.

Kur'ânın İktisadî (ekonomik) Tefsiri


Prof. Dr. Osman Eskicioğlu*

MAİDE SURESİ

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 1

“Ey müminler, sözleşmelerinizi yerine getiriniz…”

Ukûd : Bu kelime akd’in çoğuludur. Akd ise düğüm bağlamak demektir.[1] Daha sonra bu kök manaya dayanarak bir kimseyi bir şeye veya iki kişiyi karşılıklı olarak bağladığı için sözleşmeler, alış-veriş, kira, kefalet, nikâh, ortaklık… ve borçlanma gibi sözleşmelere akd adı verilmiştir.[2]

Cassas, akd’in bir kimsenin bir işi kendisinin veya başkasının yapması için bağlayıcı olarak yaptığı bir anlaşmadır, diye bir tarifini nakleder.[3] Türkçede akid, mukavele, sözleşme ve anlaşma kelimeleri hep aynı manaya gelir. Mecellede akid şöyle tarif edilmiştir. Her iki tarafın bir hususu iltizam ve taahhüt etmeleridir ki, icap ve kabulün irtibatından ibarettir.[4]

Akd kelimesi çoğul olarak getirildiği için alış-veriş, kira, ücret ve bütün sözleşmeleri içersine alır. Ayrıca bu kelime kişinin bizzat şahsı ile ve malı ile kefil olabileceğine de delalet eder.[5]

Îfâ : Dirhemin miskale denk gelmesine vefâ derler.[6] Îfâ ise verilen bir sözü, yapılan bir anlaşmayı tastamam eksiksiz olarak yerine getirilmesi demektir. Bu sebeple yapılan akdin bütün maddeleri hiçbiri düşürülmeksizin yerine getirilir. Onun için bunun birini yapmamak bütününü yapmamak demektir. İfa ve akid kelimeleri ikisi de çoğul olduğu için her bir sözleşme ayrı ayrı sorumluluğu gerektirir. Herkes kendi yaptığı sözleşmeden sorumludur.

Ukûd kelimesi belirli olarak getirildiği için belli sözleşmelerin muteber olacağını anlamak mümkündür. Başındaki bâ harfinden de anlaşılacağı üzere anlaşmaların madde madde kısım kısım ifa edileceği düşünülebilir.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Müslümanlar verdikleri sözleri yerine getirirler.

2- Müslümanlar birbirlerini verdikleri sözleri yerine getirmeye teşvik ederler.

3- Bir kimsenin bir işi kendisinin veya başkasının yapması için bağlayıcı olarak yaptığı anlaşmaya sözleşme (akid) adı verilir.

4- Bir sözleşmede maddelerin herhangi birini bozmak, bütün sözleşmeyi bozmak demektir.

5- Ancak belli olan meşru sözleşmeler muteberdir.

6- Herkes, yapmış olduğu kendi sözleşmelerinden sorumludur.

7- Sözleşme her iki tarafın rıza ve taahhüdü ile yapılır.

8- Sözleşmeler, madde madde, kısım kısım ifa edilebilir.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 2

“Ey İnananlar!...iyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlaşın, günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın…”

Teâvün : Daha önce geçtiği üzere[7] yardımlaşmak demektir.

Birr : Daha evvel açıklandığı gibi[8] iyilik demektir.

Takvâ : Daha önce söylendiği üzere[9] sakınmak-korunmak demektir.

Bu iyilikte yardımlaşmayı, Allah’a itaat olan bütün her şeyde yardımlaşma manasında anlayanlar ve bu yardımlaşmanın vacip olduğunu söyleyenler vardır.[10] Bu genel ifadeyi özelleştirerek sosyal yardımlaşma, insanların ihtiyaçlarını temin etme ve dul kadınlara yardım etmek, yol yapıp su getirme ve savaş araç ve gereçlerini hazırlama şeklinde düşünenler de vardır.[11]

“Günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın”, ifadesinde de Allah’a isyan demek olan hiçbir şeye yardım etmemek gerektiği ve bunun haram olduğu anlaşılır.[12] Böylece günah ve yasak olan fiiller, hırsızlık, zulüm, başkalarının hak ve hukukuna tecavüz etmek ve işlenen cinayetlere muzahir olmanın-desteklemenin yasak olduğu esası ortaya çıkar.

Ayette genel olarak iyi ve kötü işlerden bahsedilmekte, iyi işlerde Müslümanların birbirlerine yardım edeceği, kötü işlerde ise asla müzahir olmayacakları-arka çıkmayacakları anlaşılmaktadır. Bu emir ve nehiy fiilleri de çoğul getirilmekle, bu işi toplumun yapması gerektiği, iyi işler olan müspet olumlu davranışların devletin teminatı altında bulunması; kötü işler olan menfi olumsuz davranışların ise ne bireyden ve ne de toplumdan-devletten yardım görmemesi şeklinde anlaşılabilir. Bu iyilik ve kötülüğü ifade eden kelimelerin belirli olarak gelmelerinden bu iki çeşit fiilin toplumda belirlenmesi gerektiği esası orta çıkar.

Hz. Peygamber de zaten bir hadislerinde bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmuşlardır: "Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da tebrie etmiş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan bir çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah'ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası vardır ki, eğer o sağlıklı olursa cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun, bu et parçası kalptir."[13]

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Fiil ve davranışlar, müspet-olumlu işler ve menfi-olumsuz işler olmak üzere iki kısma ayrılır.

2- Müspet-olumlu işler, yapılır; menfi-olumsuz işler ise terk edilir, onlardan sakınılır.

3- İyi işler şeriatın müsaade edip izin verdiği ve yapılmasını buyurduğu meşru fiillerdir.

4- Kötü işler şeriatın izin vermediği ve yapılmasını yasakladığı fiillerdir.

5- Her türlü meşru hareket ve davranışlar ve sözleşmeler devletin teminatı altındadır.

6- Gayri meşru fiiller ve sözleşmeler hiçbir zaman devletin desteğini alamazlar ve devletin teminatı altında olamazlar.

7- Haram ve helal şeyler, iyi işler ve kötü işler toplumda belirlenip açıklanmalıdır.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 3

“Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, (henüz canı çıkmamış iken) kestikleriniz hariç; boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. İşte bütün bunlar fısk (Allah’a itaatten kopmak)tır. Bugün kâfirler dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim. Kim şiddetli açlık durumunda zorda kalır, günaha meyletmeksizin (haram etlerden) yerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”

Bu ayette yenilmesi yasaklanan ve pis olan şeylerden bahsedilmektedir.

Meyte : Ölü yani kesilmeden ölmüş olan hayvan demektir.

 Dem : Kan, akmış olan kan. Bu akmış olan kan anlayışı Ebu Hanife’nin görüşüdür. İmam Şafii’ye göre akmamış olan kan da haramdır. Hayvan kesildiği zaman dalak ve ciğer ve damarlarda kalan akmamış kanlar, Ebu Hanife’ye göre helal, Şafii’ye göre ise haramdır.[14]

Lahm-ül Hınzîr : Domuz eti.

Domuz etinin haram olduğu hususunda İslam âlimleri icma ve ittifak etmişlerdir.[15] Domuzun kılı ve derisinden faydalanılması konusunda ihtilaf edilmiştir. Ebu Hanife ve Muhammed’e göre domuzun kılı ayakkabı dikiminde kullanılabilir. Şafii’ye göre ise kullanılamaz.[16]

Domuzun derisine gelince, derilerin tabaklanmak suretiyle temiz hale geldikleri insanlar tarafından bilinmektedir. Deri pis olsa bile yani ölmüş bulunan bir hayvanın derisi olsa da tabaklanmak suretiyle temiz hale gelebilir. Ölmüş bulunan bir koyunun derisinden faydalanma konusunda Hz. Peygamberin bir tavsiyesi vardır.

Hz. Meymune’nin azatlı bir cariyesine sadaka olarak bir koyun verilmişti, bir gün koyun öldü. Ona dua ve selam olsun, Allah’ın Elçisi rastladı ve dedi ki;”Bunun derisini alsaydınız tabaklardınız, ondan yararlanırdınız.” Dediler ki, o ölüdür. Dedi ki;”Yalnızca onun yenmesi haram kılınmıştır.”[17]

Davud Zahiri ve arkadaşları tabaklandığı zaman domuz derisinin temizleneceğini ileri sürerler. Ebu Hanife ise bu görüşü kabul etmez.[18]

Burada ölü hayvanların eti, yağı ve derisinden faydalanmanın hükmü hatıra geliyor. İslam hukukuna göre pis yani haram olan şeyleri alıp satmak da haramdır. Bunlardan faydalanmak ise hukukçular arasında ihtilaf edilmiş bir konudur. Aslında temiz olup da ölüm ve pislik karışması yüzünden böylece sonradan pis hale gelen şeyler, başka yerlerde kullanılabilir. Mesela ölen bir hayvanın içyağları ve her hangi bir sebeple pis hale gelmiş olan zeytinyağı ise ışık ve motor işletmek için kullanılabilir. Bu gruba giren bütün mallar böyle düşünülüp aynı hükme tabi tutulabilirler.[19] 

Nevevi, Hz. Peygamber’in bu konudaki hadisini açıklarken Şafii ve arkadaşlarına göre böyle pis yağların gemilerin işletilmesinde, aydınlatmada yani yeme ve vücuda sürmenin dışında kalan bütün harcamalarda kullanılabileceği görüşünü nakletmektedir.[20]

İhlâl : Çocuk doğduğu anda sesini yükselterek bağırmasına denir.[21] Müşrikler mabutlarına kurban kestikleri zaman Lat adına, Uzza adına diyerek onların isimlerini yüksek sesle söylerler ve böyle bağırarak kesmeye ihlâl denilmiştir. Daha sonra da hayvanı sesli olarak ve sessiz olarak kesmeye bu ada verilmiştir.[22]

Hayvanı yaratan, onu insana musahhar eden ve kesme hak ve kudretini veren Allah olduğu için, o hayvanı Allah’tan başkası adına kesmek büyük bir zulüm ve şirktir. Böyle kesilen bir hayvan da manevi ve hukuki değeri ile murdar ve haramdır.[23] Buradan anlaşılıyor ki, meşru olan bir fiil, kasıt ve niyetle gayri meşru hale gelebilir.

Münhanik : Boğulmuş hayvan. Takıldığı ip, kemend, el, ağaç, taş arasına sıkışarak, herhangi bir suretle nefesi tıkanarak boğulup ölen hayvan.

Mevkûze : Vurulmuş hayvan. Yakından veya uzaktan, herhangi bir darbe ile vurulup böylece ölmüş olan hayvan.

Müteraddiye : Yuvarlanmış hayvan. Yüksekten aşağıya veya bir çukura, bir suya düşüp ölmüş olan hayvan.

Natîha : Toslanmış olan hayvan. Başka hayvanlar tarafından boynuzlanmış ve süsülmüş olduğu için ölen hayvan.

Sebüu’ : Yırtıcı canavar.[24]Sivri dişleri bulunan, aslan, kaplan, kurt, köpek ve saire gibi aniden saldırır, kapar ve katleder cinsinden olan herhangi bir yırtıcı hayvanın yediği davar da haramdır.[25]

Nusub : Dikili taşlar, abide demektir.[26] Burada taş adına kesilen, Allah’tan başkası adına kesilen gibidir. Allah’tan başkası adına kesilirken, niyet ve maksat manevi idi, Burada ise taş veya herhangi bir put olarak maddeleşmiş bulunmaktadır. Böylece zahiri davranışlar, kasıt yerine geçmiş olmaktadır.

Ezlâm : Bu kelime, zelem veya zelm’in çoğulu olup kumar okuna denir.[27]

İstiksâm : Ayırmaya, bölüştürmeye, hisse, nasip ve pay bölüştürmeye kasm derler.[28] İstiksâm ise ekonomideki inkısam yani bölüştürmedir. Buradaki yasaklanan bölüştürme, fal okları yani bir nevi kur’a ile pay ayırmadır.

Buradaki fal okları ile kısmet aramak, kumara delalet ettiği gibi kur’a yoluyla taksim yapmaya da delalet eder.[29] Onun için kur’a çekme usulünün her zaman ve her yerde ve her şey için uygulanması caiz değildir.[30] Kur’a çoğunlukla aynı haklara sahip taraflar arasında arazi veya eşya taksiminde kullanılır. Katlanmış kâğıtlar ile yapılan piyangoya da kur’a adı verilir.[31]

Çeşitli hadis kitaplarında kaydedildiği üzere Hz. Peygamber’in birkaç meselede kur’aya başvurduğu olmuştur.[32] Fakat bu Kur’a usulü hak taksiminde uygulanacak asıl bir yol değildir. Şans ve talihe bağlanmak insan iradesini öldürür. Bu sebeple hisseleri dağıtan kimse kur’aya başvurmadan ortaklara paylarını dağıtsa, ortaklar almak zorundadırlar. Çünkü kur’a gönül almaktan ibaret olan bir şey olup zaten Hz. Peygamber de onu bu maksatla yapmıştır.[33]

Fısk : Taze hurmanın kabuğundan dışarıya fırlayıp çıkmasına denir.[34] Buradan alınarak şeriatın dışına çıkmaya, günah işlemeye, düzenin dışına çıkmaya da fısk adı verilmiştir, diyebiliriz.

Burada kâfirlerin Müslümanların dininden ümitlerini kestikleri haber verilmektedir. Bu, devlet düzeninin güçlendikten sonra yerleşebileceğini ifade eder. “Onlardan korkmayın benden korkun” ifadesinden de devlet düzeninde içerden ve dışardan gelecek reaksiyonlara karşı taviz verilmemesi gerektiğini anlamak mümkündür.

Ayetin sonunda haram ve yasak edilmiş olan gayrimeşru şeylerin zaruret halinde helal ve meşru sayılmakta ancak günaha meyil maksadının taşınmaması şart koşulmaktadır. Böylece zaruret halinde işlenen gayri meşru bir fiilin istenerek ve hoşlanarak yapılması, onun ruhsatını ortadan kaldırmaya sebep olabilir. Dinin yasak ettiği bir şeyi yapmaya veya yemeye mecbur eden duruma zaruret hali denir.[35]

Zaruretler[36] yasak olan şeyleri mubah[37] kılar. İkrah (icbar ve zorlama), açlık, fakirlik gibi, can korkusu veya herhangi bir uzvun telef olmasını gerektiren durumlar, zaruret hali sayılır.[38] Yani zarurette canın veya herhangi bir uzvun telef olma korkusunun bulunması şarttır. Mesela dayak gibi bu neticelere götüren şeyler de zarureti gerektirir.[39] Ancak bu gayri meşru fiili istemeye istemeye ve zorla yapmak esastır.[40] Ebu Hanife ile Şafii zaruret halinde yeme ve içme sınırının ancak ölümden kurtulacak kadar olduğunu söylerler.[41] Ancak kendisi ile geçim temin edilen bir şeyin haram kılınması bir zorluktur. Hâlbuki Allah dinde Müslümanlar üzerine hiçbir zorluk yüklememiştir.[42] Onun için dinde bir zorluk yoktur. Hayatı sağlayan şeylerin haram kılınması da bir zorluktur. Böyle bir şeyin olması şeriat bakımından asla mümkün değildir.[43]

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

                  1- Ölmüş olan davarların etleri yenmez.

2- Ölmüş olan davarların pis derileri tabaklanmak suretiyle temiz hale gelir ve kullanılabilirler.

3- Alıcıya söylemek şartıyla mesela içine fare düşmüş ve ölmüş olan bir yağı satmak caizdir.

4- Pis olan yağlar, ısı, ışık, aydınlatma ve motor çalıştırmada kullanılarak faydalı hale getirilirler.

5- Ölmüş hayvanların murdar olan eti, yağı ve diğer azaları uygun yerlerde harcanarak faydalanmada bir mahzur yoktur.

6- Her ne suretle olursa olsun, hayvandan dışarı çıkmış akmış olan kan yenmez.

7- Domuz eti ve beslenme konusunda domuzdan daha üstün olan yırtıcı hayvanların etleri yenmez.  

8- Domuz kılından ayakkabı dikimi gibi işlerde faydalanmak caizdir, bu haram değildir.

9- Meşru olan bir şey, kasıt ve niyetle gayri meşru hale gelebilir. Mesela putlar için kesilmiş olan bir davarın etini yemek gayri meşrudur, haramdır.

10- Boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanmış, süsülmüş, canavar tarafından parçalanmış ve putlar üzerinde kesilmiş olan hayvanların etleri yenmez, gayri meşrudur.

11- Gayri meşru olan şeyler, zaruret hallerinde kasıtla ve niyetle meşru hale gelebilir. Mesela köpeğe yakalatma ve tüfekle vurma gibi fiiller neticesinde elde edilen hayvanların etlerini yemek helaldir.

12- Bir davarın etinin yenilebilmesi için onun kesilmiş-boğazlanmış olması şarttır.

13- Zahiri davranışlar kasıt yerine geçer. (Bir hayvanı put üzerinde kesmek onu puta niyet ederek kesmek gibidir.)

14- Her türlü kumar, piyango, talih ve şans oyunları gayri meşrudur.

15- Kur’a usulü ile taksim yapmak, her yerde ve her şey için geçerli olan bir yol değildir.

16- Düzenin yasakladığı şeyleri yapmak düzenin dışına çıkmak demek olur.

17- Toplumun sahip olduğu düzen güçlü hale geldiği zaman bu devlet düzeni kurulmuş ve oturmuş olur.

18- Oturmuş bir devlet düzeninde içerden ve dışardan gelen reaksiyonlara karşı taviz verilmemesi gerekir.

19- Dinin yasak ettiği bir şeyi yapmaya, yemeye veya içmeye mecbur eden hale zaruret hali denir.   

20- Zaruret hallerinde gayri meşru olan şeylere müsaade edilip izin verilir.

21- Canın veya bir uzvun telef olması gibi durumlar zarureti gerektirir.

22- Zaruret halinde verilen bir ruhsat hiçbir zaman devamlı olmaz ve devamlı bir meşruluk anlamı taşımaz.

23- Gayri meşru işlerin zaruret hallerinde isteme istemeye ve zorla yapılmış olması şarttır.

24- Zaruret hallerinde işlenen gayri meşru bir iş, isteyerek ve hoşlanarak yapılırsa ruhsat kalkar ve haram işlenmiş olur.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 5

“… Kendilerine kitap verilenlerin yemekleri size, sizin yemekleriniz de onlara helaldir. Hür mümin kadınlarla, sizden önce kendilerine kitap verilenlerin hür kadınları, namusunuzu muhafaza etmek, zina etmemek, gizli dost tutmamak, kendilerine mihirlerini verip nikâhlamak şartıyla size helaldir...”

Bu ayette biri yemek, diğeri ise evlenmek gibi iktisadi ve siyasi iki meseleden bahsedilmektedir. Ehl-i kitabın yiyecekleri bize helaldir. Buradaki taâm : yiyecek kelimesinin kestikleri hayvana veya her türlü yiyeceğe delalet ettiği hususunda görüşler vardır.[44] Yalnız bunun bize helal kılınmış olan yiyeceklerden olması şarttır.[45]

Ayette yine ehl-i kitabın namuslu kadınları ile evlenme izni verilmektedir. Bu ehl-i kitab ifadesini kitap sahibi, yazılı kanunları olan yani yazılı düzeni bulunan devletlerle, siyasi ve iktisadi münasebetler kurulabileceği şeklinde anlamak mümkündür.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Ehl-i kitabın namuslu olan kadınları ve kızları ile evlenmek caizdir.

2- Ehl-i kitabın helal olan yiyecekleri, giyecekleri Müslümanlara da helaldir.

3- Yazılı bir düzeni bulunan devletlerle iktisadi ilişkiler kurulabilir.

4- Yazılı bir düzeni bulunan devletlerle siyasi ilişkiler kurulabilir.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 8

“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe götürmesin.”

Burada genel bir ifade kullanılmıştır. Her devlet, her toplum ve her kes hakkında adaletli davranmak esastır.[46] Dinsizlere bile adaleti uygulamak gerekir. Zira İslam toplumunda yaşayan kimse Yahudi, Hıristiyan, Mecusi, sabi, putperest veya dinsiz-ateist biri olabilir.[47] Dış siyasette adalete bu kadar önem verilirken bu konuda iç siyasette ne kadar titiz davranılacağı düşünülmelidir.[48]

Burada aynı zamanda cezanın şahsiliği ve mevziliği esası da getirilmektedir. Bir dizsiz kişiye bile adaletli davranılacak, işlediği suç ne ise o kadar ceza verilecek, dinsizliği yüzünden cezası artırılmayacaktır. O halde ceza suça ve suçtan dolayı verilir. Fazla suçtan dolayı cezanın artırılmasına gidilmez. Suçluya verilecek ceza başka suçlardan dolayı ağırlaştırılmaz.[49]

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Hukuk düzeninde haklar Müslim ve gayri Müslim ve dinsiz gözetilmeksizin eşit şartlarla korunur.

2- Ceza suça verilir; suçlunun şahsına verilmez. Yani suç işleyen kim olursa olsun, aynı suçtan dolayı, aynı ceza verilir. Hükümlünün başka suçları, cezanın ağırlaştırılması için bir sebep teşkil etmez.

3- İslam ceza hukukunda şahsilik ve mevzilik esastır.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 16

“Allah o kitap ile rızasına uygun hareket edenlere selamet yollarını gösterir. Onları izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru bir yola sevk eder.”

Sübül-üs selâm : Buna selamet yolları, selam yurdunun yolları, cennet yolu ve Allah’ın koyduğu şeraitler gibi anlamlar verilmiştir.[50] Burada sübül kelimesi çoğul olarak gelmekle selamete giden yolların bir tek değil birkaç tane olabileceği anlaşılmaktadır ki, bu da Kuran-ı Kerim’de ekonomik açıdan değişik yolların gösterildiğini, binaenaleyh bu konuda farklı mektep-ekol ve mezheplerin bulunabileceğini ifade edebilir.  

Burada selametin yollarından bahsedilirken aşağıda da tekil olarak müstekim sırattan söz edilmekte “ve onları dosdoğru bir yola sevk eder” buyrulmaktadır. Bu iki cümle birbiri üzerine atfedilmiştir. Vasıftaki farklılığı, zattaki farklılık derecesinde göstermek için böyle yapılmıştır.[51] Çünkü o hidayet ile bu hidayet arasında bir ayrılık olmadığı gibi oradaki yol ile buradaki yol arasında da zat bakımından bir fark yoktur. Olsa olsa vasıfta bir farklılık vardır. Biz bunu şöyle ayırt etmek istiyoruz. Orada yollar diye çoğul geldiği için içtihatlar, görüşler yani mezhepler ve ekoller ifade edilmiş; burada ise tek yoldan bahsedildiği için, düzenin genel esasları, temel kaidelerine işaret edilmiş olabilir. Bu sebeple genel düzen bir olup onun içersinde değişik yollar bulunabilir.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Kuran-ı Kerimde herhangi bir konunun değişik yol ve çözümleri gösterilmiştir.

2- İslam ekonomik düzeninde değişik mezhepler, ekoller ve mektepler bulunabilir. Bunların hepsi haktır.

3- Genel düzen (kanunlar) birdir. Bu düzen içersinde değişik yollar (özel kanunlar) bulunabilir.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 27   

Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden), "And olsun seni öldüreceğim" dedi. Diğeri de "Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder"

Ekonomik mana olarak Allah’a kurban kesmeyi devlete hizmet etmek anlamında düşündüğümüz zaman devlet hizmetlerinde takva sahibi kişilerin bulundurulacağı esası ortaya çıkar. Bu konuda eşitlik düşünülemez.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Kamu görevlisi olma konusunda eşitlik kaidesi yoktur.

2- Devletin bazı hizmetlerini ancak takva sahibi olan (düzenin gereklerine uyan) kişiler yapabilir. 

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 28

"And olsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öldürmek için el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."

Bu ayette haksızlığa uğrayan bir kimsenin hakkını kendisinin alamayacağı yani ihkak-ı hak olmadığı haber verilmektedir. İslamiyet’e göre cezalar (Hudud), Allah’ın hakkıdır.[52] Allah’ın-kamunun-ammenin hakkı olan bu cezalar, önce devletin bağımsız mahkemeleri tarafından tespit edilir, sonra yine devletin bir organı olan hükümetler tarafından yerine getirilir. Yoksa birey hakkını kendi kendine alamaz.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Mahkeme kararı bulunmadan haklar, bizzat bireylerin kendileri tarafından alınamaz.

2-İslam düzeninde cezalar (hudud), Allah’ın-kamunun-ammenin bir hakkıdır.

3- Bireylerin haklarını devlet korur ve hakkı yenen kimselerin haklarını devlet tazmin eder.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 31  

“Nihayet Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. “Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten aciz miyim ben?” dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu.”

Burada bir insan bir hayvandan insan cesedinin nasıl defnedileceğini öğrenmektedir. Allah bu kargayı ona bunu öğretmek için göndermiştir.[53]  İnsan burada olduğu gibi teknik ve sosyal hayatta yalnız hayvanlardan değil, bitkilerden de örnekler almalıdırlar.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Bitki ve hayvanların hareket ve davranışları teknikte ve sosyal münasebetlerde örnek alınabilir.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 32

“…Kim kısas gerekmeksizin veya yeryüzünde fesad işlemeksizin bir insanı öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir insanın hayatını kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur.”

Bu ayette bir kimsenin bir adamı haksız yere öldürdüğü zaman bütün insanları öldürmüş gibi olacağı; bir kimsenin de bir adamın hayatını kurtardığı zaman bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olacağı bildirilmektedir. Böylece bu benzetme ile[54] bireyin toplumla olan alakası ve aslında birey demek bir bakıma toplum demek olduğu ifade edilmiş olmaktadır. Zaten Allah Teala Hazretleri Kuranda bir tek kişi olduğu halde Hz. İbrahim için “Gerçekten İbrahim bir ümmet-toplum idi”, buyurmuştur.[55] Diğer yönden öldürene kısas uygulanacağına ve ülkede fesat çıkarana da ölüm cezası verileceğine işaret edilmektedir.

Nefs : Ruh manasına cana denir.[56] Böylece ölüm cezası candan dolayı verilmektedir ki, buna İslam hukuk dilinde kısas adı verilir. Kısas, katili maktül mukabilinde öldürmek veya yaralanan ya da kesilen bir uzuv karşılığında yaralama ile kesmenin ona denk olan uzvunu yaralamak veya kesmektir.[57]  

Fesâd : Daha önce geçtiği üzere[58] tabii-doğal şekli değiştirmek ve bozmak demektir. Bu fesadı, küfür, şirk, yol kesmek, gayenin zedelenmesi ve menfaatin yok olması, Allah’a ve Resulüne, devlete ve hükümete karşı savaşmak gibi anlamlarla tefsir etmişlerdir.[59]

Buradaki esas konu bir insanı öldüren kimsenin bütün insanları öldürmüş gibi sayılacağı ve bir insanın hayatını kurtaran kimsenin de bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olacağıdır. Bu iki benzetme ile adam öldürmenin zararı, birisinin hayatının kurtarmanın da faydası, toplum açısından açıklanmakta[60] ve bütün insanların haksızlığa uğrayan tarafa yardım edeceği bildirilmektedir.[61] Çünkü birey kendi nevini ve türünü temsil eder; toplumu temsil eder. Onun için bireye zarar vermek topluma zarar vermek; bireye fayda vermek topluma fayda vermek demektir. Bireyin hak ve hukukuna saygısızlık toplumun hak ve hukukuna saygısızlıktır.[62]

Böylece ayetten bireyin toplumu temsil ettiği, bütün iyilik ve kötülüklerin topluma raci olduğu, böylece bunun karşılıklarının da toplum tarafından yerine getirileceği anlaşılabilir. Bireyin hayat hakkı, yaşama hakkı, devletin teminatı altındadır. Hakkında ölüm cezası bulunan kimsenin üzerindeki bu dokunulmazlık artık kalkmıştır. Men: herkes kelimesinin delaletiyle böyle bir ölüm cezası ile devletin bu teminatını kaybetmiş olan kimselerin herkes tarafından öldürülebilecekleri de ortaya çıkmaktadır.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Herkes, yaptığı her bir iyiliği topluma karşı yapmış olur. Onun için bunun karşılığını da toplumdan bekler.

2- Herkes, yaptığı her bir kötülüğü topluma karşı yapmış olur. Onun için bu kişi topluma karşı sorumludur.

3- Devlet işlerinde herkesin söz hakkı vardır.

4- Haksız yere adam öldürenler ve ülkeyi (yeryüzünü) fesada verenler ölüm cezasına çarptırılırlar.

5- Hayat hakkı, yaşama hakkı mahkeme kararı ile elinden alınan kimsenin üzerinden devletin koruyup kollama teminatı kalkmış olur. Artık böyle birini herkes öldürebilir.

6- Bireye iyilik topluma iyilik, bireye kötülük topluma kötülük demektir. Topluma iyilik bireye iyilik, topluma kötülük de bireylere kötülük demektir.

 

Maide 5/ Ayet: 33

“Allah'a ve Resulüne savaş açanlarla yeryüzünde-ülkede bozgunculuk etmeye koşanların cezaları, ancak öldürülmektir yahut asılmaktır, çapraz olarak elleriyle ayaklarının kesilmesidir ya da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyada uğradıkları horluktur, âhiretteyse pek büyük bir azap vardır onlara.”

Allah’a karşı savaşmak ifadesi hakiki değil, mecazi deyiştir.[63] Allah ile savaşmaktan maksat, yol kesiciler, Allah’ın dostlarına savaş açanlar, Allah’ın hükümlerine muhalefet edenler veya Müslümanlarla savaşanlardır gibi birçok görüşler vardır.[64] Bunun dışında Allah’ın koyduğu düzene karşı çıkanlar, kanunları tanımayanlar, hak ve hukuka riayet etmeyenlerdir diyenler de vardır.[65], ki, faiz alıp vermeye devam edenlerin Allah’a karşı savaş açtıklarını bildiren ayetin[66] de yardımı ile kanun ve nizama karşı çıkan düzen tanımayan anarşistler olduğu anlaşılmaktadır. Yeryüzünde fesad: bozgunculuk, düzensizlik çıkarmak için çalışanlar ifadesi bu manayı daha da kuvvetlendirmektedir.[67]

Misilleme kuralına göre savaş açanlara karşı savaş açılabilir ve savaş yapılabilir. Düzeni korumakla görevli olan devlet, eğer bu görevini yerine getirmiyorsa ortaya bir düzensizliğin çıkacağı doğaldır.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Toplumda esas olan düzenin korunmasıdır.

2- Bir devletin kendisine savaş açanlara karşı savaş ilan etmesi meşru bir haktır.

3- Yeryüzünde-ülkede düzensizlik-anarşi çıkaranlara karşı savaş açmak meşrudur.

4- Devlete-ammeye ve kamuya karşı işlenmiş bulunan suçlar ve suçlular, ölüm, asma, el ve ayak kesme veya sürgün etme cezaları ile tecziye edilirler.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 38

“Yaptıklarına bir karşılık ve Allah’tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin…”

Sirkat : Başkasının malını gizlice almaya sirkat: hırsızlık denir.[68] Açık bir şekilde göz göre göre almaya ise gasp adı verilir.[69] Sirkat ve gaspın ayrı ayrı hükümleri vardır.

Hırsızlık büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılır. Kat’u-t tarik adı verilen büyük hırsızlık yol kesmektir ki, bunun cezası daha ağırdır. Küçük hırsızlık ise normal adi hırsızlıktır. Yol kesip adam öldüren ve malını alan kimse asılır. Adamı öldürüp de malı almazsa öldürülür. Malı alıp adamı öldürmezse eli ve ayağa çaprazlamasına kesilir.[70]

Bu ayette adı geçen hırsızlık ise normal adi hırsızlık olup bunun karşılığı da el kesme cezasıdır.

Sârık ve sârıka kelimeleri ism-i fail kalıbında getirilmekle bunların hırsızlığı sanat haline getirdikleri anlaşılır. Eğer bunlar bir defa çalmış olsa idi ellezî seraka: çalan kimse denirdi. Çünkü bu ellezî seraka ifadesi ellezî seraka sirkaten vâhıdeten yani bir defa çalan kimse takdirindedir. Hırsızlığı sanat haline getirmek ise malın azlığı ve çokluğu ile belli olur. İslam hukukunda zina cezasında ispat şartı aranır. Buna göre dört kişinin şahitliği ile tespit edilen zina fiilinin azlığı ve çokluğu söz konusu değildir. Dört kişi şahitlik yapıp evet dedikten sonra zina cezası uygulanır. Fakat hırsızlık böyle değildir. Hırsızlık ise suç iki kişinin şahitliği ile sabit olup aynı zamanda malın azlığı ve çokluğu ile de ilgilidir. Mesela bir dinar veya on dirhemden daha aşağı bir değerdeki bir malı çalan kimsenin eli kesilmez.[71] Fakat bundan daha fazlasını çalmış olan kimselere el kesme cezası verilir.[72] Bu hırsızlık nisabı Kuran’da tespit edilmemiş olup böylece örfe bırakılmış olduğu kabul edilebilir.

Faktaû : Kesiniz emri çoğul olarak geldiğinden cezanın toplum tarafından yani devlet ve devleti temsil eden bağımsız mahkemeler tarafından verileceği anlaşılabilir.

Nekâl : Bir şeyden korkup kaçmaya nekûl adı verilir. Nekâl ve tenkîl ise bir kimseye başkalarına ibret verecek bir ceza vermektir.[73] Allah’tan bir nekal, buyrulduğuna göre, toplumda hırsızlık yapacaklara ibret verecek bir ceza verilecektir. İşte el kesme cezası böyle bir cezadır.

Eğer bu hırsızlık olayı bir mecburiyet karşısında kalarak mal bir zaruretten dolayı çalındı ise ceza düşer. Nitekim Hz. Ömer, bir kıtlık senesinde sirkat cezasını uygulamamıştır.[[74]

Bu cezaların devlet tarafından verilmesi malları koruma devletin görevi olduğundan olsa gerektir. Zira bireyin can, mal, ırz ve namus güvenliği, mesken güvenliği, kişi özgürlüğü ve eğitim-öğretim gibi hakları en doğal haklar olup devlet tarafından korunurlar.[75]

Burada kadın ile erkeğe aynı ceza verilmekle kadın ile erkeğin ceza konusunda eşit tutuldukları anlaşılmaktadır.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Bir hırsızı cezalandırmak için hırsızlığı sanat haline getirmiş olması gerekir ki, bu da çalınan malın miktarı ile tespit edilip belirlenir.

2- Çalınan malın miktarı on dirhem (yani normal iki koyun) kadar olursa hırsızlık sanat haline gelmiş demektir.

3-Bir hırsızın ayrı ayrı çaldıkları toplanıp hırsızlık sayılabilecek miktara geldiği zaman cezası verilebilir.

4- Hırsızın hırsızlık cezası olarak eli kesilir.

5- Cezada kadın ile erkek eşittir.

6- Cezalar kamu-amme-devlet tarafından verilir.

7- Cezalar suçun karşılığı olarak verilir.

8- Cezalar, o suçun topluma karşı bir daha işlenmemesini temin ve ibret için verilir.

9- Mallara karşı işlenmiş olan suçlar devlete karşı işlenmiş demektir.

 

Maide 5/ Ayet: 42

“…Onlar, yalanı çok dinleyen, haramı çok yiyenlerdir…”

Suht : Soyulmuş kabuk demektir.[76] Rüşvet[77], şarap ve kumardan alınan ve zımnında ayıp ve ar olan para[78] haksız olarak, yalanla kazanılan para[79] ve haram şey[80] suht kelimesi ile ifade edilir. Buna göre soyulmuş ve koparılmış bir kabuk gibi sahibinin elinden gayri meşru olarak alınan mala suht adı verilir. Hırsızlık, rüşvet, suiistimal, kandırma, kumar ve bütün gayri meşru kazançlar bu kelimenin kapsamı içersine girebilir.  

Kabuk ile gövde arasında bir ilişki ve karşılıklı faydalanma vardır. İnsan da maldan faydalanırken aynı zamanda ona hizmet eder. Gayri meşru yoldan kazanılan mal soyulmuş bir kabuğa benzetilerek bu faydanın ortadan kalktığına işaret edilmiştir. Daha önceki ayetlerde açıklandığı üzere[81] ihtiyaç ve fayda arasındaki bağıntı ve marjinal fayda ekonomide önemli bir konudur. Böyle haram yollarla kazanılan mallar ihtiyacı fazla olan kişilerin elinde çıkıp ihtiyacı az olan kimselerin eline geçtiği için gövdesinden ayrılmış bir kabuk gibi olur. Artık ondan gereği gibi faydalanılmayacak ve kendisine de gereği gibi bakılmayacaktır. Bu da hiç şüphesiz milli gelir açısından zararlı olur.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Gayri meşru yoldan mal kazanıp harcamalar milli geliri düşürür.

2- Mal ile sahibi arasında ağacın kabuğu ile gövdesi arasındaki gibi karşılıklı bir ilişki ve faydalanma vardır.  

3- Meşru iktisap yolları, malları gereği gibi kullanıp onlardan en uygun bir şekilde faydalanma düzenini oluşturur.

4- Gayri meşru kazanç yolları ise malların gerektiği gibi kullanılmayacak ve en uygun ve münasip bir şekilde faydalanamayacak kimselerin ellerine geçmesini sağlayan bir düzen oluşturur.

5- Rüşvet, yalan, kumar, faiz, hırsızlık, suiistimal, aldatma, kandırma, göz boyama, ihtikâr, nüfuz ticareti gibi gayri meşru kazanç yolları, malları, kabuğun gövdeden ayrıldığı gibi, sahibinden ayırarak marjinal faydayı düşürürler ve milli geliri azaltırlar.

6- Toplumda mal, emek, para ve kredi gibi değerlerin marjinal faydalarını artıran potansiyellerini çoğaltan ve yükselten muameleler meşru, azaltan ve düşüren muameleler ise gayri meşrudur.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 55

Sizin veliniz ve yardımcınız ancak Allah’la onun peygamberidir; bir de iman edenlerdir ki, onlar, Allah’ın emirlerine boyun eğerek namaza devam ederler ve zekât verirler.”

Hz. Peygamber’in mescidine bir isteyici geldi. Kimse bir şey vermedi. O zaman isteyici ellerini havaya kaldırıp “Şahit ol, Allah’ım, Peygamber’in mescidinde istedim de bana bir şey veren olmadı.”, diye dua etti. Bu arada namaz kılan Hz. Ali, elindeki yüzüğü çıkarıp parmağı ile işaret ettiğinde bu ayet geldi.[82]

Burada velayetten bahsedilmekle birlikte[83] normal bir düzenin nasıl çalışacağına da işaret edilmektedir. Bir mümin bütün müminlerin velisi olduğu gibi, bütün müminler de onun velisidirler.[84] Bu umumi bir velayettir. Zaten velayet, umumi ve hususi olmak üzere ikiye ayrılır. Hususi velayet de insana velayet ve mala velayet olmak üzere tekrar ikiye ayrılır.[85]

Ayette Müslümanların birbirlerine veli olmalarından bahsedilmekle bundan maksat daha çok amme velayeti söz konusudur. Müslüman’a bir kâfir veli olamaz.[86] Bunun için her topluluğun başkanı kendilerinden seçilir.

Ayette rükûda oldukları halde namaz kılarlar ve zekât verirler, buyrulmaktadır. Onların rükûda olduklarını bildiren cümle hal cümlesi olup namazla zekâtın, çalışma ile yaşamanın bir kumanda içersinde yapılması esasına işaret eder. Böylece bir düzendeki idare, topluluk, başkan ve mesailerini başkanla birlikte çalışıp değerlendiren, vergilerini kendi istek ve iradeleri ile veren kimselerin birlikte uygulamaları ile gerçekleşir.  

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Müminler birbirlerinin velisidirler.

2- Velayet, umumi ve hususi olmak üzere iki kısma ayrılır. 

3- Hususi velayet insana ve mala velayet olmak üzere iki kısma ayrılır.

4- Düzenin kurulup işleyebilmesi için çalışma ve yaşamanın bir komuta altında yapılması gerekir.

5- Her toplumun idarecileri kendi aralarından seçilir. (Müslümanlara da ancak Müslüman olan bir kişi başkanlık yapabilir.)

6- Düzenin idaresi topluluk, başkan ve mesailerini başkanla birlikte çalışıp değerlendiren, vergilerini kendi istek ve iradeleri ile devlete veren inanmış kimselerin birlikte uygulamaları ile gerçekleşir.

7- Umumi velayet bir müminin bütün müminlerin bütün müminlerin de o bir müminin velisi olmasına denir.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 56

“Kim Allah’ı, O‘nun peygamberini ve inananları dost edinirse, bilsin ki şüphesiz Allah taraftarları galiplerin ta kendileridir.”

Hızb : Kelime olarak, bir kimsenin görüşüne tabi olup kendisi ile beraber bulunan arkadaşlarına denir. Hizbullah, Allah ordusu, Allah dostları, Allah yardımcıları, Allah taraftarları veya Allah fırkası demektir.[87]

Bu Allah taraftarları yani başkalarına mutlak surette üstün gelecek olan kimseler, Allah’ın dinini uygulayan kimselerdir.[88] Bu ayete ekonomik açıdan bakıldığı zaman İslamiyet’in getirdiği faizsiz, serbest ticaret sisteminin diğer sitemlere üstün geleceği esası ortaya çıkar.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- İslamiyet’in getirdiği faizsiz serbest ticaret sistemli ekonomik düzeni diğer faizli sistemlere ve sosyalist anlayışlara galip gelir.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 64

“Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır dediler, elleri bağlamasılar, söyledikleri söz yüzünden lânete uğrayasılar. Hayır, Allah'ın iki eli de açıktır, dilediği gibi ihsanda bulunur. And olsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını, kâfirliğini arttıracak ve biz, onların arasına kıyamete dek düşmanlık ve kin saldık. Ne vakit savaş için bir ateş yaktılarsa Allah söndürdü o ateşi ve onlar, yeryüzünde bozgunculuğa koşup dururlar ve Allah, bozguncuları sevmez.”

Bu ayet Yahudilerden onların yeryüzünü fesada vermeye devam edeceklerinde bahsetmekte ve onların kıyamet gününe kadar kalacaklarına işaret etmektedir. Bu ayet aynı zamanda Müslümanların Yahudilere galip geleceğine de delalet eder.[89]

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Yahudiler kıyamet gününe kadar dünyada kalacaklardır.

2- Yahudiler her zaman dünyada savaş çıkarmaya çalışacak, fakat başarıya ulaşamayacaklardır.

3- Yahudiler yeryüzünü ifsat etmeye devam edeceklerdir.

4- Müslümanların ekonomik düzeni Yahudi ve Hıristiyanların ekonomik düzenlerine galip gelir.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 66

“Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rablerinden kendilerine indirilen Kuran'ı gereğince uygulasalardı, her yönden nimete ermiş olurlardı. İçlerinde orta yolu tutan bir zümre vardı, çoğunun işledikleri ise kötü idi.”

Ekl : Daha önce geçtiği üzere[90] tüketim manasına gelir. Üstlerinden ve ayaklarının altından yerler, ifadesi bolluk ve çok rızık demek olup[91] ağaçlardan toplanan meyveleri ve yerden ziraatla elde edilen yiyecekleri içersine alır.[92]

Muktesıdeh : İtidal üzere hareket etmeye iktisâd denir.[93] Her türlü aşırılıktan sakınarak maksada-hedefe götüren amel de bu kelime ile ifade edilir ki, ekonomik davranış dediğimiz mali konulardaki iktisadın esası da budur.[94] Ümmetün muktesıdeh: ekonomik davranan bir toplum demektir.[95]

“Kendilerine indirilen”den maksat Kuran-ı Kerim’dir diyenler vardır. Böylece Kuran’ın getirdiği faizsiz ekonomik düzeni uygulayanlar, cennet misali bolluk içersine gömülürler. Bu sitemden uzaklaşanların ise sefalete yaklaşacakları da muhakkaktır.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- İktisad, hareket ve davranışlarda ifrat ve tefritten sakınarak itidali ve gidilecek olan normal yolu gösteren bir ilimdir.

2- İslam’ın getirdiği faizsiz serbest ticaret sistemi tam uygulandığı takdirde dünya cennet misali bolluklar ülkesi haline gelir.

3- İnsanlar kendi yiyeceklerini yeraltından ve yeryüzünden temin edebilirler.

4- Faizsiz serbest ticaret sistemini terk etmek sefaletin doğmasına sebep olur.

5- Refah ekonomik davranışlarla (normal olanı yapmakla) meydana gelir.

 

Maide Suresi 5/ 75

“… İkisi de yemek yerlerdi…”

Bu ayet Hz. İsa ile annesi Meryem’den bahsetmekte, bunların ilah olduklarını iddia edenlere onların yemek yediklerini söyleyerek cevap vermektedir. Anneden doğan, annesi bulunan, yiyen ve içen bir varlık nasıl ilah olabilir.[96] Yani yemek yemek, yiyip içmek insanın değişmez bir özelliğidir.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- İnsanlar yemek yemenin yerine bir başka şeyi ikame edemezler.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 76

“De ki, Allah’ı bırakıp da size ne bir zarar ve ne de bir yarar sağlamayan şeylere mi tapıyorsunuz?...”

Burada zararın defedilmesi faydanın celbinden önce geldiğine[97] işaret etmek için, zarar fayda üzerine takdim edilmiştir, diyebiliriz.

Mabudun fayda ve zarar vermeye kadir olması, şanından olduğu ve fayda ve zarar vermeye gücü yetmeyen ibadet etmenin batıl olduğu bu ayetten anlaşılmaktadır.[98]

Bu ayette yapılacak her türlü çalışmaların ve hizmetlerin, zararı ortadan kaldırma ve faydayı getirme sebebiyle yapılacağına işaret vardır. Onun için hiçbir kimse kendi zararına olan bir şeyi yapmaya zorlanmamalıdır.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Topluma yapılan hizmetler, zararı defeder ve faydayı celp eder esasına dayanmalıdır.

2- Zararlı olan veya zararlı olacak bir şeyi ortadan kaldırmak, fayda getiren şeyi yapmaktan önce gelir.

3- Hiçbir kimse mutlak olarak kendi zararına olan bir şeyi yapmaya zorlanamaz.

4- Topluma yapılan hizmetler, faydayı celp ve zararı defetmek için yapılır.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 79

“Onlar birbirlerini yaptıkları kötülükten alıkoymazlardı. Gerçekten ne kötü yapıyorlardı.”

Yani onların lanete uğramalarının sebebi, haramları işleyip yasakları yapıp da birbirlerini işlemekte oldukları bu kötülüklerden nehiy etmemeleridir.[99] Bu ve bu gibi ayetler[100] herkesin birbirini iyilikle buyurmak ve kötülüğü yasaklamakla görevli olduğunu açıklamaktadır. Bu ayette bilhassa kötülüğü yasaklamaktan bahsedilmektedir. Her vatandaşın bununla vazifeli olduğunu bildirmek için de birçok kişilerin arasındaki iştiraki katılmayı ifade eden tefâul babı kullanılmıştır.

Daha önce de geçtiği üzere[101] burada İslam tarihinde de uygulanan Hisbe teşkilatına işaret vardır.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Herkesin birbirini iyiliğe çağırma ve kötülükten alıkoyma gibi bir görev ve yetkisi vardır.

2- İyiliği buyurma ve kötülükten alıkoyma herkesin en doğal bir hakkı ve vazifesidir.

3- Kötülük yapan kimseleri uyarmayan bir toplum çökmeye mahkûmdur.

 

Maide Suresi 5/ 63 ve 82

“Bunları, din adamları ve bilginler günah söz söylemekten ve haram yemekten sakındırsalardı ya! Yapmakta oldukları şey ne kötüdür!”

“…Çünkü onların için kıssis (bilginler) ve rahipler (din adamları) vardır…”

Bu iki ayette toplumda bulunması gereken dini, siyasi, ilmi ve iktisadi teşekkürlere işaret edilmektedir, diyebiliriz.

Rabbâniyyûn : İncil alimleri[102] siyasiler[103] gibi manalar verilmiştir. Bu kıssîs kelimesi ile karşılaştırıldığında rabbani idareci, kıssis ise meslekçi veya kıssis idareci, rabbani ise meslekçi olarak anlaşılır. Çünkü kasse: deveyi güzel otlatmak, davarı sürmek anlamlarına gelir.[104] Eğer kıssis’i idareci kabul edersek sürmek: idare, davar: insan olmak üzere iki kıyas yapılmış olur ki, bu gereksizdir.

Ahbâr : Tevrat alilmleri[105] alimler[106]  anlamına gelir. Zaten yazı yazacak mürekkebe de hıbr adı verilmektedir.[107]

Ruhbân : Hem tekil ve hem de çoğul olan bu kelime kökünde korkmak anlamı bulunan râhib kelimesinin çoğuludur.[108] Rahip ise Hıristiyan papazlarına, din adamlarına verilen bir isimdir.[109] Böylece bu kelimeler toplumda bulunan şu teşekküllere tekabül edebilirler.

Rabbâniyyûn: Siyasi teşekküller (Partiler))

Ahbâr: İlmi teşekküller (Okullar ve üniversiteler)

Kıssîsîn: İktisadi teşekküller (mesleki teşekküller)

Ruhbân: Dini teşekküller (Camiler, tekkeler ve zikir yerleri) 

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Bir toplumda dini, ilmi, siyasi ve iktisadi teşekküller bulunur.

2- Dini, ilmi, siyasi ve iktisadi teşekküller toplumda serbest bir şekilde faaliyet gösterme yetkisine sahiptirler.

3- Dini, ilmi, siyasi ve iktisadi teşekküller görevlerini yerine getirmedikleri zaman toplum çöker.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 87

“Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı temiz ve yararlı şeyleri haram kılmayın; aşırı da gitmeyin. Şüphesiz ki Allah aşırı gidenleri sevmez.”

Tayyib : Duyuların ve nefsin lezzet aldığı[110] ve gönlün çekmiş olduğu şeye denir.[111] Bu kelime helal şeyler için de söylenir.[112]

Helal bir şeyi haram kılmak iki yoldan birisi ile olur. Mesela kişi helal bir yiyeceği kendisine haram kılar, yemez veya başkasının malını alıp kendi malına katar, aynisini ona ödeyinceye kadar yemez, mahrum eder.[113]

Hz. Peygamber’in helal ve haramların belli olduğu, bunların yanı sıra şüpheli şeyler de bulunduğu bu şüpheli şeyleri de pek az kimsenin bildiği hakkında hadisleri vardır. Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: "Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da tebrie etmiş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan bir çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah'ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası vardır ki, eğer o sağlıklı olursa cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun, bu et parçası kalptir."[114]

Bu ayet sahabeden bir grup kişinin yiyecek, içecek, giyecek ve kadınları kendilerine haram ettikleri zaman gelmiştir.[115]

Allah’ın helal kıldığı bir şeyi haram kılmak birkaç türlü olur:

1- Helal bir şeyi haram sanmak,

2- Helal bir şeyin haram olduğunu söylemek,

3- Helal olan bir şeyden haramdan kaçar gibi kaçmak,

4- Helal olan bir şeyi başkalarına haram diye fetva vermek,

5- Adak veya yemin etmek suretiyle helal olan bir şeyi yapmayı kendisine haram kılmak,

6- Başkalarının malını gasp ederek ayrılmayacak bir şekilde kendi mallarına katmak.

Ayetteki “aşırı gitmeyin” ifadesi de birkaç anlama gelir: Helal bir şeyi haram yapmak, meşru bir şeyi yasaklamak, haddi aşmak, aşırı gitmek ve zulmetmek gibi. Müsaade edilip izin verilen bir şeyi ancak izin verildiği kadar yapmalıdır. Bu hususta aşırı gitmemeli ve israfa kaçmamalıdır.[116] 

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Yapılması meşru olan bir şey yasaklanamaz.

2- Yapılması meşru olan bir şeyi yasaklamak zulümdür.

3- Yapılması meşru olan bir şeyi yasaklamak düzenin dışına çıkmak ve taşkınlık yapmak demektir.

4- Hiçbir kimse istediği meşru bir şeyi yapmaktan men edilemez.

5- Meşru bir şeyi gayri meşru sanmak yanlıştır.

6- Başkalarının malını gasp ederek ayılmayacak derecede kendi malının içine katmak zulümdür ve haddi aşmaktır.

7- Aslında meşru olan bir şeyi ortada hiçbir sebep yok iken bir kanun ve fetva ile yasaklamak zulümdür.

8- Helal olan şeylerden haramdan kaçar gibi kaçmak zulümdür, haddi aşmaktır.

9- Müsaade edilen bir şeyi ancak müsaade edildiği kadar yapmak ve müsaade çizgisini taşmamak gerekir.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 88

“Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helâl, iyi ve temiz olarak yiyin ve kendisine inanmakta olduğunuz Allah’a karşı gelmekten sakının.”

Bu ayet mutezile ile ehl-i sünnet arasında haramın rızık olup olmadığı konusunda tartışmalara yol açmıştır. Bu da helal ve tayyib kelimelerinin faile veya mefule hal yapılmalarından ileri gelir. Ehl-i sünnet bu kelimeleri fiile yani faile hal yapmaktadır. O zaman mana rızıkların helal ve hoş olanlarından yiyin demek olur.

Buradaki min harfi tebîz ifade eder.[117] Bu sebeple rızık olarak verilen şeylerin hepsi yenilmez. Bir kısmı yatarım harcamalarına giderken, diğerleri de hayr-u hasenat verilir.  

“Allah’ın size rızık olarak verdikleri” sözünden de Allah’ın herkesin rızkını tekeffül ettiği ortaya çıkar ki, böylece burada devletin her vatandaşın yaşam geçimini temin etme görevine işaret edilmektedir.

Helal kavramını bu kelimenin kök anlamı ile açıklayacak olursak yiyecek maddelerinin özelliğini ortaya koymuş oluruz. Hulûl : düğümün çözülmesi, donmuş bulunan bir şeyin donunun çözülüp erimesi anlamına gelir.[118] Bir küp şekerin bardakta çayın içersinde çözülüp eridiği gibi, yiyecekler de insanın midesinde eriyip vücuda karışarak yarayışlı hale gelirler. İşte helal şeyler İslam’da belli olup böyle vücudun kendisine yarayışlı hale getirebildiği maddelerdir, diyebiliriz.  

İşte böylece yiyecek maddelerinden ancak sindirilebilen faydalı olan maddelerin helal kılındığı bu şekilde ortaya çıkmaktadır. Ayette “Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helâl, iyi ve temiz olarak yiyin” buyrulmakla yiyecek maddelerinden haramlığın esas olduğu anlaşılır. Onun için ancak helal olan rızıklar yenir. Yeni keşfedilmiş bir meyve ve hayvanın ise yenilip yenilmeyeceği hususu bunun hangi meyvelere ve hayvanlara benzediğine bağlıdır. Eğer bir meyve yenen meyvelere benziyorsa o da yenir. Yeni bulunan bir hayvan da eğer eti yenen hayvanlara benziyorsa onun eti de yenir; benzemiyorsa yenmez.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Yiyecekler belirlenmiştir; ancak onlardan yenir. Onlardan başkası yenmez.

2- Meyve ve hayvan gibi yenilebilen şeylerden yeni bulunmuş olan bir maddenin yenilebilmesi için onun yenilebilen şeylerle mukayese edilmesi, eğer bu kıyaslama sonunda aralarında uyum varsa bunun da helal olduğu, eğer uyum yoksa haram olduğu doğrultusunda hüküm verilir.

3- Yiyeceklerde esas olan haramlıktır. Bu sebeple ancak helal olan şeyler yenilir, helal olan rızıklardan başkası yenmez.

4- Helal olan rızık ve yiyecekler sindirilebilen vücuda faydalı olan maddelerdir.

5- Yenilen bir rızık vücuda faydalı olmalı, zararlı olmamalıdır.

6- Sindirilebilen vücuda faydalı olan yiyecekler helal kılınmıştır.

7- Sindirilemeyen ve vücut için zarar olan yiyecekler helal değildir.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 89

“…Bu durumda yeminin kefareti, ailenize yedirdiğinizin orta hâllisinden on yoksulu doyurmak veya onları giydirmek ya da bir köle azat etmektir. Kim (bu imkânı) bulamazsa, onun kefareti üç gün oruç tutmaktır…”

Bu ayette verilen bir sözün ve edilen yeminin yerine getirilmediği zaman verilecek disiplin cezasından bahsedilmektedir.

Kefâret : Örtmek anlamına gelen küfr maddesinden gelir.[119] Bazı günahları, hiçbir eseri kalamayacak, dünya ve ahirette muaheze edilmeyecek ve sorgulanmayacak derecede örten ve gizleyen şeye keffaret denir.[120] Mesela yemin kefareti gibi. Geleceğe bağlı olan yeminler, birer akit oldukları için yerine getirilmeleri gerekir. Çünkü Allah yerine getirilmeyen bir yeminden dolayı muaheze eder.[121] İşte bu muaheze ve sorgulanmadan kurtulmak için kefaret cezası verilir.

Kefaret cezasının da on yoksulu doyurmak, on yoksulu giydirmek, köle azat etmek ve üç gün oruç tutmak gibi çeşitleri vardır. Bu cezalar fakirleri doyurmak, giydirmek ve köle azat etmek gibi fakirlik ve yardımla ilgili olduğu için aynı zamanda hem sosyal ve hem de ekonomik bir özellik taşımaktadır.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Bazı günahlar, hiçbir eseri kalmayacak dünya ve ahirette muaheze edilmeyecek derecede örten ve gizleyen şeye kefaret denir.

2- On yoksulu doyurma, on yoksulu giydirme, bir köle azat etme ve üç gün oruç tutma gibi kefaretler disiplin ve iyi niyet cezası olarak verilir.

3- İşlenen suça karşı verilecek cezalardan biri de yoksulları doyurmaktır.

4- İşlenen suça karşı verilecek cezalardan biri de yoksulları giydirmektir.

5- İşlenen suça karşı verilecek cezalardan biri de bir köle azat etmektir. 

6- İşlenen suça karşı verilecek cezalardan biri de üç gün oruç tutmaktır.

7- Kefaret cezasını yerine getirenler hiç suç işlememiş gibi olurlar.

8- Kefaret cezaları fakirlere yardımla ilgili olduğu için bunların aynı zamanda ekonomik ve sosyal yardımlaşma yönleri de bulunmaktadır.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 90

“Ey inananlar, şarap, kumar, tapınmak için dikilmiş olan taşlar, fal için kullanılan oklar, ancak Şeytan'ın işlerindendir ve birer pisliktir bunlar. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz.”

Hamr ve meysir hakkında bilgi daha önce geçti.[122] Ensâb ve ezlâm  hakkındaki bilgi de daha önce geçti.[123]

İçki içmede aklı ve bedeni tahrip vardır. Kumarda ise tehlike ve kolay kazanma eğilimi vardır. Bunun için her ikisi de zararlıdır.

Hibe, sadaka, alış-veriş sözleşmeleri bir bahse (muhatara) bağlandığı zaman bu sözleşme batıl olur. Kumarın esası da malı, muhatara (bahis) üzere temlik etmek olduğundan, kumar gibi oyunlar da batıldır.[124] Bundan başka kumar ve benzeri oyunlar kolay kazanma yolu olduğundan toplumu ifsat eder, bireylere bedavadan kazanma fikrini empoze eder ve onların tembelleşmelerine sebep olur. Bugün Türkiye’de arsa spekülasyonu-vurgunculuğu yaparak çok çabuk zengin olan kimseler buna güzel bir örnek teşkil edebilirler. Buna bakarak herkes ben de kolay kazanabilirim der ve bu şekilde çalışma düzeni bozulur.

Ensâb : Putlar, insanın doğru düşüncesini ihlal ettiği gibi, ezlâm da falcılığı, şans ve kaderciliği körüklediği için insan iradesini bozar. Çünkü insan kendi özgür iradesini kullanmaktan ziyade şans ve talihten yana çıkan esaslara göre yönünü değiştirir.

Böylece bunların hepsi rics’tir. Rics ise bir işten çıkan pisliktir[125] necis ve murdar demektir.[126] Ayette bunlardan kaçınıldığı takdirde kurtuluşa erişileceği bildirilmektedir. Refahı sağlamak için ekonominin bu pisliklerden temizlenmesi gerekir.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- İçki vücudu, kumar çalışma düzenini, putlar insanın düşüncesini, şans ve talih oyunları iradeyi ihlal edip bozarlar. Onun için böyle fiiller İslam ekonomisinde rics: pislik sayılmışlardır.

2- Kumar insanlara bedavadan kazanma duygu ve düşüncesini aşılayarak, onların tembelleşmesine sebep olur.

3- Kumar ve kumar gibi gayri meşru kolay kazanma yolları insan iradesini bozarlar.

4- Normal bir çalışma düzenini bozan her şey ricstir. Bunun için bütün ricsler haramdır ve gayri meşrudur.

5- Şans ve talih oyunları piyango ve sportoto gibi kazanç yolları insan iradesini bozar.

6- İçki, kumar, putlar, şans ve talih oyunları gibi pislikler ekonomik düzenden temizlendikleri zaman refah ekonomisi doğar.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 91 

“Şeytan şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçersiniz değil mi?”

Bundan önceki ayette içki ve kumarın insanları ve çalışma düzenini ifsat ettiğini söylemiştik. Bu husus burada daha açık bir şekilde görülmektedir. Çünkü içki içen sarhoş olur, sarhoş olanın da aklı başından gider. Aklı başından giden bir kimsenin kendini, bedenini ve uzuvlarını yönetemez; artık o her şeyi yapar hale gelir.  

Kumar oynayan da aynı şeyi yapar. Önce malını kaybeder, yine oyuna devam eder. Çolununu çocuğunu ve hatta karısını bile kaybedinceye kadar devam eder. En sonunda her şeyi elinden çıkıp ortada yalnız başına sırıtıp kalınca kumar arkadaşına da en azılı düşman kesilir.[127]

Piyasada tam rekabetin sağlanabilmesi için gerekli olan şartlardan birisi de alıcı ve satıcıların rekabeti oluşturabilecek kadar çok sayıda olmalarına ihtiyaç vardır.[128] Üretici, tüketici ve aracı yeteri kadar yoksa rekabet düzeni kin ve düşmanlığa dönüşebilir. Ancak bir minibüse yetecek kadar yolcuların bulunduğu bir yerde ikinci bir dolmuşun sefere başlaması iki müteşebbis arasında kırgınlığa sebep olabilir. Her iki dolmuş çalıştığı halde iş yeteri kadar çok olmadığı için müteşebbislerden birisi iflas etme durumunda kalabilir. İşte böyle durumlarda rekabet, kin ve düşmanlığa sebep olacağı için gayri meşru hale gelebilir.   

İçki ve kumarın kötülüğünden bahsedilirken, kin ve düşmanlık doğurdukları ifade edilmekte bu sebeple de terk edilmeleri istenmektedir. İşte bu sebeple kin ve düşmanlığa sebep olan şeyler terk edilmelidirler. 

Burada haramlığın illeti kin ve düşmanlık, zikir ve namazdan alıkoymak gibi, iki yönden bir bakış açıklanmaktadır.[129] Buna göre ayrıca zikirden ve namazdan da alıkoyan bu kumar ve içkinin iyi şeylere de engel olduğu anlaşılmaktadır. Öyleyse eğitim ve öğretim, çalışma ve kazanma gibi iyi işlere ve faydalı şeylere engel olan her türlü oyun ve eğlenceler de gayri meşru sayılır. Bunun yanı sıra bugün grev, lokavt, haksız rekabet ve buna benzer şeylerin kin ve düşmanlığı sebep olduklarını da söyleyebiliriz.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Kin ve düşmanlığa sebep olan şeyler gayri meşrudur.

2- Grev, lokavt, aşırı kar, haksız rekabet ve menfaat çekişmesi gibi kin ve düşmanlığa sebep olabilecek şeyler gayri meşrudur.   

3- Serbest rekabet sistemi üretici, tüketici ve aracı, yeteri kadar çok olmazsa bir kin ve düşmanlığın doğmasına sebep olduğu zaman gayrimeşru bir hale gelebilir.

4- İçki ve kumar insanlar arasında kin ve düşmanlığın doğmasına sebep olur.

5- Eğitim ve öğretimden mesai saatlerinde işten ve çalışmaktan alıkoyan şeyler gayrimeşrudur.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 93

“İman edip salih ameller işleyenlere; Allah’a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah, iyilik edenleri sever.”

Tefsirlerde bu ayete değişik anlamlar verilmiştir. Bir şey haram edilmeden önce onu yiyip içenlere bir günah yoktur. Haram edildikten sonra bu yeme yasağı kendilerine ulaşmadan yani yasağı bilmeden yiyip içenlere de bir günah yoktur.[130]

Allah müminlere iyi ve temiz şeyleri helal kılmış, kötü, pis ve zararlı şeyleri ise haram kılmıştır. İsraf yapan, dünyada en büyük gayeleri yemek ve içmek olan kâfir ve fasıklara, yiyecek ve içeceklerde günah ve yasaklar vardır. Dinde ibret, iman, takva, iyilik yapma ve ihsanda bulunmakla gerçekleşir. Bunların her biri birer esastır. İbret, yiyecekte, içecekte ve nefse zulmetmekte olmaz.[131] Müslümanlar kötü işlerden sakındıkları iyi işler işlemeye devam ettikleri ve toplumda güveni sağladıkları müddetçe temiz şeyleri yemede ve içmede bir sakınca yoktur.[132]   

Bu ayette yiyecek, içecek ve giyecekte iyiyi tercih etmek ve lüksü seçmenin bazı esasları getirilmiştir. Bir şeyi sadece zevk için yapmak lükstür. İhtiyaç olmadığı halde meyve yemek, çay ve kahve içmek, kravat takmak, böyle zevk için yapılan işlere örnek olarak gösterilebilir.

Taimû kelimesinin mutlak olarak gelmesi, tatmak ve zevk almak anlamına gelmesi bu anlayışı desteklemektedir. Tu’m : Tatmak demektir.[133] Tatmak ve zevk almak için yapılmış olan işlerde günah yoktur. Ancak bu işi Müslümanların yapması bununla beraber iyi işler de yapmaya devam etmeleri, iman ve inanışlarına devam etmeleri şarttır.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Zevk için yapılan harcamalara lüks denir.

2- Malların lüks (ihtiyaçtan fazla olarak, sadece zevk almak) için, kullanılması bazı şartlar altında mubahtır.

3- Lüks, inanıp iyi işler işlemekten alıkoymamalıdır.

4- Lüks, inançsızlığa ve güvensizliğe götürmemelidir.

5- Lüks, başkalarına iyilik yapmaktan alıkoymamalıdır.

6- Lüks, iktisap, istimal, kullanım ve mübadele… gibi konularda gayri meşru davranışlara götürmemelidir.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 95

“Ey iman edenler! İhramlı iken (karada) av hayvanı öldürmeyin. Kim (ihramlı iken) onu kasten öldürürse (kendisine) bir ceza vardır. (Bu ceza), Kâbe’ye ulaştırılmak üzere, öldürdüğünün dengi olup, içinizden iki âdil kimsenin takdir edeceği bir kurbanlık hayvan veya yoksulları yedirmek suretiyle kefaret ya da onun dengi oruç tutmaktır. (Bu) yaptığı işin kötü sonucunu tatması içindir. Allah, geçmiştekileri affetmiştir…”

Bu ayette bir hacının ihramda iken av avlamayacağı, bile bile avladığı takdirde avladığı hayvanın bir benzerini tasadduk edeceği, bu hususta adil iki kişinin karar vereceği veya fakirleri doyuracağı ya da oruç tutacağı gibi cezai müeyyideler ile yasaklamadan önce işlenmiş fiile ceza verilmeyeceği bildirilmektedir.

Bu ayet üzerinde ekonomik açıdan düşündüğümüz zaman yasaklanmadan önce işlenmiş fiillere ceza verilmeyeceği, bazı yerlerde ve zamanlarda avcılığın yasaklanabileceği, arabalara park yasağı gibi bazı yasakların ihdas edilebileceği bir yasak işlendiği zaman dengi ile cezalanacağı, bazı yasakların cezası olarak yoksulları doyurma cezası verileceği gibi esaslar ortaya çıkarılabilir.

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Yasaklanmadan önce işlenmiş olan fiillere ceza verilmez.

2- <bazı mevsimlerde ve bazı yerlerde belli hayvanlar için avlanma yasağı konabilir.

3- Bazı işler için bazı yasaklar konabilir. (Mesela arabaların bazı yerlere park etme yasağı konduğu gibi).

4- Yasaklanmış olan bir fiil işlendiği zaman onun dengi ve benzeri bir ceza ile tecziye edilmelidir. (Mesela yasak olduğu halde ihramda iken bir koyun kesen hacının bir koyun tasadduk etmesi gerekir.)

5- Yasaklanmış olan bir fiilin işlenmesinden dolayı doğan bir suçu giderecek denk bir ceza verilmediği takdirde yoksulları doyurma veya oruç tutma cezası verilir.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 96

“Sizin için de yolcular için de bir geçimlik olmak üzere deniz avı yapmak ve deniz ürünlerini yemek sizlere helâl kılındı. Kara avı ise ihramlı olduğunuz sürece size haram kılındı…” 

Denizlerde eti için balıklar avlandığı gibi, kemiği ve dişi için avlanan hayvanlar da vardır. Denizlerden sedef avcılığı da yapılır.[134]   

Hanefilere göre deniz hayvanlarından ancak balığın eti yenilir. Şafiiler ise denizde yaşayan bütün hayvanların etini yemek helaldir, derler.[135] Kurbağa, deniz yılanı ve denizde bulunan diğer bütün hayvanların etini yemekte İbn Ebi Leyla’ya göre de bir sakınca yoktur. Bunlara göre deniz yılanı, domuzu, köpeği, aslanı ve deniz insanı yenebilir. Bunda bir mahzur yoktur.[136]

Ayette işaret yoluyla kara avının da helal olduğu bildirilmektedir.

El-metâu : Daha önce açıklandığı üzere[137] kendisinde faydalanılan her türlü şeye meta demir. Ayette deniz avının insanlara ve seyyareye faydalı olduğu zikrediliyor. Buna mukim ve yolcu olanlar diye mana verilmiştir.[138] Mukim ve misafir anlamı vermekle birlikte lekum: sizin için ifadesinden maksat insanlar, seyyâre’den maksat ise binektir diyenler de vardır.[139] Seyyare, kervan, kafile manasına geldiği gibi, otomobil gibi binek anlamına da gelir.[140] Öyleyse biz bu kelimeye gemi gibi, ulaşım vasıtası diyebiliriz. O zaman deniz avının insanlar için bir fayda olduğu gibi, ulaşım vasıtaları için de bir fayda olması gerekir ki, bu da avların gemilerde yakıt olarak kullanılabileceğini gösterir.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Kara ve denizlerde av avlamak helaldir.

2- Denizlerde eti için balık avlandığı gibi kemiği ve dişi için de diğer hayvanlar avlanabilir.

3- Denizlerde sedef avcılığı da yapılır.

4- Kara ve denizlerde avlanan hayvanlar, insanların yiyecek ihtiyaçları için kullanıldığı gibi, başka ihtiyaçlar için de kullanılırlar.

5- Denizlerden avlanmış olan hayvanların etlerinden gemilerde yakıt olarak da faydalanmak mümkündür.

Maide Suresi 5/ Ayet: 97

“Allah; Kâbe’yi, o saygıdeğer evi, haram ayı, hac kurbanını ve (bu kurbanlara takılı) gerdanlıkları insanlar(ın din ve dünyaları) için ayakta kalma (ve canlanma) sebebi kıldı…”

Ka’be : Küp şeklinde yapılan her eve Kâbe denir.[141] Buradaki Kâbe’den maksat ise Haccın sebebi ve her namaz için kıble olan Mekke’deki Kâbe’dir.[142] Beyt-i haram Kâbe’nin etrafıdır ki, buna Mescidi Haram, Beytullah adları da verilir.[143]

Kâbe ile Beyt-i Haram’ı aynı kabul edecek olursak ayette Beyt-i Haram, haram aylar ve kurbanlar olmak üzere, insanlar için kıyam olan üç şeyden bahsedilmektedir. Allah, Beyt-i Haram’ı insanlar için kıyam yapmıştır. Daha önce geçmiş olan bir ayette buna benzer bir ifade vardı.[144] Orada Allah’ın malı insanlar için bir kıyam (ayakta tutucu) yaptığı zikrediliyordu. Burada ise adı geçen üç şeyin insanlar için ayakta tutucu yani hayatın kaynağı olduğu söylenmektedir.

Kaynaklarda Kâbe’nin insanların ihtiyaçlarını temin edip onları nasıl ayakta tuttuğunun sebepleri zikredilmektedir. Kabe adeta daha önceki ayetlerde açıkladığımız[145] bir toplumda bulunması gereken teşekküllerin fonksiyonlarını yapar bir durumu vardır. Bunlar dini, ilmi, siyasi ve iktisadi fonksiyonlardır. Çünkü Kâbe bir din merkezi olduğu kadar aynı zamanda ticaretin-ekonominin de bir merkezi idi.[146] Eskiden beri Arabistan’ın çeşitli yerlerinden gelen hacılar Mekke’nin panayırlarından ihtiyaçlarını temin ederlerdi. Bu sebeple senenin belli aylarında belli yerlerde fuarlar kurulurdu. Bunlardan bilhassa Ukaz, Mecenne ve Zülmecaz çarşıları meşhurdu.[147] İşte böylece Kâbe dini ayinlerin ifasına yardım ettiği gibi, birçok ticaret mallarının mübadelesine de sebep olmakla aynı zamanda iktisadi bir rol de oynamaktaydı.

Kâbe aynı zamanda emin ve emniyetli bir yerdi. Hac zamanlarında herkesin can ve mal güvenliği vardı. Özellikle haram aylar denilen zilkade, zilhicce, muharrem ve recep aylarında[148] keskinlikle savaş yapılmaz ve genel güvenlik hâkim olurdu. Bu genel güvenlik ticaretin dolayısıyla iktisadi hareketlerin daha da canlanmasına yardım ederdi.[149]

İnsanların yaşamalarına sebep olan vasıtalardan üçüncüsü de kurbanlardır. Ayette bu, hady ve kalâid kelimesi ile ifade edilmektedir. Normal kurbanlara hedy denir. Kalâid ise boyunları işaretli olup kurbanlık oldukları belli olan hayvanlardır. Kurbanlar kesilir, fakir ve fukaraya dağıtılırdı. Böylece fakirlerin geçimi sağlanmış olurdu. İşaretli hayvanlar herkes tarafından bilinirdi. Onlara kimse açlıklarından dolayı ölseler bile ellemezler ve sahipleri bile dokunmazdı.[150] Boyunlarındaki ne olduklarını bildiren işaretler (etiketler) kendilerine güvenlik sağlardı.

Burada okuyucularımıza hac hakkında bazı düşüncelerimizi de sunmak istiyoruz. Bugün İslam dünyası tam özgürlüğüne sahip olamadığı için haccın dini, ilmi, sosyal, siyasi ve iktisadi yönleri ile tüm fonksiyonlarının yerine getirildiği söylenemez. Bu durum Müslümanların tam müstakil olup özgür bir şekilde kendi kendilerini yönetmediklerini gösterir. Aslında Mekke bir devletin sınırları içinde değil harem çizgilerinin, ihram hudutlarının bulunduğu yerden itibaren ayrı bir site devleti olarak İslam âleminin merkezi durumunda olmalı ve tüm Müslümanlar tarafından yönetilmelidir. Hac zamanı da bir nimet bilinerek İslam dünyasının dini, ilmi, sosyal, siyasi ve iktisadi meseleleri kurulacak şuralar tarafından tartışılmalı, İslam ülkeleri bir sene zarfında gerek içte ve gerekse diğer din mensuplarına karşı nasıl bir program uygulayacakları tespit edilmelidir. Maalesef bugün hac diğer fonksiyonlarından soyutlanmış, sadece ibadet ve dini yönü ile ifa edilir hale getirilmiştir.   Kuranda hacca çağır, (davet et, ilan et) diye emir veriliyor.[151] Bu emri yani hacca davet işini hiçbir kişi ve hiçbir makam yapmamaktadır. Yine ayette hacıların kendileri için olan faydaları müşahede etmelerinden bahsedilmektedir.[152] Haccın bir özelliği olan bu ekonomik olaydan maalesef hacılar habersizdirler. Yani özet olarak haccın eli ayağı kendisinden koparılmış alınmış sadece dini-ibadet yönü kalmıştır. O sebeple de hac bugün Müslümanlardan sessiz bir şekilde şikâyet etmektedir.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

1- Yılın belli aylarında belli merkezde genel güvenlik tedbirleri alınarak bütün insanların toplanacağı bir yer (bir panayır ve kongre yeri) tayin edilir.

2- Belli günlerde ve belli bir yerde çalışan fuarlarda, panayır ve kongrelerde sağlanan genel güvenlik insanların ihtiyaçlarını temin etmeye yardım eder.

3- Belli günlerde ve belli yerlerde yapılan geniş çaptaki toplantılarda sağlanan genel güvenlik sayesinde ekonomik hareketler canlanır.

4- Topluma adanmış olan mallar ve kurbanlar sosyal güvenliğin sağlanmasına yardımcı olurlar.

5- Topluma karşılıksız olarak adanmış olan mallar, ekonomiye canlılık getirir.

6- Malların cinsini ve kalitesini bildiren etiketler, ekonomik güvenliğin sağlamasına katkı yaparlar.

7- Etiketler ekonomiye canlılık getirir.

8- Güvenliği sağlanan belli yerlerde ve genel güvenlik ilan edilen belli aylarda güvenliği ihlal edecek hareketlerde bulunmak ve toplumun mallarına dokunmak yasaktır.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 100

“De ki: «Pis olan şeyle temiz olan şey bir olmaz, pis olanın çokluğu hoşuna gitse bile». Ey selim akıl sahipleri Allah'tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz.”

Habîs : Daha önce geçtiği üzere[153] bu bozuk, pis ve kirli demektir.

Tayyib ise bu da daha önce geçtiği gibi[154] düzgün, hoş ve temiz şeye, duyuların lezzet duyduğu şeye denir.[155]

Habisten maksat kâfir, tayyibden maksat mümin, biri haram mal, diğeri ise helal maldır, diyenler de vardır.[156] Bu kelimeler mutlak olarak getirildiklerinden anlamı daha da genişletmek mümkündür. Nitekim şahıs ve malla ilgili bu iki anlamdan başka iş ve emekle ilgili manalar da verilmiştir.[157] Böylece ayete göre iyi ile kötü, temiz ile kirli, düzgün ile bozuk olan bir tutulmaz. İyi ve meşru amel işleyenle kötü ve gayri meşru işler yapanlar da bir tutulmazlar. Meşru ve sağlam iş yapanlar, ücretlerini tam alırlar; gayri meşru çalışan ve bozuk iş yapanlar bir ücrete hak edemezler. Kötülük, kötü olanlar, bozuk mallar ve haram şeylerin çokluğu hoşa gitse bile hüküm buna göre verilmelidir. Hiçbir zaman bunların ikisi bir tutulmamalıdır. Yani neticede çokluk bir şey ifade etmez.

Önemli olan, akıl sahiplerinin her zaman iyiyi tercih ederek bu tefriki yapabilmeleridir. İyi ile kötüyü birbirinden ayıracak bir düzenin kurulmasına dikkat ve titizlikle çalışıldığı zaman refah düzeyine ulaşmak mümkün olur.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar.

1- İyi ile kötü bir tutulmaz.

2- Kötülükler iyiliklerden bozuk mallar sağlam mallardan daha çoktur.

3- Bozuk mallarla sağlam mallar bir tutulmaz.

4- Çokluk yani kötülerin çokluğu bir şey ifade etmez.

5- İyi ile kötüyü birbirinden ayırabilecek bir düzenin kurulması gerekir.

6- Sağlam mal ile bozuk malı birbirinden ayırabilecek bir düzen kurulmalıdır.

7- İnsan aklı iyi ile kötüyü bozuk mal ile sağlam malı ayırabilecek bir düzeni bulup kurabilir.

8- Refahın sağlanabilmesi için iyi ile kötünün bozuk ile sağlam malın, meşru ile gayri meşru malın birbirinden ayrılması gerekir.

9- Meşru mal ile gayrı meşru mal bir tutulmaz.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 106

“Ey iman edenler! Sizden birine ölüm hâli geldiğinde vasiyette bulunurken, aranızdan iki âdil kişiyi veya yolculuk hâlinde bulunuyorsanız, bu sırada size ölüm musibeti gelip çatmışsa, sizden olmayan başka iki kimseyi şahit tutun…”

Bu ayette vasiyet ile ilgili esaslar getirilmektedir.

Minkum: Sizden ifadesi Müslümanlardan veya kabilenizden ya da ehl-i beytten demektir. Min gayrikum ise gayri Müslimlerden, başka milletlerden ya da başka mahallerden demektir.[158] 

Buna göre yolculukta gayri Müslimlerin Müslümanlar için yaptıkları şahitlik geçerli olur.[159] Adil Müslümanların şahitliği, hazarda ve seferde geçerlidir. Yahudi, Hıristiyan, Mecusi, putperest ve kâfirlerin şahitliği ise ancak yolculuk esnasında zaruret halinde geçerli olur.[160]

Vasiyet etmek, hem bir hak hem de bir vazifedir. Ayetin içeriğinden anlaşıldığına göre vasiyet, şifahi-sözlü de olabilir.

Ayetteki şehâdet-i beynikum şehâdet-i mâ beynikum takdirindedir. Böylece cereyan eden her türlü anlaşmazlıklarda şahitlik yapmak demek olur. Bundan başka her topluluğun şahitleri kendi aralarından seçileceğini bildiren bu ayet aynı zamanda başkanların ve idarecilerin de kendi içlerinden olacaklarına bir işaret olabilir.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

              1-Ölümü yaklaşan bir kimse için vasiyet etmek bir haktır.

              2- Ölümü yaklaşan bir kimse için vasiyet etmek bir vazifedir.

3- Vasiyetler şifahi-sözlü de olabilir.

4- Vasiyet, adalet sahibi iki kişinin şahitliği ile sabit olur.

5- Mahalle veya köy, Müslim veya gayri Müslim her toplumun şahitleri, yani kendi meseleleri hakkında şahitlik yapacak kimseler yine kendi içlerinden olur.

6- Yolculukta cereyan eden olaylara ve edilecek vasiyetlere yabancılar da şahitlik yapabilirler.

7- Her toplumun başka kendi içlerinde seçilir. (Mahallenin başkanı mahalleden, bucağın başkanı bucaktan ve ilin başkanı da ilden seçilir.)

8- İşyerlerinin idarecileri de yine kendilerinden olur.

 

Maide Suresi 5/ Ayet: 115

“Allah da şöyle buyurdu: Ben o sofrayı size elbette indireceğim…”

Hz. İsa gökten sofra indirmesi için Allah’a dua etti. Allah da bu ayet ile mukabele etti. Kaynaklar bu sofranın indiğini yazmakta, bazıları da bunun bir misal olduğunu söylemekte ve mecazi bir yönden açıklama yapmaktadırlar.[161] Bunun bizimle yani İslam ekonomisi ile ilgili olan tarafı ise göklerde rızık bulunması ve İsa Peygamber’e gökten sofra inmesidir.

 

Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:

   1- Göklerde insanlar için rızıklar vardır.

                     2- Gökten İsa Peygamber’e sofra gelmişti.



[1] Kamus, I, 1212

[2] Elmalılı, II, 1546

[3] Cassas, II, 294

[4] Mecelle, 37. ve 103. madde

[5] Cassas, II, 294

[6] Kamus, IV, 1220

[7] Fahita 1/ 5

[8] Ali İmran 3/ 92

[9] Bakara 2/ 2

[10] Cassas, II, 303

[11] Konyalı Mehmet Vehbi, Hulasat-ül Beyan, III, 1141

[12] Cassas, II, 303

[13] Buhari, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsâkât, 107,  No: 1599; Ebu Davud, Büyû 3, No: 3329, 3330; Tirmizî, Büyû 1, No: 1205; Nesâî, Büyû 2, No: 7, 241

 

 

 

[14] Razi, V, 20; Elmalılı, III, 2073

[15] Razi, V, 20

[16] İbn Rüşd, Bidayet-ül Müctehid, I, 467; Razi, V, 20

[17] Müslim, Hayz, 100, 105; Nesei, Fer’, 4

[18] İbn Rüşd, Bidayet-ül Müctehid, I, 467

[19] Kettani, Nizam-ül Hükümet-in Nebeviye, II, 72; İbn Rüşd, Bidayet-ül Müctehid, I, 467

[20] En Nevevi, el-Mecmu,  XI, 6

[21] Kamus, IV, 157

[22] Elmalılı, I, 590

[23] Elmalılı, II, 1557

[24] Kamus, III, 279

[25] Elmalılı, II, 1558

[26] Kamus, I, 507

[27] Kamus, IV, 326

[28] Müfredat, s, 403

[29] Serahsi, Mebsut, XV, 7

[30] Elmalılı, II, 1567

[31] İslam Ansiklopedisi, VI, 992

[32] Buhari, Megâzî, 34, Tefsir el-Kur'an, 6; Müslim, Tevbe, 56, Hadis No 2770; Ebu Dâvud, Talâk, 32, No: 2270; Nesâî, Talak 50, (6, 182, 184).

 

[33] Serahsi, XV, 8

[34] Müfredat, s, 380

[35] İbn Manzur, Lisan-ül Arab, IV, 483

[36] Abdülkerim Zeydan’ın Bağdat İslam Araştırmaları Fakültesi’in çıkardığı derginin 3. sayısında İslam Hukukunda Zaruret Hali adında bir makalesi neşredilmiştir. Hayreddin Karaman bunu tercüme edip Diyaner Dergisi XIII, 3–6 da yayınlamıştır.

[37] Mecelle 22. madde

[38] İbn Arabî, Ahkâm-ül Kuran, I, 55

[39] Merğınani, Hidaye, III, 202

[40] İbn Arabî, Ahkâm-ül Kuran, I, 57

[41] İbn Rüşd, Bidayet-ül Müctehid, I, 476

[42] Hac 22/ 78

[43] İbn Teymiye, el-Kavaid en-Nuraniyye, s, 143

[44] İbn Arabî, Ahkâm-ül Kuran, II, 554

[45] Cassas, Ahkâm-ül Kuran, II, 322

[46] Cassas, II, 322; Razi, XI, 180

[47] Abdülkadir Udeh, İslam Ceza Hukuku, s, 3

[48] Elmalılı, II, 1594

[49] Mustafa Cevat Akşit, İslam Ceza Hukuku ve İnsani Esasları, s, 52 

[50] Razi, XI, 190; Alusi, VI, 98

[51] Alusi, VI, 98

[52] Serahsi, Mebsut, V, 36; Kasani, VII, 33

[53] Razi, XI, 209

[54] İbn Arabî, Ahkâm-ül Kuran, II, 589

[55] Nahıl 16/ 120

[56] Kamus, II, 1031

[57] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslamiyye, III, 18

[58] Bakara 2/ 205

[59] Razi, XI, 213; Beyzavi, II, 147; İbn Arabî, II, 590

[60] Elmalılı, II, 1658

[61] Cassas, II, 405

[62] Reşid Rıza, VI, 349

[63] Cassas, II, 406

[64] Razi, XI, 214; Alusi, VI, 118

[65] Reşid Rıza, VI, 357

[66] Bakara 2/ 279

[67] Reşid Rıza, VI, 358

[68] Serahsi, IX, 133

[69] Kasani, VII, 65

[70] Serahsi, Mebsut, IX, 134

[71] Peygamberimiz zamanında normal bir koyunun fiyatı 5 dirhem veya yarım dinar idi. Bak. Yunus Vehbi Yavuz, İslam’da Zekât Müessesesi, s, 173. Buna göre hırsızlık nisabı normal iki koyun değerinde olan maldır.  

[72] Ebu Yusuf, Kitab-ül Harac, s, 264

[73] Kamus, IV, 123

[74] İbn Kayyim el-Cevziyye, İ’lam-ül Muvakkıin, III, 10; Elmalılı, II, 1673

 

 

[75] Seyyid Sabık, Fıkh-üs Sünneh, II, 609–711 

[76] Kamus, I, 576

[77] Cassas, II, 432

[78] Mehmet Vehbi, Hulasat-ül Beyan, III, 1225

[79] Elmalılı, II, 1687

[80] Alusi, VI, 140

[81] Bakara 2/ 215

[82] Razi, XII, 26

[83] Elmalılı, II, 1720

[84] Mehmet Vehbi, Hulasat-ül Beyan, III, 1253

[85] Seyyid Sabik, Fıkh-üs Sünneh, II, 125

[86] Cassas, II, 444

[87] Razi, XII, 32; Elmalılı, II, 1221

[88] Razi, XII, 32

[89] Cassas, II, 448

[90] Bakara 2/ 188, 275

[91] Beyzavi, II, 162

[92] Razi, XII, 47

[93] Kamus, I, 1255

[94] Elmalılı, II, 1736

[95] Razi, XII, 47

[96] Razi, XII, 61

[97] Mecelle, 30.madde

[98] Mehmet Vehbi, Hulasat-ül Beyan, III, 1287

[99] Beyzavi, II, 164

[100] Ali İmran 3/ 104, 110

[101] Ali İmran 3/ 104

[102] Cassas, II, 448

[103] Elmalılı, II, 1726

[104] Kamus, II, 987

[105] Cassas, II, 448

[106] Müfredat, s, 106

[107] Kamus, II, 234

[108] Müfredat, s, 204

[109] Kamus, I, 280

[110] Müfredat, s, 308

[111] Cassas, II, 451

[112] Cassas, II, 451

[113] Cassas, II, 451

[114] Buhari, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsâkât, 107,  No: 1599; Ebu Davud, Büyû 3, No: 3329, 3330; Tirmizî, Büyû 1, No: 1205; Nesâî, Büyû 2, No: 7, 241

[115] İbn Arabi, Ahkam-ül Kuran, II, 632

[116] Razi, XII, 72

[117] Razi, XII, 72

[118] Kamus, III, 1243

[119] Kamus, II, 664

[120] Seyyid Sabık, Fıkh-üs Sünneh, III, 24

[121] Elmalılı, II, 1801

[122] Bakara 2/ 219

[123] Maide 5/ 3

[124] Cassas, II, 465

[125] Razi, XII, 79

[126] Kamus, II, 929

[127] Alusi, VII, 16

[128] Feridun Ergin, İktisat, s, 454

[129] Reşid Rıza, VII, 72

[130] Razi, XII, 83; Cassas, II, 466

[131] Reşid Rıza, VII, 75

[132] Alusi, VII, 18

[133] Kamus, IV, 382

[134] Razi, XII, 97

[135] İmam Şafii el-Ümm, II, 209

[136] Cassas, II, 478

[137] Bakara 2/ 36

[138] Razi, XII, 98

[139] İbn Arabi, Ahkam-ül Kuran, II, 680

[140] Müncid, s, 368

[141] Müfredat, s, 432

[142] Kamil Miras, Tecrid-i Sarih, VI, 49

[143] Bilgi için bak, Tecrid-i Sarih, VI, 49

[144] Nisa 4/ 5

[145] Maide 5/ 63, 82

[146] Razi, XII, 100

[147] Bilgi için bak, Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, II, 202; Kamil, Miras, Tecrid-i Sarih, VI, 411

[148] Mehmet Vehbi, Hulasat-ül Beyan, III, 1137

[149] Razi, XII, 101

[150] Razi, XII, 101

[151] Hac 22/ 27

[152] Hac 22/ 28

[153] Bakara 2/ 267

[154] Nisa 4/ 2

[155] Müfredat, s, 308

[156] İbn Arabî, Ahkâm-ül Kuran, II, 689

[157] Elmalılı, II, 1817

[158] İbn Arabî, Ahkâm-ül Kuran, II, 714–715

[159] İbn Kayyim el-Cevziyye, et-Turuk-ul Hukmiyye, s, 7

[160] Razi, II, 115

[161] Elmalılı, II, 1847


*DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi


 

emailrol.gif (21439 bytes)

arrow1b.gif (1866 bytes)

.