.

   HULKİ CEVİZOĞLU’NA KONUK OLAN İHSAN ELİAÇIK’IN AŞAĞIDAKİ KONUŞMASINA AÇIKLAMA İSTEYEN İFAKAT KAHRAMAN HANIMEFENDİ’YE CEVAP

Prof. Dr. Osman Eskicioğlu*

          

Dini konulara getirdiği farklı yorum ve açıklamalarıyla dikkat çeken İlahiyatçı-Yazar İhsan Eliaçık, Türkiye’de yeni bir din icat edildiğini söyledi. Aldığı olumsuz tepkilere rağmen kendisinin gerçek İslam’ı anlattığını savunan İhsan Eliaçık, “Ben yeni bir din ortaya koymuyorum, dinin aslını anlatıyorum. Benim yaptığım olsa olsa sosyal İslâm’dır, sosyal İslâm’ı anlatmaktır” dedi.

Usta gazeteci Hulki Cevizoğlu’nun KRT’de canlı yayınlanan Ceviz Kabuğu’nda konuşan İhsan Eliaçık, “Namaz, dinin direğidir” sözünün doğru olmadığını, melek-cin-şeytan gibi kavramların bizim algıladığımız gibi insanımsı varlıklar olmadığını söyledi. Eliaçık; kader, cennet-cehennem, haram-helal, Türkçe ibadet gibi tartışılan dini konularda farklı görüşlerini aktardı.

“DİNDE DEĞİL, DİNİ DÜŞÜNCEDE REFORM GEREKLİ”
İlahiyatçı Yazar İhsan Eliaçık, insanları “dini düşüncede reforma” çağırdığını söyledi. Bunun dini değiştirmek olmadığını ifade eden Eliaçık, “Dinde reformu ne ben ne başkaları yapmaya yetkilidir. Dinde reformu peygamberler yapar. Allah peygamber yollar, yeni bir din, yeni ritüeller gönderir. Ben din düşüncesinin değiştirilmesi gerektiğini, bu konuda bir reform olması gerektiğini söylüyorum” dedi.
Talebinin geleceğe yönelik olumlu sonuçlar doğuracağına inandığını belirten Eliaçık, şöyle konuştu:
“İslâm’da dini düşüncenin yeniden inşasını düşünüyoruz. Şu maksatla yapıyoruz… Bizim gibi bir ülkede dini düşüncede bir yenilenme olmazsa diğer alanlardaki dönüşümler güdük kalacaktır. Dinden değil, dini düşünceden, dini düşüncenin yenilenmesinden bahsediyorum. Bu daha geleceğe yönelik bir dönüşüm olacaktır. Bana ‘yeni bir din icat ediyor’ diyenlere diyorum ki zaten yeni bir din icat edilmiş. Oturun dininizi öğrenin. Siz samimiyseniz Allah size doğru yolu gösterecektir. Söylediklerimiz tehdit değil tekliftir. Bizim söylediklerimiz mutlak doğru demiyoruz. İnsanlar değişik bir pencereden baksınlar diye yazıyoruz.”

“İKTİDARDA OTURANLAR MAL BİRİKTİREMEZ! FAZLASI HARAMDIR!”
İhsan Eliaçık devleti yönetenlerin, iktidarda oturanların ihtiyaçtan fazla mal-mülk sahibi olmalarının da yanlış olduğunu söyledi.
“Kamu adamının bir evi ve mütevazı bir arabası olması yeterlidir. Fazlasını biriktirmesi haramdır” şeklinde açıklama yapan Eliaçık, “Peygamberimizin 23 yıllık devlet başkanlığında bir evi ve bir devesi vardı. Mülkiyetsiz öldü. İhtiyaçtan fazla birikim yapmanın anlamı nedir? İhtiyacın kadarını alıp gerisini ihtiyacı olana dağıtacaksın. Zekâtta da 40’da 39’unu dağıtacaksın. Bunu tersine çevirdiler, 40’ta 1 yaptılar. Zekâtı da yanlış uyguluyorlar…” dedi.

“ZENGİNLİK PEŞİNDEKİ İKTİDARA KARŞIYIM”
Lüks peşinde olmaya karşı durduğunu ifade eden Eliaçık, “Namazlı niyazlı olsalar da, inşallah maşallah diye konuşsalar da, mevcut iktidarın icraatlarına, zenginlik peşinde koşmalarına karşıyım… Sultan sofrasına oturan âlim fetva veremez” dedi ve şöyle devam etti:
“Bana ne işin var ulusalcıların, solcuların arasında diyorlar. O zamanın mağdurları şimdinin muktedirleri oldu. Ama ben değil, onlar yer değiştirdi. Ben ezilenlerin, mazlumların yanındayım. Ben muktedirlerin yanında değilim. Ben, bu yağma ve çapulda yokum. Hâlâ kenarda duruyorum. Muhalefet ediyorum. Bizim yaptığımız siyasi bir muhalefet değil tabi…”

“İKTİDAR HÜKMETMEK DEĞİL, KİŞİLER ARASINDA ADALET SAĞLAMAKTIR”
İktidarların insanları yönetirken onlara hükmedemeyeceğini vurgulayan Eliaçık, bu konuya Kuran’dan bir ayetle açıklık getirdi:
“Kuran’da bir ayet var... ‘Onlar arasında adaletle hükmet’ der. ‘Onlara hükmet’ demez... ‘Aralarında adaletle hükmet’ der. Peygamber efendimiz bir kez atadığı makama aynı kişiyi bir daha atamamış mesela. Ebedi makamlar oluşturmayacağız. Hükmü Allah yapar” dedi.
Bu nedenle din adamlığına da karşı olduğunu belirten Eliaçık, “Dünyada iki türlü din vardır. Bir dinin vicdan yüzü, bir de halkı afyon olarak uyuşturan, zalimlerin yanında yer alan din. Dinler ve ideolojiler bir devrim olana kadar mazlumun isyan çığlığıdır. Devrim olup devlet ortaya çıkınca da zalimin gücünü ortaya koymasını sağlamıştır… Ben din adamlığına karşıyım. İslam’da din adamı yoktur. Peygamberimiz din adamı değildir. Sizin din adamı diye gördükleriniz dini hurafelere bulamıştır” dedi.

İSLAMİ SPARTAKÜS MÜ?
Sürekli olarak ezilenlerin ve mağdurların yanında olduğunu vurgulayan İhsan Eliaçık’a Hulki Cevizoğlu, “Siz bir anlamda İslamiyet’in Spartaküs’ü müsünüz?” diye sordu.
Eliaçık bu soruya, “Değilim ama hep ezilenlerin yanındayım. Ben zaten evsizlerle beraber yaşıyorum. Şu anda ofisime gitseniz 7-8 tane evsiz vardır. Onlarla beraberim hep” diye yanıt verdi.
İhsan Eliaçık, düşünce ve açıklamalarıyla “Marksist- Sosyalist İlahiyatçı” olarak tanımlanmasına karşı çıkarak, hiçbir gruba ya da görüşe bağlı olmadığını belirtti ve “Solcu ve Marksist değilim. Sosyalist değilim, sadece sosyal İslam’ı anlatıyorum” dedi.

“12 EYLÜL BENİ İŞSİZ GÜÇSÜZ BIRAKTI”
12 Eylül 1980 döneminde İslamcı Gençlik Derneği olan Akıncılar grubu içinde yer aldığını belirten araştırmacı-yazar, “İslamcı bir geçmişim var, böyle tanımlanabilirim” dedi ve şöyle devam etti:
“İrtica getirmek, anayasayı yıkmak, şeriat devleti kurmakla yargılandım. İlk mahkemede beraat ettim. 19 yaşındaydım o zaman. 28 Şubat’ta ise, 30 ayrı davadan yargılanıyorduk. 28’inden beraat ettim. Şimdiki BDP’lilerin yaşadığını yaşıyorduk o zaman. Evlerimiz aranıyordu. Baştakilerin değişmesi sopanın birinin elinden diğerine geçmesi demek bence.
Bir yazı yazıyorum, radyoda bir program yapıyorum hemen dava açılıyor. Çevik Bir imzalı yazılar geliyordu ‘bunlara dava açın’ diye. Bütün yayınlar takip ediliyordu. Bu ince ayar bir takipti. Fiziki bir mücadele değildi ama hayatın ortasında işsiz güçsüz bırakarak terbiye etmeye çalıştı devlet bizi.
Davaya bakan hâkim, ‘bırak bu işleri, git patlıcan sat’ diyordu.
Ben bunların hepsinin yargılanmasını istiyorum. Siz tek başına kişiyi yargılasanız da dönemin tamamıyla hesaplaşmış olmuyorsunuz.”

“DARBEYİ YAPANA DEĞİL, DARBENİN KİME YARADIĞINA BAK”
Hulki Cevizoğlu, Eliaçık’ın bu sözleri üzerine şu değerlendirmeyi yaptı:
“Darbe fotoğrafının tamamını görmek gerekir. Tamam, darbe yapıldı da bundan kim yararlandı? ’Biz onun devamıyız’ diyen yararlandı. Turgut Özal yararlandı... Amerika yararlandı... ‘Our boys (bizim çocuklar) yaptı’ dediler.
Darbeciye de karşı çıkacaksınız. darbeciyle kol kola girene de hesap soracaksınız. Kenan Evren’e ‘darbe yaptı’ diyerek yargılamaya kalkıp, ondan sonra onunla birlikte fotoğraf çektirmeyeceksiniz. Darbe yaptı deyip sonra Çankaya Köşkü’nde kol kola girmeyeceksiniz.”
İhsan Eliaçık da, “Demek ki Amerika isteyince darbe oluyor, istemeyince olmuyor” dedi.

MELEK “ALLAHIN GÜCÜ”;
CİN “YABANCI”;
ŞEYTAN İSE “İÇİMİZDEKİ ATEŞ” DEMEKTİR!
İhsan Eliaçık, melek, cin ve şeytan kavramlarını reddetmediğini, bunların Kuran’da geçtiğini söyledi. Bu varlıklar konusundaki algısının farklı olduğunu ifade eden Eliaçık düşüncelerini şu sözlerle açıkladı.
“Kuran’da melek, cin, şeytan hepsi geçiyor. Kuranda geçiyorsa ‘yok’ diyemezsiniz. Ama nedir onlar?
Melek güç demektir. Melaike melekler demektir. Allah’ın güçleri demektir yani. Deprem, rüzgâr… Doğa da ne varsa Allah’ın gücüdür. Melektir yani… Azrail Tanrının durduran gücü demektir. Mikail Tanrının övülüşü demektir. Cebrail Tanrının insanla konuşmasıdır. Normal insan anlayamayacağı için böyle temsil edilmiştir.
Cin de göze görünmeyen şeyler demektir. Duyu organlarının algılamadığı bize kapalı şeylerdir. Vakıf olamadığımız perdenin gerisindeki olaylar durumlar ve nesnelerdir. 17 farklı anlamda kullanılır Kuran’da, ama ortak vurgusu aynıdır. Bize yabancı olan şeydir. Araplar, Arapların dışında olanlara diyordu. Bizim ecnebi dediğimiz gibi… Hastalıklara cin diyorlardı mesela.
Şeytan insanın içindeki kötülüktür. İnsanın içindeki şehvet, haset, ihtiras gibi, insanı özünden uzaklaştıran ümitsizliğe sevk eden şeydir. İmgesel bir söylemdir. Görünmez şeyler, sembollerle metaforlarla anlatılır. Basite indirgenir.”

“KADER VAR, KADERE İMAN YOK!”
İhsan Eliaçık kader konusunda gelen sorular üzerine çok tartışılacak şu açıklamayı yaptı:
“Kader veya takdir kavramı bir Kuran kavramıdır. Ancak ‘kadere iman’ bir Kuran kavramı değildir. Amentü duası da yoktur.
Kader eşyada var olan kapasite demektir. Mesela bizim kaderimizde uçmak yoktur. Eski Osmanlıca istiap gücü, kaldırabileceği şeydir. Bu kapasite içinde özgür iradeye sahibiz. Bunu da iyi ya da kötü yönde kullanıyoruz.”
Bu açıklamanın “biyolojik kader” olabileceğini belirten Hulki Cevizoğlu’nun “Sosyal, toplumsal kader ne demek?” sorusuna İhsan Eliaçık “Burada biz yetki sahibiyiz. Sen nasıl karar verirsen öyle olur” dedi.

“MİRAÇ YOKTUR”
İhsan Eliaçık “Hz. Muhammed’in miraca çıkmasının ruhani bir olay olduğunu, bedeninin hiçbir yere yükselmediğini” söyledi.
“Miraç ruhani vizyondur” diyen Eliaçık, aksini söylemenin Allah’a yön tayin etmek olacağını savundu:
“Göğe çıkmak derseniz Allah’a mekân ve yön biçmiş olursunuz. Nerede olduğu ile ilgili yer göstermiş olursunuz ki bu çok yanlış. Bedeni ile bilfiil bir yere çıkmamıştır. Hz. Peygamber Mekke’den hiçbir yere gitmemiştir. Gönül, vicdan dünyasında gerçekleşmiş, o vizyonu görmüştür sadece.”

“NAMAZ DİNİN DİREĞİ DEĞİL, GEREĞİDİR”
Namaz konusundaki açıklamalarıyla da tartışma yaratan Eliaçık “Namaz dinin direğidir” sözünün yanlış olduğunu, doğrusunun “Namaz dinin direği değil, gereğidir” olduğunu söyledi. Böyle bir itikat olmadığını belirten İlahiyatçı yazar “Dinin direği doğruluk dürüstlük adalet ve paylaşımdır” dedi.
İhsan Eliaçık namaz konusunda ayrıca şöyle bir eleştiri yaptı:
“Şu anki var olan duruma göre İslâm’ın şartı ikiye indirilmiş gibi. Namaz kılmak ve örtünmek. Örtünüp namaz kıldığın zaman dört dörtlük Müslüman’mış gibi algılanıyor. Ben bunun doğru olduğunu düşünmüyorum. Ben bir adam doğru mu dürüst mü ona bakarım. Bunu yapan adam dinin direğini dikmiştir. Hac, cenaze hatta kurban nusukdur. Nusuk tekrar edilen hareketler demektir. İbadet hayatın içinde bir faaliyettir. İş ve değer üretmek demektir.”

Ceviz Kabuğu’nda pek çok dini konuya farklı yorumlar getiren Eliaçık, izleyicilerin büyük ilgisini çekti.
Benimseyenler kadar karşı çıkanların da bulunduğu İhsan Eliaçık’ın dini konulardaki diğer açıklamaları şöyle:

KIBLE!
“Kâbe Allah’ın sembolik evidir. Kâbe’de Allah oturuyor değil zaten. Kâbe’nin insanlık tarihi, sosyoloji ve ritüel olarak birkaç anlamı var. Herhangi bir yerde bu yönü tayin edemiyorsanız istediğiniz yöne dönerek namaz kılabilirsiniz.”

“HZ. MUHAMMED ÜMMİ DEĞİLDİR!”
“Ümmi peygamber değildir Hz. peygamber. Ümmi sınıfsal bir kavramdır. Yahudiler kendi sınıfları dışındakine ümmi derlerdi. Peygamberin okuması vardır. Hesap kitap yapardı. Kitap yazan anlamında yazar değildi ama yazmayı da biliyordu.”

“İKRÂNIN ANLAMI ‘OKU’ DEĞİLDİR!”
“İkrâ oku demek değildir. Çağır manasındadır. Bizim ayetlerimizi insanlara ilet oku, çağır demektir. Ezan okumak, meydan okumak anlamındadır.”

“CENNETTE HURİLER YOK!”
“Huril ayn, göz aydınlığı demektir. ‘Orada göz aydınlığı eşler vardır’ diyor. Erkek için de kadın için de böyledir. Erkek bakış açısıyla yorumlayıp huriler var deniyor.”

“HZ. İSA GELMEYECEK!.. “
“Hz. İsa’nın gelmesi diye bir şey yok. İslâm’da beklenmesi gereken sadece üç şey var. Ölüm, afet, kıyamet. ‘Bunlar gelince tövbe etme imkânınız olmaz, dolayısıyla bunlar gelmeden tövbe edin’ der.
Bunların dışında Kur’an’da beklenecek bir şey yok. Böyle bir söz konusu itikat yok. Hadis, kelâm, tefsir yoluyla İslâm dinine sokulmuş düşüncelerdir bunlar. İsa’nın savunduğu düşünceler geri gelecektir manasına gelebilir. En fazla böyle yorumlanabilir. İsa beden olarak gelmeyecektir. Bu, Hıristiyani bir inanıştır.”

 

 

İFAKAT KAHRAMAN HANIMEFENDİ MERHABA

        Önce selam sevgi ve saygılar,

        İkinci olarak da “Kıymetli Osman hocam, okudunuz mu bilmiyorum? Sizin görüşlerinizi almak istedim. Bazı konularda kafam karıştı… Hürmetler… diyorsunuz ve İhsan Eliaçık’ın gazeteci Hulki Cevizoğlu'nun programında yaptığı açıklamaları gönderiyorsunuz. 

Ben de şimdi size çok teşekkür ederek cevap vermeye çalışacağım.

 “Türkiye’de yeni bir din icad edildi” sözü bize göre doğru değildir; Türkiye’de ve tabii ki, tüm dünyada din adına veya dinler adına zamanın yıprattığı, geçersiz hale getirdiği ve faydasından ziyade zararı olan bazı dini duygu, düşünce ve uygulamalar vardır. Fakat bunlara yeni bir din icad edildi, denilemez. Din icad edilmez, edilemez ve edilmemiştir. Bunlara din denilmez. Fakat zamanla bozulmuş olan dini anlayışlar vardır. Fakat kışın ve yazın geldiği ve bitkilerin yenilendiği, ölüm ve doğumlarla nesillerin yenilendiği gibi din de yenilenir. Mesela mezheplerin gelişi ile İslam, düzen olarak yenilenmiştir, diyebiliriz. Fakat o günden bugüne İslam’ın medeniyet evi yıkılmış, tüm dünya bu arada tabi ki, Müslümanlar da batının inşa ettiği Rönesans evine taşınmışlardır. İşte bugün 8 milyara yakın insanlar Rönesans apartmanında yaşıyorlar. Tabi bu yapay apartman ve kuralları, doğal-ilahi apartman ve kurallarına uymadığı için insanların haklı olarak bir takım şikâyetleri vardır. Bu apartman, apartman olmasına apartmandır ama fakat ruh ve beden sağlığına uygun değildir. Tüm insanlar ruh ve beden sağlığından uzaktırlar.     

         “Sosyal İslam” ifadesi, İslam’a yakışmayacak, İslam’ı küçülten ve küçük düşüren bir deyiştir. Çünkü İslam, her şeyi, ama her şeyi ve her kesi, bireyi ve toplumu içerisinde ve bayrağının altında toplayıp içine almıştır. O sebeple İslam, hiçbir, ama hiçbir kelime ile vasıflandırılamaz; zaten buna ihtiyacı da yoktur. Bireyin dışlanmasıyla bir zorunluluk olarak ortaya çıkan sosyal ve onun türevleri ve uygulamaları sermayenin-kapitalin ağır etkisine karşı yapılmış bir tepkidir. Anormal bir etkiye karşı verilen tepkide de sürtünme kanunu gereği az-uz bir anormallik olur. Onun için sosyal İslam sözünü normal karşılayamayız. Zaten İslam, bireyi ve toplumu, ferdi ve devleti bir tutmuş, dengede tutmuş, birine farzı ayn derken, diğerine de farzı kifaye demiştir. İslam düzeninde birey topluma, toplum da birey ve bireylere feda edilmez, edilemez. Zaten düzenin bir gereği olarak bunlar, bisikletin ön ve arka tekerleklerinde olduğu gibi, karşı karşıya da gelmezler. Tarihteki şehzade katilleri, merkezde yani kamusal alanda yani idarede, kamu hukukunda, sarayda ne derseniz deyin, İslam’ın uygulanmadığını gösteren fiili bir delildir.      

 

         Din, Allah’ın peygamberleri vasıtasıyla insanlara göndermiş olduğu kanun ve kurallar bütünüdür. Hz. Peygambere kadar dinler, peygamberlere veya onun havarilerine ve şakirtlerine bağlı olarak hüküm icra ediyordu. Onun için eski dinlerde dogma vardı. Dogma demek, din adamı ne derse o doğrudur, doğru odur; aksini düşünmek, itiraz etmek veya kabul etmemek olmaz, eleştirmek ise kesinlikle olmaz demektir. Mesela bugün papa bu durumdadır;  Hz. İsa ne ise papa da odur.

Fakat İslam’da dogma yoktur, nass demek dogma demek değildir. Nass delil demektir. Buna göre bir ayet, hangi konuda gelmişse o, o konuda delildir, demek olur. Mesela abdest ayeti gelmiştir; bundan böyle abdestsiz namaz kılınabilir mi diye ictihad edilemez, bu konuda düşünülüp fikir üretilmez demektir. Ancak abdestin tüm alanlarında zaten ictihad söz konusudur. Ayrıca bir ayeti anlamak da bir ictihad olduğu gibi, o anlamın uygulanması da yani teoriden pratiğe geçerken de nasıl ve ne kadar uygulanacak, bu konuda da ayrıca uygunluk ictihadı da gerekir. Mesela biyoloji ile örnek verecek olursak, bir kalp hastasına hangi ilaçları, vereceğiz buna doktor karar verir. Bir hasta için birkaç türlü ilaç olabilir; aynı konuda birkaç çeşit hüküm-bilgi olabilir, bunların bünyeye en uygun olanını seçme de bir içtihat ve bir karardır. Biz buna fiili içtihat diyoruz.  

   Ömer Nasuhi Bilmen Hukuku İslamiyye Kamusunda (I, 17) “muayyen bir müçtehide ittibaın vücubu için bir delil yoktur.”, diyor. Onun için İslam’da şu kişiye veya bu kişiye, şu mezhebe veya bu mezhebe veya tarikata, ya da cemaate gireceksin ve uyacaksın diye bir şey yoktur. Zira herkes ve herkes, kadın ve erkek demeden herkes ve her Müslüman, İslam’da din adamıdır. Yani herkes kendi görüşüne göre ve kendi kanaatine göre hareket eder. Bugün yaşadığımız din okulları ve din adamı ya da din görevlileri bir yanlışın uygulamasından ibarettir. O sebeple ilköğretimden itibaren en yükseköğretime kadar isteyenler dinlerini öğrenirler. Kanaat önderleri sözü, bize göre İslam’a ters bir deyiştir. Çünkü bir görüşü, düşünceyi, niyet ve kanaati kişi, ancak kendi duyuşlarıyla, iç sezi ve kararlarıyla meydana getirir ve kendi görüşüne göre harekete geçer. Kişinin konu hakkında bir bilgisi yoksa bilenlere sorar.

   Ebu’d-Derdâ (r.a.)’ın rivayetiyle Resulüllah (s.a.s.) şöyle buyurur: "Muhakkak âlimler, peygamberlerin varisleridir. Şüphesiz pey­gamberler, ne altın, ne de gümüşü miras bırakırlar. Peygam­berler miras olarak, ancak ilim bırakırlar. Bu itibarla kim pey­gamberlerin mirası olan ilmi elde ederse, tam bir hisse almış olur."[1]

   O sebeple İslam düzeninde bilmeyenler, bilenlere sorup öğrenirler. Kuranda “Eğer bilmiyorsanız bilgi sahiplerine sorunuz.”, buyruluyor.[2] Yalnız buradaki ayetin aslında geçen “ehl-i zikr” kelimesi, bilgi sahipleri demek olup bizim hoca, bizim âlim ve bizim grubun âliminden ziyade umum ifade eden bir kelime olup bilen herkes demektir. Onun için bilmeyen kişiye düşen, farklı birkaç kişiye sorup bunların içinden kendince hangisi doğru ise onu uygulamasıdır.

          Konuşmacının dini düşüncede bir yenilenme olmazsa diğer alanlardaki dönüşümler güdük kalacaktır”, görüşüne katılıyoruz.

Ancak “Namaz, dinin direğidir" sözünün doğru olmadığı sözü kadar yanlış bir şey olamaz. “Oturun dininizi öğrenin.”, diyen bir kişinin önce kendisinin Kuran’ı ve hadisleri bir güzel okuması gerekmez mi? Çünkü Kuranda namaz hakkında “Sana vahyolunan kitabı oku, namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, hayâsızlıktan ve fenalıktan alıkoyar.", şeklinde tavsif getirilmiştir.[3] “Namaz dinin direğidir” sözü ise bir hadisi şeriftir. Yani bu söz, İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in sözüdür. Çünkü Hz. Muhammed hadis kaynaklarında belirtildiği üzere “Namaz dinin direğidir; kim onu dosdoğru kılarsa dinini ayakta tutmuş ve kim de onu terk ederse dinini yıkmış olur."  buyurmuşlardır.[4] İslam’da ev bireyi temsil eder, cami de toplumu temsil eder. Bireysel ihtiyaçlar evde görülür; toplumsal ihtiyaçlar da camide görülür. Namaz dinin direği olduğu zamanlar ibadetler, kadın erkek demeden camilerde idi. İlim de camilerde öğretiliyordu. Hatta çarşı ve Pazar da hep camilerin yanında kurulmuştu. Hatta Hz. Peygamber’in yabancı elçileri camide kabul ettiğine dair mesela Necran Hıristiyanları gibi, örnekler bile vardır. İslam düzeninde ev cami kadar, cami de ev kadar kutsaldır. Bunların dokunulmazlığı vardır. Mesela bir eve sahibinin izni olmadıkça kimse giremez; hiçbir güç dokunamaz. Çünkü Kuranda “Ey iman edenler, kendi evlerinizin dışındaki evlere sahiplerinden izin almadan ve ev halkına selam vermeden girmeyiniz; eğer orada izin verecek birisini bulamazsanız, size izin verilinceye kadar eve girmeyiniz…buyrulmuştur.[5] Camiye gelince camiler, Allah’ın evi olduğu için herkese ve tüm topluma aittir. O sebeple de camiler İslam düzeninde ve İslam’ın yaşandığı yerde günde 24 saat açıktırlar. Yani cami demek, herkesin evi demektir, öyleyse insanlar her istediği an ve her zaman oraya girme hakkına ve imkânına sahip olmalıdırlar. İslam toplumu aslında böyle olur. Buna göre Türkiye’mizi ve İslam âlemini gözümüzün önüne getirirsek, ne kadar Müslüman olduğumuzu herhalde anlarız.
          "DİNDE DEĞİL, DİNİ DÜŞÜNCEDE REFORM GEREKLİ" sözü de yuvarlak bir ifadedir. Din ile dini düşünce arasındaki fark nedir, açık açık söylenmeli. Hâlbuki burada tam bir kapalılık vardır.  İslam bir dindir; fakat o, sadece din değildir. İmam Muhammed’in Kitab-ül Asl adlı eserinde dediği gibi, İslami bilgi veya hüküm “dinen” ve “kazaen” olmak üzere iki kısma ayrılır. Yani İslam, ibadet ve muamelattır. Bunu bugünün diline aktaracak olursak İslam, hem bir din ve hem de bir düzendir. Dini düşünce denildiği zaman İslam kültüründe kelam ilmi akla gelir. Eğer konuşmacının dini düşüncede reform gerekli derken bundan maksadı İslam düzeni ise ve bundan bugünkü muameleler İslam’a uymuyor demekse bu bizce de doğrudur. Bugünkü hayatımızın tümünün fıtrata, tabiat ve doğal olana ters düşen birçok yönleri vardır. Biz bu eksik ve aksaklıkların sosyal bilimler merkezli olduğuna inanıyoruz. Buna göre sosyal bilimlerin yanlışlarını düzeltirsek, hayatı yararlı hale getirmiş oluruz.   

          "İKTİDARDA OTURANLAR MAL BİRİKTİREMEZ! FAZLASI HARAMDIR!"

          Bu ifade çok iddialıdır. Bir defa mal biriktirmek haram değildir, hele ortada zekâtı verilmiş bir mal varsa buna asla haram denilemez.  Kaldı ki, bu hususta kesin bir delil de yoktur. Ancak kesin bir delil ile yasaklanan şeye haram derler. İslam’da delil bulunmadan ve bir delile dayanmadan hiçbir kimsenin bir şey hakkında bu haram veya helaldir diye hüküm vermeye hak ve salahiyeti yoktur. Hz. Peygamber helal olan bir şerbeti içmeyesiye yemin etti. Buna karşılık olarak adeta bir sorgulama gibi koca bir tahrim suresi geldi.

Kaldı ki, İslam düzeninde iktidar ve muhalefet kesim ve kısımları da yoktur. İslam’da iktidar ile muhalefet her ikisi de aynı haram ve helallere tabi olurlar. Birisi şöyle, diğeri ise böyle olmaz. O sebeple bugünkü bu bozuk düzene bakarak ona göre ve ona uyarak hüküm koymak İslam’ın içtihad ve şura anlayışına terstir. Biz bir mübahı günah hale sokamayız. Fakirlere, açlara ve düşkünlere yardım etme meselesine gelince İslam devletinde zenginler devlete vergi (zekat) verir, fakirler ve düşkünler ise vergi vermedikleri gibi, devlet bütçesinden kendilerine düşen yardım hisselerini alırlar. Bugünün asıl problemi çalışıp kazanmaktan ziyade BÖLÜŞÜM meselesidir. Bugünkü bölüşüm adil değildir. İslam’da üretimde mülkiyet, tüketimde ise şüyuiyet esastır. Yani çalışıp kazanan kimseler, kazandıklarına sahip olurlar. Fakat elde edilen üründen herkesin tüketme hakkı vardır ve herkes tüketime katılır. Bu bir sistem meselesidir. İslam sisteminde statü böyle çalışır.  

           Fazlasını biriktirmesi haramdır hükmü, fıkha uygun değildir. Hz. Peygamberi bu konuda devlet başkanı olarak örnek alacak olursak her halde şöyle yapmak daha doğru olur. Göreve başlayınca mal beyanında bulunur, bırakınca da aynı bu mallarını alarak görevini bırakır.

           Yalnız Kuranda[6] veli-vasilerin, fakir iseler örfe göre bir ücret alsınlar, eğer zengin iseler kaçınıp ücret almasınlar, buyrulmaktadır. Kamu görevi yapan kimseler, isterlerse bu statüye uyabilirler.  

Zekâtta da 40 ta 39 nu dağıtacaksın diye bir kural yoktur. Hem bu ifade ancak İslam’ı bilmeyen birinin söyleyebileceği bir cümledir. Zekât demek zaten vergi demektir. Aslında zekâtın-verginin hepsi yani tamamı kamu için harcanıp dağıtılır. İslam’da 5/1, 10/1, 20/1 ve 40/1 olmak üzere 4 çeşit vergi vardır. Enfal sitesinde benim “İslam ve Çağdaş Vergi Anlayışının Eleştirisi” adlı 500 sayfalık kitabımın okunmasını tavsiye ederim. Bugünkü vergilerin hiçbirisinde akıl, mantık, bilimsellik, insaf, adalet ve insanilik yoktur. 

             Bugünkü fakir, aç, muhtaç ve düşkünlere yardım etmek, yardım etmek değil Kuran’ın ifadesiyle[7] onların haklarını vermek sadece iktidar veya muhalefetin işi değil, bu bir sistem meselesidir. Ekonomik krizlerin, icar-iflas, boşanma, evlenememe, işsizlik, ülke içi ve uluslararası çekişme, kavga, dövüş ve savaşların, anarşi ve terörün bütün bunların hepsinin sebebi bize göre yapısaldır ve bu yaşamakta olduğumuz medeniyetin yani Rönesans medeniyetinin bir ürünüdür. Cornel Üniversitesinden Prof. Dr. Thomas B. Pepinsky, 30 Ocak 2009 da Bard College Üniversitesinde “İmpact of Financial Crisis on Politics in the Developing World” adlı sempozyumda “Şu anki kriz geçici bir problem değil, bir sistem krizidir.”, demiştir ki, biz de aynı görüşteyiz. Zira krizi üreten sistemin yapının kendisidir.

           Çünkü bu yapı, bu iskelet ve bu çatı eğridir, kırıktır ve bozuktur, bünye hastalanmıştır; artık çalışamaz hale gelmiştir. Bu mektep ve mektep anlayışı ve bu eğitim öğretim uygulaması eşyanın tabiatına terstir. Yalnız mektep mi, elbette ki, hayır, asıl temeldeki bozukluk orada olduğu için başta onu söyledim. Yoksa mektep, medrese, kışla, fabrika, para, banka kredi ve meclisin çalışma şekli, bunların hepsi, hepsi tabiata, fıtrata ve doğal yapıya terstir. Eğer çare nedir derseniz, çare bilgidir, bize göre çare bilginin yani sosyal bilimlerin yapay halden çıkıp doğal hale gelmesidir, derim. Çare eşyanın tabiatında olmayan din adamlılığının ve dini temsil eden makamların kaldırılıp isteyen herkese ilkokul 1. Sınıftan itibaren üniversitenin son sınıfına kadar ama sadece isteyenlere din öğretilmelidir. Böylece hangi meslekten olursa olsun, üniversiteden mezun olan kişi, kendi dinini bizzat kendisi bilir hale gelmiş olacaktır. Zira dinde ikame kanunu yürümez. İşte böylece bize göre çare İslam’ın öğretilmesi, bilinmesi ve yaşanması olarak karşımıza çıkmaktadır. Ben şahsen bundan başka bir çare ve yol bulamıyorum. Çünkü İslam, temsil ve tebliğ ister. Ben, Enfal sitesinde yazdığım “İslam Sevgi Barış ve Kardeşlik Dinidir.” adlı makalemde “Eğer bugün Müslümanlar İslam’ın önünde bir duvar gibi engel olarak durmasalar, temsil ve tebliğ olarak onu insanlık âlemine ulaştırabilseler, benim kanaatime göre Yahudi,  Hıristiyan, Brahman, Budist ve hatta ateistler bile kora halinde İslam! İslam’ İslam! diye tempo tutacaklardır.”, demiştim. Bugün yine aynı kanaatteyim. Çünkü bilgi, yani sosyal bilimler İslamlaştığı zaman isteyen inansın, dileyen inanmasın [8] denilecek, anarşi ve terör olmadığı müddetçe herkes istediği hayatı yaşayacaktır. Küfürden, inkârdan ve inanmamaktan daha büyük bir günah olmadığına göre, en büyük günah olan küfür bile ayette serbest olduğuna göre, Müslüman mahallesinde salyangoz satılmamak şartıyla başka mahallelerde herkes istediği şeyi alıp satabilir ve istediği düzeni kurabilir. Mesela İslam düzeninde yaşadıkları halde Hıristiyanlara içki üretmek, almak, satmak ve içmek, meşru ve mübah sayılmıştır. Yani İslam devleti, vatandaşları olduğu halde inanmayanların, Yahudi, Hıristiyan ve ateistlerin hayatlarına karışmaz. İslam’da devlet sadece hukuku çalıştırır; kendi vatandaşı olsa bile Müslümanın ibadetine, namaz ve niyazına, ahlakına ve inancına karışmaz; bu konularda emir ve yasak getiremez. Bu hususlar ancak ahlakın işidir. Ahlaki olayları ise alkışlayan veya yuhalayan bireyler ve halk çalıştırır. Yani ahlakın müeyyidesi devlet değil, millettir. Onun için Hanefi âlimlerinden İmam Muhammed’in Kitab-ül Asl adlı eserinde bahsettiği “dinen” ve “kazaen” terimlerinin az önce yukarıda bahsettiğimiz gibi, bugünkü açılımı budur.

            O yüzden birey-toplum, fert ve devlet dengesini çok iyi kurmak lazımdır ve toplumda doku uyuşmazlıklarına mahal vermemek gerekir. Onun için bir toplumun değişimi meselesi o toplumun tümüne ait olan bir şeydir. Hatta bunun için Kuranda “Bir kavim (toplum ve devlet) kendi durumunu değiştirmedikçe Allah da o kavmin durumunu düzeltmez.” , buyrulmaktadır.[9]  Onun için iyileşme, düzelme, değişim ve dönüşüm toplumda sadece ve yalnız şu kesim veya bu kesim, şu cemaat veya bu tarikatın işi değil, tüm Müslümanların hep beraber birlikte yapabilecekleri bir iştir. Bu durum bilhassa bugün daha da bir önem kazanmıştır. Çünkü biz, fen bilimlerinin sosyal bilimlerle arayı tamamen açıp toplumda çalışamaz hale gelmesiyle artık medeniyeti yenileme sırası, bu defa Müslümanlara gelmiştir, diyoruz. Zaten Allah, Kuran-ı Kerim’de biz bu çağları insanlar arasında döndürür dururuz, buyuruyor.[10] Zira batılılar, 1300 yıllarında başlattıkları çalışmalarını, yenilenme, değiştirme ve dönüştürme işlerini bugüne kadar getirdiler. Dünyanın geldiği nokta işte burasıdır; fizik ve metafizik alanlarda her tarafta kirlenme diz boyudur. Artık nöbet sırası bu defa Müslümanlara gelmiştir. Değişim ve dönüşümü Müslümanlar, müspet ilmin ışığında Kuran ve Sünnet yolunda giderek yeniden sağlayacaklardır. Artık 8 milyar insanlık, inandığı gibi yaşayacak, daha da insan, daha da hak hukuk ve daha da özgürlük denilecektir.

            Fazlayı biriktirme işi, İslam literatüründe “kenz” terimi ile ifade edilmiştir.  Kenz, malları birbiri üstüne toplayıp yığmak demektir.[11] Ayette altın ve gümüşü toplayıp yığanlar ve onu infak etmeyenler kötülenmekte, kendi başlarına büyük bir azap geleceği söylenmektedir.[12] İslam kültüründe altın ile gümüş paralık görevini yapmak için var edilmiş iki madendir. Serahsi Mebsut adlı eserinde aynen böyle demektedir.[13] Mecellede de “Nükud, nakdin cemi olup altın ve gümüşten ibarettir, denilmiştir.[14]

Elmalılı da altın ve gümüş bir mübadele vasıtası ve para olmaları dolayısıyla tedavül etme görevi yalnız zenginlerin arasında değil, bütün halkın genel ihtiyaçlarını temin etmek üzere tedavül etmek durumunda iken bunları tedavülden çeker ve hazinelere ve sandıklara gömüp saklarlar, diyerek bu konuda yanlış yapanları adeta uyarmaktadır.[15]

            Kenz konusunda yani altın ve gümüşü, mal ve milki biriktirip yığma meselesinde bunun ne olup ne olmadığını açıklayıcı hadisler bulunmaktadır. Ebu Davud’da kenz olunmuş mal, zekâtı verilmemiş yani vergisi verilmemiş olan altın, gümüş, mal ve para olarak açıklanmaktadır.[16]

             "Namazı kılınız, zekâtı veriniz ve Allah'a karz-ı hasen veriniz."[17] "Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır.[18] "O kimselerin mallarında isteyen ve (isteyemediği için) mahrum kalanın belli bir hakkı vardır."[19] Buradaki "belli hak"tan maksat zekâttır. Başka bir ayette de şöyle buyurulmaktadır: "Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlara hemen acıklı bir azabı müjdele."[20] Kasani, Bedayi’de ayetin aslında geçen "kenz" (yığma) den maksadın, hadisin delaletiyle altın ve gümüşün yığılması ve bunların zekâtlarının verilmemesi demek olduğunu açıklamaktadır.[21] "Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan infak edin, hayra harcayın."[22] Zekât vermek de Allah yolunda infak etmek demektir. "ihsan ediniz (karşılıksız iyilik yapın). Çünkü Allah, ihsan edenleri sever."[23] "iyilik ve (Allah'ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın; günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın."[24] Yine Kasani'nin ifadesiyle, zekât vermek demek aynı zamanda ihsan etmek, iyilik ve takva üzerinde yardımlaşmak demektir.[25]

                Lüks ve israf haramdır; ama yasak değildir. Çünkü lüks ve israf zaman ve zemine ve kişilere göre değişken bir husustur. Onun için lüks ve israf meselesi normal şartlar altında hukukun yani devletin ve yönetenlerin işi değildir. Bunlar, ahlakın alanına giren olaylar olduğuna göre bunu kontrol edecek olan toplumun ahlaki seviyesi ve kişilerin alkışlamaları ve ayıplamaları olacaktır. 

                Zenginlik peşindeki iktidara karşıyım ifadesinde birisi, zenginlik peşinde giden bir iktidar, diğeri de karşı olma gibi iki hal söz konusudur. Ben şahsen iktidarın zenginlik peşinde olup olmadığını bilmiyorum desem kendimce doğruyu söylemiş olurum. Bir defa bunun örneklerle ispatlanması gerekir. Yukarıda hep bahsettiğimiz gibi, zekâtı (vergisi) verilmiş bir zenginlik İslam’da yerilmiş değildir. Asıl yerilip kötülenen zenginlik toplumun hakkı olan resmi ve gayri resmi olarak verilmesi gereken zekât ve sadakaların verilmeyip malların biriktirilip yığılmasıdır. Kuranda Allah yolunda, toplum uğrunda harcama yapın, denildiği zaman cimrilik yaparak kaçınan kimselerin elenip gideceğini onların yerine başkalarının geleceğini bildiren ayetler vardır.[26]

             Karşı olma meselesine gelince, İslam’da nefsi hareket etmek, keyfe uymak ve heva-heves peşinde koşmak yoktur. Hatta bunlar o kadar kötülenmiştir ki, ayetlerde “Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Heva ve hevese uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır.”[27] “Kalbini bizi anmaktan mahrum bıraktığımız, boş arzu ve heveslerine uyan, işi hep aşırılık olan kimseye tabi olma.”[28] “Eğer mutlak irade onların heva ve heveslerine uysaydı, gökler, yeryüzü ve oralarda bulunan varlıklar fesada uğrar ve evrenin düzeni bozulurdu.”[29] “Sen onların arasında Allah’ın indirdiği ile hükmet, onların heva ve heveslerine uyma”[30] buyrulmuştur. Bundan dolayı İslam geleneğinde delile dayanmadan bir hüküm ileri sürmek, bir şeye karşı veya yanında olmak bilimsel değildir. Ben şundan veya bundan dolayı şu veya bu görüşteyim demek en doğru bir harekettir. İslam’da kitap sünnet ( ayet ve hadis) icma ve kıyas olmak üzere dört tane delil vardır. Hiçbir kimse bunlardan birisine dayanmadan bir şey söyleyemez ve bir iddiada bulunamaz. Mesela yılda bir defa hac olacağı hakkında icma vardır. Onun için bize göre yılda birkaç defa hac olamaz. İzdiham, hactaki izdiham, yılda 1 defa olan haccı üç veya dörde çıkarmakla önlenmez, öyle yapılırsa arefe günü Arafat’ta olanların haccı kabul,  arefe günü Arafat dağında olmayanların haccı ise kabul değildir. Hac öyle bir ibadettir ki, bir defa hacca gitmekle yerine gelmiş demektir. Ülkede bunca fakir, aç ve sefiller varken, dünyada ve Türkiye’mizde ekonomik kriz varken 3, 5 ve hatta 10, 20 defa hacca gitmenin İslam’da yerini bulmak mümkün değildir.  ABD ve AB ne gideceğine Mekke’ye Medine’ye gitsin diyenler, belki doğru söylüyorlar ama buradan haccın veya umrenin turizme dönüştüğünü de görmemizde fayda vardır derim.

           Konuşmacı burada doğru söylüyor. İslam’da adaletle hükmetmek vardır. Adaletin dışına çıkarsanız zulmetmiş olursunuz. Zulüm ise haramdır, yasaktır ve büyük bir haksızlıktır. Anacak kamu görevleri kısa veya uzun süreli mi, yoksa belli bir zaman için mi olacak bu hususta da kesin bir şey yoktur. Bunlar zaman ve zemine, örf ve âdete göre uygulanabilecek konulardır. 

           Hz. Peygamber’den sonra Müslümanlar için din adamlığı misyonu kalkmıştır. Diyanet İşleri eski başkanlarından Ahmet Hamdi Akseki İslam’da ruhani bir sulta yoktur başlığı altında şunları söylemektedir: Müslümanlıkta ruhani bir tahakküm de yoktur. Evet, İslam’da mabede dayanan bir kudret ve ruhani bir hükümet yoktur. Bir Müslüman ancak Allah huzurunda mutlak kul, Allah’tan başkasına karşı ise mutlak hürdür. Din âliminin vazifesi ancak tebliğ, irşat ve talimdir. Din âlimi, lazım olan şartlarını haiz olduğu surette, Allah’ın hükmünü, Allah’ın kanununu keşif ve beyan hakkına malik olsa da yine mücerret bir rehberdir. Beyanlarında, irşatlarında kitap ve sünnetten ve ümmetin icmaından dışarıya çıkamaz, kimsenin vicdanına tahakküm ve günahını affedemez, Allah ile kul arasında vasıta olamaz.”[31] 

            “Peygamberimiz din adamı değildir.” sözü üzerinde biraz durmak gerekir. Din Allah’tan gelen bir emir, nehiy ve tavsiyeler bütünüdür. Dini peygamberler getirir. Bize göre Hz. Peygamber’e kadar bütün peygamberler, havariler ve peygamberlerin şakirtleri dini bilen kendisine soru sorulan ve uyulan anlamında din adamıdırlar. Aynı bu açıdan baktığımızda Hz. Peygamber de vahiy alması ve Cebrail ile konuşması ve Allah şöyle ve böyle buyuruyor demesiyle tabii ki din adamıdır. Fakat Hz. Peygamber son peygamber olması dolayısıyla[32] ondan sonra göklerin kapısı kapanıp Allah ile Cebrail veya başka bir melekle irtibat mümkün olmadığı için ve Hz. Peygamber hiçbir kimseyi de kendisine vekil bırakmadığına göre, o, geriye Kuran ve Sünnet bıraktığına göre hiçbir kimse din adamı değildir. Tabir caiz ise herkes ve her Müslüman din adamıdır.     

            Sosyal İslam diye bir şey olmadığını daha önce söylemiştik. İslam’da kapitalizmin zulmünden dolayı ortaya çıkan sosyal güvenlik, sosyal refah devleti, sosyal sigortalar, sosyal siyaset ve sosyal yardım gibi kavram ve bunların uygulamaları zaten İslam düzeninde mevcut olduğu için İslam’a sosyal sıfat eklenmesine gerek yoktur. İslam toplumunda zengin ve fakir grupları vardır. Zengin olanlar vergi verirler, fakirler ve miskinler ise bütçeden kendi hisselerine ayrılmış olan paylarını alırlar. Kurandaki bir ayet, bu konuda bize yol göstermektedir.[33] 

 

           12 Eylül sadece İhsan Eliaçık Beyefendiyi işsiz güçsüz bırakmadı, tüm Türkiye’yi felç etti. Tabi bazı bürokratların şu veya bu bankaların yönetim kurumlarına ya da halk dilinde arpalık adı verilen başka yerlere tayin edilenler, bunun dışında kalan imtiyazlı şahsiyetlerdir. 

            Melek, cin ve şeytan hakkında kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Daha doğrusu dini kaynaklarda bunlar hakkında tam doyurucu bir şekilde bir açıklama mevcud değildir. İslam âlimleri ve başkaları tarafından söylenen şeyler hep yorumdan ibarettir. İslam’da meleklerin varlığına inanmak ayetlerde belirtildiği üzere[34] inanç esasları arasında sayılmıştır. Melek tanım yapan eserler “Farklı suretlere girebilen ve duyularla algılanamayan nurani varlıklar” olarak tarif edilmiştir.[35]  Melekleri Allah’ın gücü olarak yorumlamaktan ziyade, Allah’ın emrine amade olan memurları, kullandığı vasıtalar insan ve diğer varlıklar arasında çalışan ara elaman denilebilir görüşündeyim.

        Cin de yine duyularla idrak edilemeyen, insanlar gibi şuur ve iradeye sahip bulunan, ilahi emirlere uymakla yükümlü tutulan ve mümin ile kâfir gruplarından oluşan varlıklar anlamına gelir.[36]

         Şeytan (ve İblis) hakkında içimizdeki ateştir demek çok iddialı bir ifade olur. Çünkü Allah, Hz. Âdem’i yaratıp meleklere Âdem’e secde edin dediği zaman İblis müstesna tüm melekler secde etmişti.[37] Diğer taraftan İmran’ın karısı kızını doğurunca ona Meryem adını verdi ve Allah’a onu ve onun neslini kovulmuş şeytanın şerrinden koruması için sana emanet ediyorum, diye yalvardı.[38] Buna göre şeytan insanın içinde değil, hele ateş hiç değildir. Şeytan olsa olsa hayatı insan için bir imtihan alanı kılan Allah’ın[39] müspet mefi, artı ve eksi kutuplardan meleği artı dersek eksi melek diyebileceğimiz bir varlıktır şeytan. Yani melek, insan için olumlu çalışırken şeytan ise onu saptırmaya, yanlış yapmaya sevk eden insanın dışında ama onu etkileyen bir varlıktır, diyebiliriz.

              Kader ve takdir kelimeleri inanç ve itikat ile ilgili olan terimlerdendir. Arapçada çok harf çok manaya delalet etmesiyle takdir başka şey kader ise başka şeydir. Bu her iki kelimenin Allah’ın ilmi ve ezelde takdir buyurması, ölçüp biçip planlaması gibi Allah’a bakan tarafı olsa da biz burada sadece iki kelimenin bize bakan tarafıyla açıklamaya çalışacağız. Bizim, bir kul olarak ve bir insan olarak üzerimizde irade dışı etkiler olduğu gibi bir de irademizle yaptığımız olaylar vardır. Bizim şu yerde, şu zamanda, şu anne ve babadan doğmamız, simamızın, boyumuzun ve görüntümüzün şöyle veya böyle olması Allah’ın bir takdiri olup bizim irademizin dışında olmakla, artı veya eksi yüklü değil, günah ve sevap tarafı da yoktur. Kadere gelince bu da bizim irademizle yaptığımız hareket ve davranışlardır ki, bunlarda Allah’ın izin ve müsaadesi de vardır. Mesela Allah Teâlâ kulun bir şeyi yapmasını istedi, fakat kul yapmadı ve yapmak istemedi. O iş olmaz. Fakat kul bir şeyi yapmak arzu etti, ancak Allah izin vermedi, o şeyin olmasını istemedi ise o iş de olmaz. Yani insan için bir şeyin olabilmesi için o konuda Allah’ın iradesi ile kişinin iradesinin buluşması gerekir. Buna göre sanki kader bir tarafında Allah’ın diğer tarafında da kulun bulunduğu ve birlikte ördükleri bir duvar gibidir.     

           Miraç yoktur ve miraç ruhani bir vizyondur, sözü kadar Kuran’a ters düşen bir şey olamaz. Çünkü miraç olayı ayet ile sabittir. Çünkü ayette “Kulunu (yani Hz. Muhammedi) bir gece Mescidi Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksaya ayetlerimizden bazılarını göstermek için götüren (Allah her türlü eksikliklerden) münezzehtir.”[40] Bu ayetin aslında geçen abd: kul kelimesi Hz. Muhammed’in zatına delalet eder. Min harfi olayın başlangıcı ila harfi de sonucunu gösterir. Bu demektir ki, Hz. Peygamberin geceleyin bedenen Mescidi Haramdan Mescidi Aksaya kadar gittiği bu ayetin zahiri manasıyla sabittir. Bundan sonrası ise ayette meskutün anhtir yani açıklama yoktur.  

        Müslümanların dini alanı daralttıkları bir gerçektir. Eliaçık, bu konuda doğru söylüyor. Sadece namazla ve örtünmekle tabii ki, bir yere varılamaz. Bu konuyu ben şöyle düşünüyordum. Müslümana sor, İslam nedir de; o sana İslam, namaz, oruç, hac, zekât, kelimeyi şehadet, içki içmemek ve açık-çıplak gezmemek diye cevap verir. İslam karşıtına sor, İslam nedir de, o da sana İslam, el-kol kesmek, dört kadınla evlenmek, zina edenleri recmetmek ve sarhoşları kırbaçlamak diye cevap verir. Ben de derim ki, bunlardan al birini vur diğerine. Allah bütün Müslümanları hidayet etsin…Bugün Müslümanların tek problemi ilim, ilim ve yine ilimdir. Müslümanların din bilgileri ve uygulamaları ve İslam’ı bilmeleri maalesef üzülerek söylüyorum, içim yanarak söylüyorum ki, İslam’a uygun değildir. Bireylerin, toplumların, dini cemaat, grup ve tarikatların, velhasıl biz, diniyiz diyenlerin, dine ters düşen pek çok yönleri bulunduğunu söylemezsem Allah beni yakar. Ama bireylere birey olarak hiçbir diyeceğim yoktur. Ancak etrafına insanları toplayıp da onlara gerçekleri söylemeyenlere Allah’ın sorgulaması şiddetli olacaktır. Çünkü dinde ikame kanunu yürümez; âlim olsa da İslam’da kişilere ittiba yoktur, eski dinlerde din adamlığı ve din adamlarına bağlanma bulunmakla beraber İslam’da din adamlığı ve bu din adamlarına bağlanma diye kesinlikle bir şey yoktur. İslam’da sadece ve sadece Allah’a tevekkül edip bağlanma vardır. “Göklerin ve yerin gaybı Allah’a mahsustur. İşlerin tümü Allah’a döndürülür. Öyleyse sen O’na ibadet et, O’na tevekkül et (O’na bağlan). Allah sizin yaptıklarınızdan gafil değildir.”[41] Müslümanlar, bir düşman ve bir korku karşısında bile “hasbünallah ve ni’melvekil” (bize Allah yeter, O, ne güzel vekildir) derler.[42] (Ey peygamber, sen üzülme) Eğer Allah dileseydi, (onlara seçme özgürlüğü vermeseydi) onlar şirk koşmazlardı. Biz seni onların üzerine muhafız-bekçi dikmedik ve sen onlar için bir vekil-sorumlu da değilsin.”[43] “Ey insanlar! de, size Rabbinizden hakikat (yani Kuran) gelmiştir. Buna göre kim doğru yolu seçerse kendi lehine seçmiş olur. Kim de sapıtırsa kendi aleyhine-zararına olur. Biliniz ki, ben size vekil-yardımcı değilim.”[44] “Buna göre kim, zerre kadar bir iyilik işlerse onu görür, kem de zerre kadar bir kötülük yaparsa onun cezasını çeker.”[45] “Kim doğru yolu seçerse kendi lehine seçmiş olur. Kim de doğru yoldan saparsa kendi aleyhine-zararına sapmış olur. Kimse kimsenin günahını yüklenmez.”[46]    

               KIBLE, namaz kılarken önümüzü-yönümüzü çevirdiğimiz Kâbe tarafına verilen addır. Kabe, Kuranda Kabe’yi, bu kutsal evi Allah’ın insanları ayakta tutan (hayat verip yaşatan) bir amil kıldığı” buyrulmaktadır.[47] Kabe , Allah’ın sembolik evidir, sözünü kabul etmemiz mümkün değildir. Kuranda Kabe için “beytüllah” ifadesi yoktur ama, beyti:evim ifadesi vardır.[48] Kabe’nin sembolik bir tarafı varsa o da sanki Kabe bir merkezdir; Dünyadaki tüm Müslümanlar oraya döndüklerinden sanki Kabe bir dairenin merkezi gibidir ve artık buna göre Kabe dünyanın merkezi durumundadır. Kâbe’nin Allah’ın evi olması meselesine gelince, insanlar Allah’ın yeryüzünde halifesi olmakla, Kâbe de tüm Müslümanların ortak evidir. Onun için Kâbe sadece Suudluların emir ve komutasında olan bir yer olamaz. Çünkü Allah’ın evi demek, tüm Müslümanların evi demektir.

           Kâbe ne tarafta bilmediğimiz zaman sorup aramaya başlar ve bulmaya çalışırız. Bulduklarımıza dayanarak Kâbe bu tarafta diye karar veririz ve o tarafa doğru namazımızı kılarız. Buna teknik ifade ile içtihat adı verilir. İslam’da bireyin ve toplumun kararı olmak üzere iki türlü karar vardır. Bunun dışında üçüncü bir karar yani İslam’da teslis: üçleme yoktur. Birey içtihatla karar verir, toplum ise şura ile karar verir.            

        “Hz. Muhammed ümmi değildir”, sözü Kurana terstir. Çünkü Araf Suresinin 158. ayetinde Hz. Peygamberin RESUL, NEBİ ve ÜMMİ olduğu açıkça ifade edilmiştir. Onun için Hz. Muhammed ümmi değildi, sözü yanlıştır. Ama şöyle bir açıklama getirilebilir. Hz. Peygamber okuyup yazıyordu yani okuma ve yazma biliyordu ama

Mesela bugün dediğimiz gibi tahsilli değildi, okumuş değildi. Yani Hz. Muhammed o günkü eğitim kurumlarından birisine gidip de ders almış değildir, denilebilir.

  

         İkra’ oku demek değildir, sözü, boş bir iddiadır. Bilimsel hiçbir tarafı yoktur. Bu kelime tebliğ manasına da gelir, demek en doğrusudur. Okuma fiilini bu kelimeden söküp atamayız. Çünkü tüm lügatler aynı şeyi söylerler. Hatta bu kelime toplayıp bir araya getirmek manasına da gelir. [49]

           "CENNETTE HURİLER YOK!"

            Bu ifadenin de gerçeklerle alakası yoktur. Çünkü hur kelimesi havraae kelimesinin çoğuludur. Rağıb el-İsfahani’nin Müfredat’ına baktığımız zaman hurun kelimesinin ahvaru ve havraae’nin çoğulu olup gözün güzelliğinin en mükemmel şekli diye açıklama yapıldığını görürüz. Buna göre kelime müennes olmasıyla güzel gözlü kadın ve kadınlar anlamına gelir. Eğer hur aydınlık olsaydı, ayette geçen çadırlarda-otağlarda tahsis edilmiş (özel) huriler vardır, ifadesi tahsis edilmiş aydınlık vardır, demek olur ki, bu da anlamsız bir deyiş olurdu.   

"HZ. İSA GELMEYECEK!.. "

 

Bugün Müslümanlar arasında Hz. İsa’nın gelmesi ve mehdinin gelmesi gibi inanışlar vardır. Bunlar haberi vahid dediğimiz hadislere dayanır. Halbuki böyle haberi vahid yoluyla gelmiş olan hadisler, inançlar için delil olamaz. Kaldı ki, bu inançlar, bize ve bizim kültürümüze Yahudi ve Hristiyanlardan geçmiştir.  Tevrat ve İncil’de asıl kurtarıcı sonra gelecek, şeklinde Hz. Peygamberi gösterip işaret eden ifadeler vardır.  Elmalılı eserinde “Hani, Meryem oğlu İsa, “Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah’ın size, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygamberiyim” demişti. Fakat (İsa) onlara apaçık mucizeleri getirince, “Bu, apaçık bir sihirdir” dediler.”[50] ayetinin tefsirinde Yuhanna İncilinde Hz. Peygamberde Faraklit diye bahsedildiğini, Hz. İsa’nın ben pedere gideceğim sonra Faraklit gelecek ben gitmezsem o gelmez dediğini söylemektedir.[51]

Böylece Hz. Peygamber’in geleceği meselesi, mehdi gelecek inancına dönüşüp gitmiştir. Hz. İsa’ya gelince bize göre de Hz. İsa ölmüştür. Çünkü Kuranda “Biz senden önce hiçbir kimseye ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen sanki onlar ebedi mi kalacaklar?”[52] Diğer taraftan Hz. İsa, bir insan olarak dünyada fiziki âlemde ve üç boyutlu mekânda idi sonra Allah’a yükseldi. Yani üç boyutlu mekânın dışına çıktı. Onun biyolojik yapısı ölmeden boyutluluğu nasıl dayanacaktır.

Hz, İsa’nın gelmesi meselesine gelince bana göre de Hz. İsa gelmeyecektir. Hz. Muhammed Peygamberlerin hatemi yani sonudur.[53]

    Netice olarak bu yazı hakkında şunları söyleyebiliriz. Bu iddialar dayanaktan çok yoksundurlar. Bilim ve bilimsel düşünce ve hüküm kesinlikle delile dayanmalıdır. İslam’da delilsiz konuşulamaz ve bir mesele hakkında hüküm verilemez. Dini bir konuda bilgi ve hükümler felsefe yapıp akıl yürütmekle elde edilmez. Delil İslam’da kitap, sünnet, icma ve kıyastır. Bunun dışında bir delil olamaz.

      Hem dinde ifrat ve tefritler de yoktur. Fen bilimlerini koyan Allah olduğu gibi, sosyal bilimleri de Allah koymuştur. İradeli her hareket dinidir; sevabı ve günahı vardır. 

 



[1] Buhari, Kitabu'l-İlm, 11; İbn Mâce, Mukaddime,117, No, 223.Tirmizî, Kitabu'l-İlm, 9, No, 2822; Ebu Davud, Kitabu’l-İlm,1, No, 3641

[2] Nahl 16/ 43; Enbiya 21/ 7 

[3] Ankebut 29/ 45

[4] Tirmizi, İman, 8; İbn Mace, Fiten, 12; Müsned V, 231, 237; Hâkim, Müstedrek, II, 76Keşf-ul Hafa, II, 31; Keşf-ul Hafa, II, 31

[5] Nur 24/ 27-28

[6]Nisa 4/ 6

[7] Mearic 70/ 24-25  

[8] Kehf 18/ 29

[9] Ra’d 13/ 11

[10] Ali İmran 3/ 140

[11] Rağıb el-İfehani, Müfredat, s, 442

[12] Tevbe 9/ 34

[13] Serahsi, Mebsut, XII, 115

[14] Mecelle Madde: 130, s, 32

[15] Elmalılı, III, 2520

[16] Ebu Davud, Zekât, 3, No: 1563–1564; Razi, XVI, 44

[17] Müzzemmil 73/ 20.

[18] Zariyat 51/ 19.

[19] Mearic 70/ 24-25.

[20] Tevbe 9/ 34

[21] Kasani, Bedayi, II, 5

[22] Bakara 2/ 267

[23] Bakara 2/ 195

[24] Maide 5/ 2.

[25] Bkz. Kasani, Bedayi', II, 2.

[26] Muhammed 47/ 38

[27] Sad 38/ 26

[28] Kehf 18/ 28

[29] Müminun 23/ 71

[30] Maide 5/ 49

[31] Ahmet Hamdi Akseki, Ebedi Risalet adlı esere yazdığı Mukaddime, s, 20

[32] Ahzab 33/ 40

[33] Bak, Tevbe 9/ 60

[34] Bakara 2/ 285; Nisa 4/ 136

[35] Bak, Tarifat, melek maddesi.

[36] Bak, İslam Ans. Cin Maddesi

[37] Bakara 2/ 34

[38] Ali İmran 3/ 36

[39] Mülk 67/ 2

[40] İsra 17/ 1

[41] Hud 11/ 123

[42] A. İmran 3/ 173

[43] Enam 6/ 107

[44] Yunus 11/ 108

[45] Zilzal 99/ 7-8

[46] İsra 17/ 15

[47] Maide 5/ 97

[48] Bakara 2/ 125; Hac 22/ 26

[49] Bak, Kamus (Asım Efendi Tercümesi) I, 80

[50] Saff 61/ 6

[51] Elmalılı, Hak Dini, VIII, 14

[52] Enbiya 21/ 34

[53] Ahzab 33/ 40



*DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi


 

emailrol.gif (21439 bytes)

arrow1b.gif (1866 bytes)

.