendiğini söylesem ve dünya istikrarının ancak böyle sağlanabileceğini ifade etsem her halde aşırı gitmiş olmam. Yalnız burada önemli olan şey, bireysel alan ile kamusal alanda olduğu gibi, daha çok küresel olan ile daha çok yöresel olanı bilmek lazımdır. Mesela bizim anlayışımıza göre din ile bilim evrenseldir. Bunların uygulamaları olan diyanet ile teknoloji ise daha çok yöreseldir. Uygulamaların hemen hemen hepsinin böyle olduğu kanaatindeyim. Onun için de güzel sanatların, dil ve edebiyatın hatta hukukun bile evrensel tarafı olmakla beraber daha çok mahalli ve yöresel olduğuna inanıyorum.  

 

 


[1] Buhari, Edeb, 27.

[2] Buhari Edeb 36

[3] M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, III, 2324 1 nolu dip not

[4] Ak İktisat Ansiklopedisi s. 231

[5] Enam 6/ 32, çünkü kendilerini ebedi sanıp Allah'a mülaki olmayı yalanlayanlar düşünce ve uygulama itibariyle  rantabl bir sisteme ve düzene sahip olmadıkları için  zarar edeceklerdir. 31 nolu ayete bak.  

 


*DEÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi


 

emailrol.gif (21439 bytes)

arrow1b.gif (1866 bytes)

.