.

 Bakara Suresi / 2

Tefsir


Mustafa Sezer

 

Bismillahirrahmânirrâhîm

 

1. Elif… Lâm… Mîm… ( Ey bana sığınan ve benden hidayet için yardım isteyen kulum/ kullarım! Bir an için dur ve düşün! Ruhunu, kalbini ve aklını her türlü kir ve pastan arındır! Sonra da, bütün dikkatini topla ve söyleyeceğim şeyler için pür dikkat hazır ol! Şimdi sana son derece mühim ve muazzam ayetler/mesajlar okuyacağım! Bunları güzelce anla ve tüm benliğini (ruhunu, kalbini, aklını ve bedenini) bunlara göre yeniden inşa et!  Göreceksin ki, benden istediğin yardım ve hidayet, sana mutlaka nasip olacaktır… Unutma ki, “Ben Allah’ım ve en iyi bilenim!”)

 

Not:    Kuran’ı Kerim’de 29 sûrenin başında bulunan bu harflere “Huruf-u Mukattaa” denir. Bunlar birer kelime değildir. Tek tek yazılan bu harflerin özel bir anlamları yoktur. Bu harflerin anlamlarıyla ilgili Hz. Peygamber (s.a.v) ‘in özel bir açıklama yapmadığı anlaşılmaktadır. Bunun içindir ki, Kur’an müfessirleri, bu harflerle ilgili birçok şahsi yorum getirmişlerdir. Tabii olan şudur ki, bütün bu yorumlar “şahsi olmaktan” öteye geçmemektedir. Bunun bilincinde olarak biz, en doğrusunu Allah’ın bildiğini ilan ederek ve bizi Kuran’ın amacından saptıracak her anlamdan Allah’a sığınarak şunları ifade etmekte bir sakınca görmüyoruz:  Öncelikli olarak şunu söyleyelim:  Bu münferit harflere verilen manaların hiçbirinin kesin olmadığını bilelim. Bu harfler, Ogün-bugün “hala hayret amili olmaya devam etmektedir. Hayret meraka, merak ise dikkate yol açar.” Galiba öncelikli amaç da bu olsa gerek…

Yüce Rabbimizin, anlaşılsın ve yaşansın diye gönderdiği Kitap’ta insanların anlamayacakları (veya anlayamayacakları) ayetlerin bulunması doğru değildir. Eğer bu harfler anlamları bilinmeyecek şeyler olsaydı Yüce Rabbimiz bunları vahy etmezdi. Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’in “şifreli” konuştuğunu da asla kabul edemeyiz.  Kitab-i mubîn, aynı zamanda “şifresiz” kitap demektir.

Bize göre Kur’an-ın nazil olduğu dönemde yaşayan –dost düşman- tüm Araplar bu harflerin ne anlama geldiğini çok iyi biliyorlardı. Bunun için de, Hz. Peygamber (s.a.v) ‘e, bu harflerin hangi anlama geldiğini sormadılar ve itiraz da etmediler. Şayet bu harflerle hitap şekli onların bilmediği yeni bir durum olsaydı, başka konularda olduğu gibi, bu konuda da mutlaka soru sorarlar ve bunların ne olduğunu ve hangi anlama geldiğini Hz. Peygamberden öğrenirlerdi. Hz. Peygamberin dost ve düşmanları, bu konuyu gündeme getirmediklerine göre, demek ki bu hitap şekli, onların yabancısı oldukları bir hitap şekli değildi. Çeşitli kaynaklarda ifade edildiğine göre, “Araplarda bir söz bitip yeni bir söz başlandığında, dikkat çekmek için yeni sözün başına böyle harfler getirme adeti vardı.” İşte, Kur’an da, aynı hitap adetini icra etmiştir. Buna göre, bu harflerle başlanan hitap, bir yönüyle eski öğretilerin bittiğini ve yeni bir öğretinin başladığını her türlü lakırdı ve safsatanın (anlamsızlığın) sonunun gediğini,  hak ve hakikate dayalı ilahi anlayış döneminin başladığını anlatırken, diğer yönüyle de, bir önceki hitapta (sûrede) ortaya konan gerçeklerin, yeni başlanan hitapta ( yani bu harflerle başlayan surede )  daha geniş bir şekilde açıklığa kavuşturulacağını göstermektedir. Bu harflerle Yüce Rabbimiz, kendisine sığınan akıl sahibi her muhataba adeta şunu söyler: Ey bana sığınan ve benden hidayet için yardım isteyen kulum! Bir an için dur ve düşün! Ruhunu, kalbini ve aklını her türlü kir ve pastan arındır! Sonra da, bütün dikkatini topla ve söyleyeceğim şeyler için pür dikkat hazır ol! Şimdi sana son derece mühim ve muazzam ayetler/mesajlar okuyacağım! Bunları güzelce anla ve tüm benliğini (ruhunu, kalbini, aklını ve bedenini) bunlara göre yeniden inşa et!  Göreceksin ki, benden istediğin yardım ve hidayet, sana mutlaka nasip olacaktır… Unutma ki, “Ben Allah’ım ve en iyi bilenim!”

 

 

1.                 ( Kulum! Benden istediğin yardım ve hidayeti sana kazandıracak ve sana o dosdoğru yol boyunca kılavuzluk yapacak olan) işte şu, o tam/mükemmel Kitap ( Kur’an)dır! (Şimdi git ve ona tutun/râm ol/yapış! Bil ki,) O’nun içinde(seni şaşırtıp saptıracak, belâ ve musibetlere maruz bırakacak, mutsuz ve perişan edecek) hiçbir reyb (şüphe, şek, endişe, korku, tasa, kaygı, musibet, belâ, vesvese, sû-i zan, belirsizlik, kararsızlık… Durumu) asla yoktur.(O, mutlak doğrunun ta kendisidir); takvalı davranmayı adet haline getirmiş olan kimseler (muttakiler/Allah’a itaatsizlikten sakınıp korunanlar) için tam bir hidâyet rehberidir/ kâmil bir kılavuzdur/mükemmel bir hayat rehberidir.

 

Not: “Zalike” ve “haza” iki işaret harfidirler. Bu her iki harf birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Genel olarak “zalike” uzaktaki bir şeyi ifade etmek için kullanılır; “haza” ise, yakındaki/ karşımızdaki bir şeyi ifade etmek için kullanılır. Burada “zalike” işaret isminin kullanılmış olması dikkat çekicidir. Bunun şöyle bir anlam inceliğini ifade ettiği düşünülmektedir: Kur’an-i Kerim, her ne kadar bir kitap olarak elimizde olsa da, ihtiva ettiği sırlar ve hakikatler bakımından bizden çok uzakta durmaktadır.Akıl ve basiret sahibi her insan ona yöneldikçe farkına varır ki, gerçekten de hem kendisi ve hem de bütün insanlar ondan uzakta bir yerde durmaktadırlar. El-Kitap ifadesi, mutlak, mükemmel, muazzam ve tam Kitab’ ı işaret etmektedir ki, hiç şüphesiz o da Kur’an-i Kerim’dir. Bu Kitap’tan başka gerçek anlamda kitap yoktur. Diğerlerine kitap denmesi sadece mecazi bir kullanımdir. Vahiy bilgileri Kur’an’da toplanmış olduğu için ona el-Kitap denmiştir ve yine, vahiy bilgileri bu Kitap’ta okunduğu için ona Kur’an ismi verilmiştir.

Burada şöyle bir soru sorulabilir: Kur’an-iKerim, bütün insanlar için indirilmiş olduğu halde, neden sadece takvalı davranmayı adet haline getirmiş olan kimseler (muttakiler/korunanlar) için tam bir hidâyet rehberidir/ kâmil bir kılavuzdur? Bunun cevabı şu olsa gerek: Muttaki kimselerin dışında kalanlar, Kur’an-i Kerim’e göre gerçek anlamda insan sayılmazlar. Onun ölçüsüne göre,gerçek anlamda insan olmak, “takva”dan geçer.Takvası olmayanlar ondan nasıl yararlanabilir ki!? Hüden kelimesinin nekre olarak getirilmiş olması ta’zim  içindir.  Bilinçli olarak nekre getirilmiş ki ,akla gelen her bir hidayeti ifade etsin.Muttakiler” kavramı için şu kapsamlı anlam düşünülebilir: Kendilerini şeytanlarının tuzaklarından/taşlamalarından, kendi süflî arzu ve isteklerinden, her türlü kötü, zararlı, anlamsız şeyden ve Allah’ın gazabından korumak için sürekli müteyakkız/uyanık ve hazır tutan ve dâima Allah’ın himayesine ve rahmetine sığınan ve Allah’ın rızasına uygun yaşayan ve böylece kendilerini o ilahi rahmet alanında koruma altına alan hassas sorumluluk sahibi kimseler.Takva kelimesi Kur’an’da yerine göre iman, tövbe,itaat,ihsan ve günahları terk anlamlarında kullanılmıştır.

2.                                         (O takvalı davranmakta olanlar) öyle kimselerdir ki, gayba (insan duyularının kapsam alanı dışında bulunan âlemlere, varlıklara, olgulara) imân ederler; namazı büyük bir istek ve iştiyakla, kılınması gerektiği tarzda, adap ve erkânına uyarak dosdoğru bir şekilde güzelce kılarlar/ kıldırırlar/kılınmasına önayak olurlar; kendilerine rızık (nasib, pay, nimet, servet) olarak verdiğimiz (maddi-manevi)her bir şeyden (az-çok) bir kısmını (Allah yolunda) infak eder/ harcarlar!..

3.                                         ( O takvalı davranmakta olanlar) öyle kimselerdir ki, sana indirilene de, senden önce indirilmiş olanlara da imân ederler. Ve yine onlar, ahireti de, hiçbir şek ve şüpheye yer vermeyecek şekilde (gözleriyle görüyorlarmışcasına) kesin olarak bilirler!..

4.                                         ( Kesinlikle başkaları değil,) işte sadece ve sadece onlar, (yegâne) Rableri (olan Allah) tarafından ( çizilip belirlenmiş bulunan o dosdoğru) hidâyet yolu üzerindedirler ve işte sadece onlar, (şeytanların ve kendi nefislerinin oluşturduğu güçlükleri yara yara, engelleri aşa aşa ) kurtuluşa (mutlu sona/gayelerine) ulaşmakta olanlardır!..

 

Not: Fatiha suresinde, “kendilerine nimet verdiğin kimseler” olarak ifade edilen nimet verilenler, Bakara Suresinin bu ilk ayetlerinde tanıtılmış oldu. Allah’ın kendilerine nimet nasip ettiği kimseler, işte burada ifadesini bulan “muttakiler” dir. Onlara verilen nimet ise, yine bu ayetlerde ifadesini bulan iman ve o imana uygun olan yaşam tarzıdır.  Şimdi bu ilk beş ayet-i Kerimeyi okuduk, anladık ve hidayete ermekte olanları gördük ve onlara katıldık; onların yolunu kendimize de yol eyledik ve böylece çok büyük mutluluklar elde ettik. Biz başkaları gibi kıskanç davranamayız. Yolun dışında kalan insanların perişan hallerini görünce üzülüyoruz. Onları bulundukları o sefalet ortamından kurtarmaya karar veriyoruz ve böylece onlara tebliğ etmeye başlıyoruz. İstiyoruz ki herkes bu hidayet yoluna girsin ve bizimle aynı nimetlere nail olsun; aynı mutlulukları paylaşsın. Bunun için çok büyük umutlarla davete başlıyoruz; insanları uyanmaya, Allah’ sığınmaya, O’na kul olma şerefine nail olmaya, hidayete ermeye ve cennete girmeye çağırıyoruz. Fakat hiç de beklemediğimiz bir direnişle karşılaşıyoruz. Şeytanlar ve onların çapulcuları yolumuzu kesiyor ve bize görülmedik işler yapıyorlar…  Biz, bu hayret verici durum karşısında çaresiz kalıyor ve Rabbimize arz ediyoruz. “Rabbimiz!” diyoruz: Biz, şu gazaba uğrayanların ve şaşırıp sapıtmış olanların da dönmelerini ve gelip bu yola girmelerin için büyük çabalar saffettik, fakat hiç tınmadılar; üstelik bizi azarladılar, hiç beklemediğimiz tepkiler ortaya koydular!..  Rabbimiz! Biz bir yerlerde bir eksiklik mi yaptık, yanlış mı yaptık? Rabbimiz! Onların durumu ne olacak, onlar bu hidayet yoluna gelmeyecekler mi? Rabbimiz! Onlar nasıl insanlar öyle? Onları bize daha detaylı tanıtır mısın? Şimdi zihnimizde belirginleşen bu ve buna benzer sorular muvacehesinde altıncı ayetten yirmi birinci ayete kadar olan kısmı dikkatlice okuyalım. Bu bölümde bize, Fatiha suresinde ifadesini bulan “ o azaba uğrayanlar ve şaşırıp sapıtanlar” güruhu daha kapsamlı bir şekilde anlatılacaktır. Bakara Suresindeki yolculuğumuz boyunca Rabbimiz, bu üç gurup insan tipini bizlere tanıtacaktır)

 

 

5.                                         (Evet,) hiç şüphen olmasın ki,  (Allah’ın gönderdiği bu hidayet rehberini/kur’an-ı) bile bile reddeden/ inkâr eden/ gizleyen/yalanlayan kimseler(var ya), onları uyarsan da uyarmasan da, kendileri için (hiçbir şey) değişmez; onlar,( küstahlıkları yüzünden bu hidayet rehberi Kur’an-a) asla iman etmezler!..

 

İMAN

Not:  İman; insanın Allah’la olan ilişkisinde O’na karşı takındığı her türlü güzel inancı, saygıyı, edebi, iffeti, duyarlılığı, sorumluluğu, şuurlu oluşu, güzel ahlakı… Kısaca Tazim ve haşyeti, sevgi ve bağlılığı ifade eden odak bir kavramdır. İman, Allah’a karşı tâzim ve tevhidi, yaratılmış varlıklara karşı da rahmet, şefkat, ihsan ve adaleti ifade etmektedir. İman, mutlak ve aşkın olan Allah bilgisinin insanda ortaya çıkmasıdır. İman, farkında oluştur. İman, kişinin kendi kişilik merkezini (kalbini) ve kişilik binasını ( yaşam düzenini) hakikate (Kur’an’a ) dayalı olarak inşa etmesidir. İman, hayatı kutsal bölgede ( ilahi himaye  ve rahmet ortamında) yaşamaktır.

İnsan, Allah’a iman etmeye kesin olarak muhtaçtır. Onun için bir başka seçenek , kesinlikle yıkım anlamına gelir. “ Hakikatle uyumlu bir kişilik kurmak”, ancak varlığın asıl sahibine dayanmakla gerçekleşir. Bu ilişkiyi sağlıklı bir şekilde gerçekleştiren kimse, kişiliğini ve şahsiyetini tam anlamıyla koruma altına almış olur. İman olmadan kişiliğin de olmayacağı kesin bir gerçektir.

Allah’ın dışında başka şeyleri gaye ve hedef edinen iman, içerisine zulüm ve şirk karıştırılmış putperest bir imandır. Bu iman, ilahi ölçüde hiçbir işe yaramaz. İnsanların en çok tökezleme alanı da burasıdır.

İman; zihni tutum ( tasdik) yönüyle içe dönük ( iç dünyayı onarmaya dönük), amel-i Salih yönüyle de dışa dönük ( dış dünyayı onarmaya dönük) bir eylemdir. İçe dönük yönüyle iman, kişinin, kendi kişisel merkezini, Allah’ın nezaretinde inşa etmesidir; dışa dönük yönüyle de iman, kişinin ilahi rahmet ve adaleti kuşanarak çevresini, Allah’ın nezaretinde inşa ve ıslah etmesidir. İçe dönük yönüyle iman, psikolojinin tüm alanlarını kapsamına alır; dışa dönük yönüyle de, sosyolojinin tüm alanlarını kapsamına alır ve oradaki tüm alanlara hayat taşır.

İmanı dinamik iman ve statik iman şeklinde değerlendirmek de mümkündür:

Dinamik iman, insan kalbinin ( özellikle duygularının) sıfır noktasından sonsuza kadar gerçekleştirdiği olumlu eylemlerdir. Zerre kadar kalan bir ateşin, sonsuz büyüklükte bir ateşe dönüştürülmesi… İşte bu ateşin bütün evreleri imanın gelişerek tezahür etmesidir. Bu yönüyle iman, hem artar ve hem de eksilir.

Statik iman ise, insan kalbinin bir şeyi kesin olarak tasdik etmesi, doğrulamasıdır. Bu, “ şu şey kesin doğrudur ya da yanlıştır.” Şeklindeki kesin kabuldür. Bu yönüyle iman ne artar ve ne de eksilir.

İman, zihni tasdik yönüyle statik, duygusal ve eylemsel yönüyle de dinamiktir. Kuran’ın biz den beklediği iman, her iki yönüyle de gerçekleşmiş olan imandır.

İman, ontolojik olarak insanın özüne kodlanmıştır. Adeta bir tohum gibi insanın toprağına ekilmiştir. Vahiy yağmuru, o tohumun uyanıp yeşermesi için uyarı görevi yapmaktadır. Uyarıyı dikkate alması gereken insandır. Vahiy verici, insan ise alıcıdır. Alım işinin gerçekleşebilmesi için, insanın uyanık ve hazır (muttaki) olması gerekir.

İnsanın özündeki İman tohumu uyarılıp yeşertilince, şöyle bir iman ağacı şekillenir:  İman+ marifetullah+ muhabbetullah+ilahi buyruklara tabi olmak

1-  Kök= İman:  iman; mutlak olan Allah bilgisinin insan kalbinde ortaya çıkmasıdır. Bu kalbi-zihni eylem, hissederek yaşamak suretiyle gelişir ve kuvvet kazanır. Vahiyle ( Kuran’la) buluşmak insan kalbini (aklını, zihnini, duygularını) ihya eder…

2-  Gövde= marifetullah: Marifetullah, Allah’ı tanıma eylemidir. İnsan Allah’ı, ancak O’nun kendisini tanıtmasıyla tanıyabilir. Bu da ancak vahiyle (Kuran’la) buluşarak gerçekleşir.

3-  Dallar= muhabbetullah: Muhabbetullah, Allah’ı sevme eylemidir. İnsan Allah’ı tanıdığı oranda O’na olan sevgisi artar.  Bu da ancak vahiyle (Kuran’la) buluşarak gerçekleşir. Allah sevgisini geliştirmenin yolu Kitap’la hemhal olmaktır.

4-  Meyve= ilahi buyruklara uymak: İlahi buyruklara uymak, iman ağacının meyve vermesidir. Yüce Allah’ın buyrukları da, ancak Peygamberin izinden gitmekle yaşanabilir. Hiç şüphesiz onun yolu Kuran yoludur. Mümin olmanın da, muttaki olmanın da yolu Kuran’dan geçmektedir. Unutmayalım ki, sulanmayan ağaç kurur. İman ağacının suyu da Kuran’dır. Kuran ile inşa edilmiş hayat tarzı, cennetten ödünç alınmış bir hayat tarzıdır

 

KÜFÜR

 

Küfür; imanın Allah’a olan ilişkisinde O’na karşı ahlaksızlığını, edepsizliğini, iffetsizliğini, inançsızlığını, körlüğünü, sağırlığını, saygısızlığını, bilinçsizliğini… kısaca nankörlüğünü ifade eden odak bir kavramdır. İman kavramının tam tersidir.

Tabii olarak insan yaratılmasını, rızıklandırılmasını,  yetiştirilmesini, korunmasını… Kısaca varlığına ait her şeyi, “Allah’ın sınırsız merhametine borçludur.” Kesin olan şu ki, insan sahibi olduğu her şeyi yaratıcısı sayesinde elde etmiştir ve elde etmektedir. Ve elbette ona yakışan,  Allah’a karşı “ minnet duygularıyla” dolup taşmasıdır. O’na hamdetmesi ve O’na şükretmesidir. Yani iman ağacını yeşertmesidir. Kâfir, kendi hayatını yaşarken, her şeyini borçlu olduğu Rabbini, O’ nu görmezlikten gelen, O’na karşı isyankâr bir durum içerisine giren adam demektir. Küfrün en bariz biçimde ortaya çıktığı alan, Allah’ın elçisine ve mesajına karşı takınılan olumsuz tavırdır. Burada kişi, açıkça küfran-i nimette bulunmaktadır. Normal olan, kişinin ilahi çağrıyı duyduğunda “amenna ve saddakna!=( başım gözüm üstüne inandım ve doğruladım)” demsi dir.Esasında insanın başka bir tavır içine girme hakkı da yoktur. İşte bu mümince tavrı, bu kadir şinas tavrı, bu insanca tavrı göstermeyen küstah kişiye kâfir denir. Kâfir, bu küstahça tavrından dolayı, her şeyden önce kendi kişisel insani merkezini /kalbini tahrib eder. Kişiliğini, Allah’ın nezaretinde değil de başka kişilerin veya başka şeylerin nezaretinde inşa eder. Onun kişilik merkezini çıkar ve keyfilik ya da kutsadığı herhangi bir şey şekillendirir. Buradan hareketle, onun iman ağacı nankörce bir ağaç olur.  Bu hayat ( inanç ve yaşam tarzı) genel yaşamı olumsuz yönde şekillendirir/ etkiler… Küfür, sahibinin hem içini hem de dışını karartır. Bugün tedavülde olan işte bu insan tipidir, bu ucube varlıktır. Bu tipidir ki, Allah’ın “ darüs-selam” (barış, esenlik, huzur ve güvenlik yurdu) olarak yarattığı yeryüzünü, “ dârul- küfür” ( karanlıklar, zulümler, haksızlıklar, korkular, saygısızlıklar yurdu haline getirilmiştir. Her türlü zalimliğin ana merkezi küfür mantığıdır. Yeryüzünde yaşamakta olan küstahlıkların, hoyratlıkların, düşüncesizliklerin, saygısızlıkların… tek ve yegâne sebebi küfürdür.  Küfür, kişinin, yaratıcısı ve O’nun mesajı karşısında kendisini tamamiyle ya da kismen bağımsız ve bağlantısız addetmesi şeklinde(istiğna) baş gösterir ve oradan hareketle bütün hayatı murdar eder. İmansız ve Kuransız inşa edilmiş hayat tarzı da cehennemden ödünç alınmış bir hayat tarzıdır. Bunun içindir ki, hayatlarını kur’an ile sulamayan insanlar, daha bu dünya hayatında iken cehennem hayatı yaşarlar. Ancak, yaşadıkları hayat onları o derece uyuşturmuştur ki, bir türlü acı hissetmezler… Onlar için hak ve hakikate giden ana yol  tıkanmış durumdadır. Bunun için kendilerini kaybetmiş vaziyettedirler. Gaflet üstüne gaflet, karanlık üstüne karanlık…

Şimdi altıncı âyet-i Kerimeden itibaren bu ucûbe varlığı, kâfir olmuş kişileri tanıyacağız. Şimdi biraz daha uyanalım, yola ve çevresine azami derecede dikkatle bakalım; kaza yapmış nice insanlar göreceğiz… Allah’ım! Sen bizi, bu yolda kaza yapmaktan koru; basiretimizi ve aklımızı aç; rahmetini üzerimize yağdır… (ÂMİN…)

 

 

6.                                         (Küfürde karar kılmış olmaları nedeniyle) Allah, onların kalplerini ve kulaklarını ( hak ve hakikati anlama, kavrama, idrak etme ve işitme yetilerini) mühürlemiştir/işlevsiz hâle getirmiştir! Ve (ayrıca) onların gözlerinin (hak ve hakikati görme yetilerinin) üzerinde de  (bu Kuran öğretisine/rehberliğine karşı alabildiğine kalın) perdeler/önyargılar vardır. Evet, onlar için çok büyük (benzeri görülmemiş derecede feci) azaplar vardır!..

 

KALB

Kalb, İnsanı insan yapan bütün melekelerin/ yetilerin ( şuur, vicdan, idrak, hissiyat, anlayış, akıl, irade, ruh… ) ana merkezidir. İnsanın manevi yönünün üzerinde neş-vu nema bulduğu ana merkez, Kur’an-i kerim’de kalb olarak ifade edilmektedir. İnsanın her ne kadar idrak durumu varsa hepsi orda saklıdır. Orası manevi insanlık merkezidir. İnsanın duyu organları oranın kapı ve pencereleri gibidir. Kalbin mühürlenmesi, insanlık ana merkezinin ve bütün duyu organlarının işlevsiz hale getirilmesi demektir. Yüce Rabbimiz, Kur’an-i Kerim’de, nankör insanların kalbini şu özellikleriyle bizlere tanıtmaktadır:

1- Mühürlenmiş kalb         2- Damgalanmış kalb         3- Daraltılmış/sıkıştırılmış kalb

4-  İçerisinde hastalıklar olan kalb

5- Pas bağlamış kalb        6- Ölmüş kalb                     7- Katılaşmış kalb                     

8- Taşlaşmış kalb

9- Eğrilmiş, bükülmüş, tersyüz edilmiş kalb                10- Kirletilmiş kalb         

11- İçerisine cahiliye hamiyeti (öfke, nefret, taassup, küstahlık, gurur, ölçüsüzlük… )  doldurulmuş kalb    12-  İnkara saplanmış kalb              13- Perdeli, kılıflı, kabuklu kalb…

Kur’an yolundan sapan insan, yaptığı yanlışlarla kalbini maalesef bu özelliklere sahip bir hale getirir. Bu durumdan kurtulmanın ve şifa bulmanın yolu, hiç şüphesiz Ku’an’a dönmekten ve ona kulak vermekten geçer.

 

 

7.                                         Ve (o nankör) insanlardan öyleleri de var dır ki, onlar: “ Biz (de), Allah’a ve ahiret gününe iman ettik!” derler; ama onlar, kesinlikle mü’min değildirler!

8.                                         (Kendilerince güya) Allah’ı ve iman eden kimseleri aldatıyorlar; Oysa onlar, sadece ve sadece kendilerini aldatıyorlar; ama (bunun) farkında bile değiller!..

9.                                         Kalplerinde (benzeri görülmemiş habis) bir hastalık var!.. ( İlahi rehberin işaretleri doğrultusunda küfür, şirk ve nifak hastalıklarından tedavi olmayı kabul etmedikleri için) Allah, onların (o habis) hastalıklarını alabildiğine artırmıştır!.. Söyleyip durdukları o yalanlardan ötürü, kendileri için can yakıcı ( elim) azaplar vardır!

 

10.                                    Her ne zaman onlara: “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!” denilse, onlar(hemen): “(Ne münasebet!) Biz ancak ve ancak (yeryüzünü) ıslah edip düzeltmekte olanlarız;(ülkeye barış ve huzur getiriyoruz, hep güzel işler yapıyoruz; böyle yapmaya da devam edeceğiz)!” derler.

 

11.                                    (Ey mü’minler! Uyanın ve gözünüzü dört açın!) Hiç şüpheniz olmasın ki, onlar, (yeryüzünü) fitne ve fesada boğanların ta kendileridirler; fakat(bunun)farkında bile değiller!..

 

12.                                    Ve(yine), her ne zaman onlara: “ (Haydi) siz de şu (samimi) insanların imân ettiği gibi ( bu Kur’an’ın rehberliğine) imân edin.” denilse, onlar(hemen): “ Ne! Biz, o düşük akıllı (dar kafalı ahmakların) Îmân ettiği gibi mi Îmân edelim?! ( Bu, olacak iş midir, onlarla biz nasıl aynı inanç üzerinde olabiliriz?!)” derler. (Ey mü’minler!) kesin olarak şunu biliniz ki, gerçek düşük akıllılar(dar kafalı ahmaklar), ancak ve ancak kendileridir; fakat ( bunu) bile bilmiyorlar!..

 

13.                                    Onlar,(gerçek) iman eden kimselerle karşılaştıkları/bir arada bulundukları zaman: “ (Tabii ki) Biz de (tıpkı sizin gibi) iman ettik!” derler; ama Şeytanlarına (küfrün öncülerine, ayartıcı ve azdırıcı efendilerine, liderlerine, büyüklerine, elebaşlarına, akıl hocalarına ve yandaşlarına) varıp, onlarla baş başa kaldıklarında da: “ ( Aman efendim,müsterih olun, ne demek!) Biz, elbette sizinle beraberiz; (Biz sizin adamınızız, bunda asla şüpheniz olmasın)! Gerçek şu ki, biz, sadece ve sadece onlarla alay edip eğlenmekteyiz!” derler.

 

14.                                    Asıl Allah, (bu nankörce hâl üzere olmaları nedeniyle) onlarla alay edip duruyor/alayları içerisinde kendilerini maskaraya çeviriyor; ( bu dünya hayatındaki imtihanın gereği) kendilerine imkânlar tanıyor,(iplerini uzatıyor) da, (böylece onlar,) kendi azgınlıkları içerisinde körcesine bocalayıp duruyorlar! ( Elbette Allah, bu alaylarının hesabını kendilerine soracak!)

 

15.                                    (Evet,)İşte onlar, hidayeti verip karşılığında dalâleti/sapkınlığı satın alan (ahmak) kimselerdir! Fakat onların ticareti asla kâr etmemiştir ve zaten kendileri de hidayet (kâr) yolunu tutmamışlardı!(Umduklarına asla nail olamayacaklardır!)

 

16.                                    Onların  (o sefih) hâlleri, tıpkı (aydınlanmak, zararlı varlıkların şerrinden korunmak ve yol bulmak için, hayati öneme haiz) bir ateş yakmak isteyen kimselerin (şu sefih ve ahmak) hâllerine benzer:(Şöyle ki, Onların içlerinden biri kalktı ve o istenen ateşi yakıverdi;) ama, ne zaman ki ateş parıldayıp (yakanın) çevresini aydınlattı; tam o sırada Allah, (ateşe ve ateşi yakana karşı küstahça tavır takınmaları nedeniyle) onların (bütün) ışıklarını/basiret nurlarını/görme yeteneklerini alıp götürüverdi ve böylece onları hiçbir şey göremez bir halde (benzeri görülmemiş) kop koyu karanlıklar içerisinde bıraktı! ( Artık onlar, hiçbir şey göremiyorlar/göremezler!)

 

17.                                    Üstelik onlar, (bu Kur’an’ın cağrısına karşı) tam anlamıyla sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; (bu nedenle, sapmış oldukları o hidayet yoluna) asla dönemezler!

 

18.                                    Yahut (onların o sefih hâlleri), tıpkı, bütün bir gökyüzünden boşanan, içerisinde (benzeri görülmemiş derecede) zifiri karanlıklar, (dehşet saçan)gök gürültüleri, (gözleri kör edercesine parıldayan) şimşek çakışları bulunan (korkunç) bir yağmura/felakete tutulmuş kimselerin (şu sefih ve ahmak) hâllerine benzer: Onlar, bütün şiddetleriyle çarpıp çarpıp parıldayan o korkunç yıldırımlar ve gök gürültülerinin (oluşturduğu dehşet atmosferinde,) ölümden sakınmak için parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar! Oysa Allah, bütün kâfirleri her taraftan çepe çevre kuşatmış durumdadır! (Asla kaçıp kurtulamazlar.)

 

19.                                    (Yürekleri ağızlara getiren) o korkunç şimşek çakışları, neredeyse onların gözlerini (bütün basiretlerini) kapıp alıverecek! Her ne zaman kendileri için bir ışık parıldasa/bir menfaat imkanı doğsa, hemen o ışıkta yürürler; üzerlerine karanlık çöktüğünde ise/bir sıkıntı ile karsılaştıklarında ise, ( hemen oldukları yerde) çakılıp kalırlar! (Bakın), eğer Allah dileseydi, onların da işitme ve görme kabiliyetlerini, kesinlikle tümden alıp götürürdü!(Ama böyle dilemedi; onlara iman etme fırsatı verdi.) Hiç şüphesiz Allah, her şeyi yapmaya hakkıyla kadirdir!

 

Not: Sekizinci ayetten yirminci ayetin sonuna kadar ortaya konan gerçekler, altı ve yedinci ayetlerde ortaya konan temel olguyu izah etmektedir. Görülüyor ki, küfre sapmış insanların en belirgin vasıfları, temelde cehalettir, üstelik “mürekkep cehalet.” Bu tür kimselere nasihatin hiçbir fayda vermediği temel bir gerçektir.  Bunlar öyle kimselerdir ki, bilmediklerini bile bilmezler; cehaletlerini ilim, bozgunculuklarını barış, budalalıklarını adam olmak, dalaletlerini de hidayet sayarlar. Böyle bir durumda olmalarının temel sebebi de, kalplerine kök salmış olan o habis hastalıklardır. İşte o hastalıklı halleri, onları bu durumlara düşürmüştür. Onlar, Kur’an rahmeti karşısında burun kıvıran, ısrarcı, yalancı ve düzenbaz konumuna sürükleyen, hiç şüphesiz keplerindeki o hastalıklardır. Kalplerindeki o hastalıklar, onları, 17-20. Ayetlerde sunulan  o iki temsildeki  vahim hale getirmiştir. Esasında onların bu vahim halleri, Allah’ın onlarla nasıl alay etmekte olduğunu da göstermektedir. 18. ayette anlatıldığı üzere bütün görme ,işitme ve konuşma yetenekleri alınmış ve karanlıklar içerisinde terk edilmiş, sağa-sola bocalayıp durmakta olan zavallılar... Ve 19. Ayette ifade edilen feci sağanak yağmura tutulanlar benzetmesi , onların o sefih hallerinin tam anlamıyla somut bir göstergesidir. Burada ifadesini bulan bu sağanak yağmur sadece ve sadece bir felakettir. İşte o nankör düzenbazların hayatı aynen bu ayetlerin anlattığı gibidir. Bu ne korkunç bir hal... Oysa onlar, bütün bu durumlarını, normalde kazanmak /kâr etmek üzere kurgulamışlardı... Kulaklarını tıkayıp, gözlerini perdeledikleri için hiçbir şey onların düşündüğü gibi olmadı. Allah’la pençeleşmeye kalkıştıkları için, ilahi rahmet bir anda ilahi gazaba/ lanete/ azaba dönüşüverdi.Normalde yağmur bir rahmettir; ama onların tutulduğu yağmur tam bir felakettir. Bir anda yağmur, o rahmet olma seyrini değiştirdi ve  ortaya bu korkunç manzara çıkıverdi. Şimdi bu durum düşünülürse, kimin kimle alay etmekte olduğu daha iyi anlaşılmış olur. Tabii ki bu durumun asıl müsebbibi bizzat kendileridir. Onlar, su-i ihtiyar ederek böyle bir bataklığa saplandılar.Bütün uyarılara kulak tıkadılar, bütün işaretleri göz ardı ettiler ve “ ila da bu bataklığa saplanacağız” dediler. Ve işte, şimdi orada depreşiyorlar. Tıpkı bataklığa saplanmış bir eşek gibi.. Depreştikçe batacaklar ve battıkça karanlıklara gömülüp gidecekler....Ey orada depreşmekte olanlar! Bu hal size hiç yakışmıyor. Haydi uzatın ellerinizi ve tutun Rabbinizin kurtuluş halkasından, haydi sarılın şu Kur’an’a...Artık gözlerinizi ve kulaklarınızı açın ...

20.                                    Ey insanlar! (Sizler sadece ve sadece,) sizi ve sizden öncekileri yaratmış olan Rabbinize kulluk edin/ O’nun hidayet rehberini kabul edin! ( Eğer böyle yaparsanız,) İşte (o zaman bu zifiri karanlıklardan ve dehşet ortamlarından) kurunmuş ve kurtulmuş olursunuz!

 

21.                                    O(Rabbiniz)ki, yeryüzünü sizin için (kurulup oturduğunuz) bir döşek/yaşamanıza uygun bir yurt, gökyüzünü de, (koruyucu) bir bina/kubbe yapmıştır! Ve O, gökten (hayat kaynağı olan) bir su indirmiş ve onunla, rızık olsun diye sizlere(çeşit çeşit)mahsuller çıkarmıştır! O halde, (bütün bu gerçekleri) bile bile, sakın (hiçbir kimseyi ve hiçbir şeyi) Allah’a denk tutmayın!

 

22.                                    Ve (bakın), Eğer kulumuz(Muhammed)’a tane tane indirmiş olduğumuz (Bu Kuran) hakkında herhangi bir reyb (şek, şüphe, vesvese ve sû-i zan) içindeyseniz, o zaman onunla( Kuran ile) aynı değerde herhangi bir sûre (meydana) getirin ve (bu konuda), Allah’ın berisinde/daha aşağısında (tanıdığınız, bildiğiniz, güvendiğiniz, inandığınız) her ne kadar şahidiniz;( yardımcınız, edibiniz, filozofunuz, hukukçunuz, sosyologunuz, pisikoloğunuz, aydınınız,…) varsa, hepsini de yardıma çağırınız! Eğer doğru ve samimi kimseler iseniz, (haydi bunu mutlaka yapınız)!

 

 

23.      Ve (bakın,) Eğer bunu (şimdiye kadar) yapamadıysanız, (bilin ki, bundan böyle de) asla yapamayacaksınız! O halde, yakıtı insanlar ve taşlar olan ve sırf kâfirler için hazırlanmış bulunan o (dehşetli) Ateş’ten sakınıp korunun!

 

24.      Evet, ( aklını kullanıp da, bu Kur’an’a) iman eden ve ( onun içeriğine uygun olarak) salih ameller işleyen kimseleri müjdele ki; altlarından ırmaklar akan cennetler sadece onlar içindir! (Onlar,) her ne zaman oradan rızık olarak herhangi bir meyve/nimet ile rızıklandırıldıklarında: “(Âaa!) Bu, daha önce de (dünya hayatında da veya bir önceki fasılda da) bize rızık olarak verilene ne kadar da benziyor!” derler. Çünkü, o rızık(lar), (renk ve şekil itibariyle bu dünyadakilerin veya birbirlerinin) benzeri olarak (onlara) verilecektir; Ve onlar için orada, (her türlü pislik ve kötü hasletten) tertemiz kılınmış (pam pak) eşler vardır! Evet, onlar orada ebedi olarak kalıcıdırlar!

 

 

NOT: Bu ayet, kendisinden önceki ayetler gurubuyla(21-24) irtibat halindedir. Oradaki çağrıya olumlu cevap verip, Kur’an’ın rehberliğini kabul eden kimselerin güzel akıbetini haber vermektedir. Bir önceki ayet-i Kerime de, Kur’an’ın rehberliğini kabul etmeyenlerin akıbetini haber vermişti.Daha önceki ayetler ise(2-20), Kur’an-i Kerim’in rehberliğini kabul edenlerin (muttakiler) ve kabul etmeyenlerin (münkirler) durumlarını ve bu durumlara düşme nedenlerini açıklamıştı. Bu beşli ayet gurubu(21-25), aynı zamanda İslam dininin temel üç rüknünü ortaya koymaktadır. Bunlar; tevhid ( Allah’ın birlenmesi), nübüvvet (Kur’an’ın ve Hz. Muhammed (asv)’in rehberliğinin kabul edilmesi ), ve ahiret hayatıdır.

Kur’n-i Kerim, insanı cennete ulaştıracak olan yegâne vasıtadır. Bundan önceki vasıtalar işlevlerini yitirmiş durumdadırlar. Onların görevi Yüce Yaratıcı tarafından Kur’an’a verilmiş ve böylece onlar hükümsüz kılınmıştır. Bu sebeple, Kur’an vasıtasına tutunmayan hiçbir kimse, Allah korusun asla cennete ulaşamaz. Birinci ayetten buraya kadar olan ayetler genel olarak değerlendirildiğinde, açıkça görülür ki, ana fikir, Kur’an’ın rehberliğidir. Allah’a kulluğun ana ekseni de, hiç şüphesiz budur. Kur’an rehber kılınmadan yapılacak olan kulluğun hiçbir anlamı olmayacaktır. Şimdi, bu bilgiler dahilinde 25. Ayetteki atıf harfini ve “müjdele” emrini düşünelim. Bu çerçeveden bakınca görülür ki, burada kendilerine müjde verilenler, Kur’an’ın rehberliğini kabul edip, onun izinde yürüyenlerdir. Dünya hayatındaki zevkler dört şey ile elde edilir. Bunlar; 1-) Ev- Bark, bağ- bahçe,  2-) Yiyecek- içecek,   3-) evlilik,  4-) Sahip olunan bu nimetlerin devamlı oluşu. İnsanlar, işte bu sayılan menfaatler yüzünden Allah’tan başkalarına kul- köle olmakta ve kendilerini sefil durumlara düşürüp perişan etmektedirler. Bundan ötürü Rabbimiz, bizlere şunun garantisini vermektedir. Eğer bu Kur’an’ın rehberliğini kabuk eder ve onun gösterdiği istikamette yürürseniz, hem bu dünya hayatın da perişan olmazsınız ve hem de sözümü dinlediğiniz için, sizi ahrette de bu nimetlerle ve daha fazlasıyla rızıklandırırım. Ahirette elde edeceğiniz nimetler, bu dünyadakilere göre çok daha mükemmel ve devamlıdır.

25.       Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, (insanlara dünyadaki hallerini göstermek ve onları hidayete sevk etmek için) bir sivrisineği ve (hatta) ondan daha da değersiz herhangi bir şeyi bir darb-i mesel olarak kullanmaktan asla çekinmez/ kaçınmaz. İmân edenlere gelince, onlar,mutlaka bu darb-i mesellerin/verilen bu örneklerin Rableri tarafından verilmiş (gerçeği tam anlamıyla yansıtan) hak/anlamlı (bir temsil/örnek)olduğunu kesin olarak bilirler; ama, o küfürde karar kılmış olanlara gelince, onlar da, mutlaka, “Allah bu darb-i mesellerle /bu temsili anlatımlarla ne kastetmiştir ki?! ( Allah bu tür anlatımlardan münezzehtir!)” der dururlar. Allah bu tür anlatımlarla çoklarını şaşırtıp saptırır; ve yine bu tür anlatımlarla  birçoklarını da hidâyete yöneltir!.. Ama( asla unutmayın ki) Allah, fasıklar gürûhundan(yol’dan çıkanlardan) başkasını şaşırtıp saptırmaz!.

 

Not: Saptırmanın Allah’a isnad edilmesi, fiilin sebebe isnad edilmesidir.

 

26.                                    O fasıklar öyle kimselerdir ki, onlar, Allah’ın ahdini (Allah ile yapmış oldukları Rab-kul sözleşmesini) kesin olarak kabul edip Allah’a kul olacaklarına dair kesin söz verdikten sonra, (kendi kendilerine tek taraflı olarak) onu bozup atıyorlar/ çözüp dağıtıyorlar! ( Sözleşme maddelerinde), Allah’ın birleştirilip bağlanmasını emir buyurduğu şeyleri (düşünce, inanç, dostluk,kardeşlik, akrabalık, ahlak gibi bağları) kesip parçalıyorlar! Ve böylece yeryüzünde fitne ve fesat saçıyorlar! İşte onlar, hüsrana uğrayanların (zarar- ziyan edenlerin) ta kendileridirler!..

 

27.                                    (Ey fasıklar gürûhu!) Sizler,( gönderdiği hidayet rehberini reddetmek suretiyle) Allah’a karşı nasıl nankörlük edersiniz?! Hâlbuki sizler(ana rahminde hayata kavuşmadan önce) ölü bir halde idiniz (toz-toprak veya nutfeler halinde cansız birer nesne idiniz) de, Allah size hayat bahşetti. Sonra size, yine ölümü tattıracak ve sonra da, (günü geldiğinde) sizi (tekrar) diriltecek ve sonunda da, sadece ve sadece O’na döndürülüp götürüleceksiniz!

 

28.                                    O öyle bir rab ki, şu yeryüzünde her ne varsa hepsini sizin için yaratmıştır; sonrada şu semaya doğrulmuş( yaratma iradesini, plan ve tasarımını şu göklere uygulamış) ve böylece onları yedi gök halinde (yine sizin bugününüz ve geleceğiniz için) düzene koymuştur! Evet, O, her şeyi hakkıyla bilmekte olandır!

 

29.                                    Evet, onlara hatırlat ki, vaktiyle Rabbin meleklere şöyle demişti: “ Hiç şüpheniz olmasın ki ben, şu yeryüzünde  (emirlerim muvacehesinde yaşayacak ve kendisini olgunlaştıracak/ güzelleştirecek, içerisinde yaşadığı dünyayı yaratılış amacına uygun bir şekilde imar edip güzelleştirecek) halifeler (akıl, irade ve sorumluluk sahibi çok şerefli ve değerli temsilciler/ vekiller) yaratacağım!” Onlar da: “ (Aââ!) Orada bozgunculuk edip durmakta olan ve orada kanlar dökmekte olan  kimseleri mi orada (halifeler/ temsilciler) yapacaksın?! Oysa biz, seni hamdin ile (hamdine bürünmüş/dalmış olarak) tesbih ve takdis edip durmaktayız.( Biz seni, sana yakışmayan noksanlık, kusur, şaibe, acziyet gibi her  türlü eksik vasıftan uzak tutup; seni, sana yakışan tüm üstün ve mükemmel vasıflarla nitelendirip durmaktayız.. Ve yine biz, senin rızanı kazanmak için kendimizi her türlü günah ve ma’siyetten arındırıp duruyoruz. Hâl böyleyken, halifelik görevi üstlenmeye/ temsilcilerin olmaya biz daha layık değil miyiz?)” Demişlerdi. Bunun üzerine, Senin Rabbin de şöyle demişti: “ Hiç şüpheniz olmasın ki, ben, sizin bilmediğiniz/ bilemeyeceğiniz birçok şeyi bilmekteyim!” ( Ey fasık insanlar! Şimdi siz, sizi halifelik/vekillik/temsilcilik makamına layık gören Allah’a karşı nasıl nankörlük edersiniz?! O’nun size gönderdiği kılavuzu/ hayat rehberini ne hakla reddedersiniz?!)

 

Not: Yüce Allah’ın insanı halife kılması, kendisinin gaybubiyetinden, acziyetinden ve yardıma ihtiyaç duyduğundan değil, insana verdiği şeref ve itibardan/ ikramdan ötürüdür. Halife, otorite tarafından verilen görevi, onun adına kullanan ve yerine getiren temsilci demektir. Yetkisi, kendisine verilen alanla sınırlıdır. İnsan, Allah’ın halifesi olduğunu unutmamalıdır. O, kendi adına icra-i ahkam eylemeye kalkıştığı an, kendi saltanatını ilan etmiş olur ki, bu, asla bağışlanacak bir davranış değildir. İşte bu nedenle insan, kendisine verilen vekâleti asla asalet sanmamalıdır. İnsan böyle bir vehme kapıldığı an, tabi tutulduğu imtihanı kaybetmiş olur. Halifelik ile , Allah tarafından insana verilen özellikler, sorumluluklar, yetkiler ve nimetler anlatılmaktadır. İnsanın yaratılış gayesi halifelik olarak işaretlenmiştir. Bunun diğer adı Allah’a kulluktur. Bu ayet, 21. Ayetteki çağrı ile irtibatlıdır. İnsanın yaratılış gayesi Allah2a kulluktur. O bu sayede  semalara çıkacak ve cennetlere ulaşacaktır. İnsanın yolculuğu topraktan başlıyor ve onun halifeliğine kadar uzanıyor. Bu dünyadan başlayan ve cennetlere kadar uzanan bu yolculuk kılavuzsuz nasıl tamamlanır?  İşte bunun içindir ki, Yüce Raabbimiz biz insanlara sürekli kılavuzlar ve rehberler göndermiştir.

 

30.                                    Ve (Rabbin,) Âdem’e bütün isimleri öğretti. (Yani tüm varlıkları tanıma, adlandırma, sınıflama, mahiyetlerini anlayıp kavrama ve anlatma kabiliyeti verdi veya soyundan halife olacak olanların/ peygamberlerin isimlerini ve sıfatlarını ona öğretti); sonra onları meleklere arz edip şöyle dedi: ’’ Eğer( halife olma iddianızda) samimi iseniz, haydi, işte şunları isimleriyle (mahiyetleri, özellikleri ve sıfatlarıyla) birlikte Bana haber verin/anlatın (bakalım)!?”

 

31.                                    Onlar da dediler ki: “ (Ey rabbimiz! Sen yüceler yücesisin. Biz, seni (her türlü eksiklikten, noksanlıktan, kusurdan, ayıptan, şaibeden ve acziyetten)tenzih ederiz; Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Hiç şüphe yok ki,( her şeyi) hakkıyla bilmekte olan ; (her şeyi) en doğru şekliyle yerli yerinde yapmakta olan tam hüküm ve hikmet sahibi ancak ve ancak Sensin!”

 

32.                                    (Bunun üzerine Rabbin):’’Ey Âdem! Bunları isimleriyle (mahiyetleri, özellikleri ve sıfatlarıyla)birlikte onlara(meleklere) sen haber ver/anlat!” dedi.  Âdem, onları isimleriyle (mahiyetleri, özellikleri ve sıfatlarıyla) birlikte kendilerine haber verip anlatınca, (Rabbin şöyle dedi): ’’Ben size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını(sırlarını, gizliliklerini, bilinmezlerini) gerçekten sadece Ben bilirim! Evet, Ben, sizin açığa vurduklarınızı da gizleyip saklı tuttuklarınızı da  çok iyi bilmekteyim!”

 

33.                                    Ve yine onlara hatırlat ki, vaktiyle Biz, meleklere :’’(Haydi),Âdem’e secde edin(O’nun üstünlüğünü kabullenin O’na hürmet edin, O’nun emrine boyun eğin, O’nun hizmetine girin ve O’na selam durun)!” diye emretmiştik! İblis hariç (bütün melekler) hemen secdeye varmışlardı! İblis, (secde etmem diye) dayatıp diretmişti ve (hiç hakkı olmadığı halde) küstahça büyüklük taslamış ve böylece (Allah’ın emrine karşı gelip) küfürde karar kılanlardan/ kâfirliği meslek edinenlerden (ilki) oluvermişti! [Ey insanlar! Şimdi siz de, Allah’ın gönderdiği bu son ilahi rehberi kabul etmeyerek, sakın İblis’in durumuna/konumuna düşmeyiniz!]

 

34.                                    Evet, Biz, (İblis’in küstahlığına rağmen Âdem’e ) şöyle demiştik:’’Ey Âdem! Sen ve eşin (birlikte) şu cennete/bahçeye yerleşin ve oradan, her neresinden dilerseniz bol bol yiyin-için (istifade edin); ama sakın şu ağaca yaklaşmayın! Aksi halde zalimlerden ( Allah’ın emrine karşı gelerek kendilerine yazık etmiş olanlardan) olursunuz!”

 

35.                                    (Fakat) o şeytan, (ne yapıp etti) o ikisinin ayaklarını oradan kaydırdı ve böylece onları, içinde bulundukları o yerden (nimet ve mutluluk ortamından) çıkarıverdi! Bunun üzerine biz de(onlara) şöyle dedik:” (Haydi), kiminiz kiminize düşmanlar olarak (buradan) ininiz! (Bundan böyle) yeryüzünde Sizin için belli bir vakte (hayatınızın sonuna veya kıyamet gününe) kadar yerleşip durmak ve faydalanıp yaşamak vardır.”

36.                                    Ve nihayet Âdem, Rabbinden (kendisi için yol gösterici bir takım) kelimeler(emirler, ilkeler, mesajlar) aldı, (onları öğrenip belledi, kabullendi ve hayatına uyguladı ); bunun üzerine (Rabbi), onun tövbesini kabul buyurdu.  Hiç şüphesiz Allah,(evet)yalnız O’dur tövbeleri kabul eden,(ve yine yalnız O’dur)rızasına muvafık davrananlara özel bir rahmet, iyilik ve güzellik lütfedip, rahmetini kesintisiz olarak devam ettiren!

 

37.                                    ( Evet), Biz onlara (şunu da) demiştik: ‘’( Haydi), hepiniz oradan ininiz; (ama şunu iyi biliniz ki, ben sizlere, sizi tekrar cennete sokacak yol gösterici rehberler/peygamberler ve kitaplar göndereceğim! Bundan böyle,) Ben’den size bir hidayet rehberi /doğru yolu gösteren bir kılavuz (Peygamber ve kitap) geldiği zaman, sizden her kim (tereddütsüz olarak) benim hidayet rehberime tâbi’ olursa, artık (sadece) onlara korku yoktur ve onlar (hiçbir şekilde) mahzun da olmazlar!

 

38.       Evet, bizim ayetlerimizi (mesajlarımızı, ilkelerimizi, emirlerimizi)  bile bile reddetmiş/inkar etmiş/gizlemiş ve yalanlamış olan kimseler( var ya), işte onlar, o cehennem ateşinin dostlarıdırlar! Tabii ki onlar orada ebedi olarak kalıcıdırlar!

 

39.       ( İmdi,) Ey İsrail oğulları! Size ihsan ettiğim (o mühim ve muazzam) nimetimi (sizi dini önderler, örnekler, rehberler, halifeler, imamlar kılışımı) hele bir hatırlayın/ iyice düşünün! Evet, benim ahdime (iman ve itaat konusunda bütün emir ve yasaklarıma uyacağınıza dair bana verdiğiniz sözlere) vefa gösteriniz ki, ben de sizin ahdinize (yaptığınız iyiliklere güzel karşılık vereceğime, sizden razı olacağıma ve sizi cennetime koyacağıma dair size verdiğim söze) vefa göstereyim! (Evet, evet! Başka hiçbir kimseden ve hiçbir şeyden değil), sadece ve sadece benden korkup çekinin!

 

40.       (Evet, yalnızca benden korkun) ve beraberinizde olanı ( elinizin altında bulunan Tevrat’ı, özü itibariyle) tasdik edici olarak indirdiğim (şu Kuran’a)iman edin ve (sakın hâ) O’nu inkar edenlerin ilki/ öncüsü olmayın ve ayetlerimi(mesajlarımı, ilkelerimi ve emirlerimi, hükümlerimi ) az bir bedel (dünyevi çıkar ) karşılığında satmayın! (Evet, evet! Başka hiçbir kimseden ve hiçbir şeyden değil,) ancak ve ancak benden korkup korunun!..(Bana karşı takvalı davranın; benim emirlerime uyun ve benim yasaklarımdan kaçının…)

 

41.       Ve(sakın) Hakka batıl( uydurduğunuz hurafeleri) çalıp (Allah’ın dinini) bulandırmayın ve bilip durduğunuz halde, sakın bu gerçeği (Hz.Muhammed’in son peygamber, Kur’an’ın son Kitap olduğu gerçeğini) gizlemeyin!..

 

42.       Ve (bırakın o boş lafları da) namazı (büyük bir istek ve iştiyakla) kılınması gerektiği gibi dosdoğru olarak eda edin ve zekatı da hakkıyla verin! Ve rükû edenlerle (huşû ve huzur içinde namaz kılarak Allah’a yönelen/itaat eden/kulluk yapan müminlerle) beraber siz de rükû edin (huşû ve huzur içinde namaz kılarak Allah’a yönelin/itaat edin/kulluk yapın)!..

 

43. (Ne o, yoksa)Sizler, insanlara iyilikleri emredip de, kendinizi unutuyor musunuz?! Hem de,  Kitab-ı okuyup durduğunuz/gerçekleri apaçık olarak bildiğiniz halde!.. (peki)Siz, hiç aklınızı başınıza almayacak mısınız?!

 

44. (Evet, aklınızı kullanabilmeniz ve günahlardan arınmanız için, artık) Sabır ve namaz ile (Allah’tan )yardım isteyiniz!  Gerçek şu ki, sabır ve namaz ile Allah’tan yardım istemek,  huşû duyanlar (Allah’a karşı derin bir saygı üzere bulunan alçak gönüllü insanlar)dan başka herkese çok ağır/zor gelir!

 

45. (Allah’a karşı derin bir saygı üzere bulunan o alçak gönüllü kimseler) çok iyi bilirler ki, (öldükten sonra) gerçekten de Rablerine kavuşacaklar ve (hesap vermek üzere) mutlaka O’na dönecekler/O’nun huzuruna çıkacaklar!..

 

46.       Ey İsrail oğulları! Size ihsan ettiğim onca nimetimi ve sizi (bir zamanlar) bütün âlemlere(diğer kabile ve kavimlere) üstün tuttuğumu hele bir hatırlayınız/iyice düşünün!

 

47.       Ve öyle bir günden (hesap gününden) korkup korunun ki, o gün hiçbir kimse, (her ne suretle olursa olsun) bir başkasına  asla  hiçbir fayda sağlayamaz; kimseden (her ne suretle olursa olsun) hiçbir şefaat (aracılık) da kabul edilmez ve hiç kimseden (herhangi) bir fidye (kurtuluş bedeli) de kabul edilmez!.. Evet, (O gün) onlara (o gün için şimdiden tedbir almamış olanlara) asla yardım da olunmaz!

 

48.       Ve yine hatırlayın/düşünün o günleri ki, biz sizi firavun hanedanının elinden/zulmünden kurtarmıştık! Onlar sizi azabın (işkencelerin) en kötüsüne/en alçağına maruz bırakıyorlardı; erkek evlatlarınızı boğazlıyorlar, kız evlatlarınızı ise (güya) sağ bırakmıyorlar (ve böylece onlara utanç verici şeyler/iğrençlikler yapıyorlar)dı! İşte bütün bunlarda (bu tür musibetleri yaşamış olmanızda) Rabbinizden size yönelik büyük bir imtihan vardı!..  (Rabbiniz sizi bu tür imtihanlardan geçirdi ki, daha sonraki süreçlerde sizler, benzer kötülükleri başkalarına yapmayasınız, firavunluk etmeyesiniz!..)

 

49. Ve yine hatırlayın/düşünün o zaman ki, biz sizin için o denizi yarmıştık da, böylece sizi (toptan) kurtarmıştık!.. Evet, (sizler hayret ve korku ile bakıp dururken ) gözlerinizin önünde firavun’un hanedanını (adamlarını) boğuvermiştik!

 

50. Ve yine hatırlayın/düşünün o günleri ki, ( kelam-i ilahiye mazhar olsun ve kendisine Kitap verip size gönderelim diye) Musa ile kırk gece için sözleşmiştik! Ama sonra siz, Musa’nın aranızdan (ayrılıp Tur’a çıkışının ardından) o altın buzağıya tutuluvermiştiniz!.. Evet, sizler her daim zalimlik yapmayı/hainlik etmeyi karakter haline getirdiniz!..

 

51.       Sonra, bunun ardından (bu zalimliğinizin/nankörlüğünüzün/hainliğinizin ardından) biz, (yine de) sizi affetmiştik!.. (Düşünürsünüz de,) belki şükredersiniz!..

 

52.       Ve yine hatırlayın/düşünün o zamanı ki, biz, Musa’ya Kitab’ı ve furkanı (hak ile batılı, doğru ile yanlışı, haram ile helali ayırt edici ölçütü) vermiştik!..(Anlarsınız da,) belki hidayete erersiniz!..

 

53.       Ve yine hatırlayın/düşünün o zamanı ki, Musa kavmine : “ Ey benim kavmim! Siz o altın buzağıya tutulmakla, gerçekten kendi nefsinize ( kendi öz benliğinize ve toplumunuza) zulmettiniz/hainlik yaptınız!.. O halde gelin, (özleri/kalpleri oluşturan ve yarattığı her şeyi  düzgün ve ahenkli kılan) O yaratanınıza yönelin/dönün ( Derhal O’na tövbe edin) ve ( o altın buzağıya tutulmuş olan) nefislerinizi hemen öldürün!.. Bu, (özleri/kalpleri oluşturan ve yarattığı her şeyi düzgün ve ahenkli kılan) yaratanınız katında sizin için çok daha hayırlıdır! (Böyle davranın ki,) Allah tövbenizi kabul buyursun!.. Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, (evet) yalnız O’ dur tevbeleri kabul eden (ve yine) yalnız O’ dur rızasına muvafık davrananlara özel bir rahmet, iyilik ve güzellikle lütfedip, rahmetini kesintisiz olarak devam ettiren!..

 

54. Ve hatırlayın/düşünün o zamanı ki, sizler: “Ey Musa! Biz, Allah’ı açık-seçik görmedikçe sana asla inanmayız!..” demiştiniz de, sizi hemen, bütün şiddet ve dehşetiyle çarpan o korkunç yıldırım ve gürültü yakalayıvermişti!.. Evet, Siz, (çaresizce) bakakalmıştınız/bakıyordunuz!

 

55.       Sonra da sizi; o ölümünüzün ardından (yeniden) diriltmiştik! (Düşünürsünüz de,) belki şükredersiniz!..

 

56.       Ve (hatırlayın/düşünün o zamanı ki, Biz, çölde) bulutlarla üzerinizi gölgelemiştik; size (orada) kudret helvası ve bıldırcın eti indirmiştik/ihsan etmiştik ve:”size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz ve helâl olanlarından yiyin!” (diye buyurmuştuk!) Evet, Onlar (nankörlük yaparak aslında) zulmü/haksızlığı bize yapmıyorlardı; fakat, onlar(böyle davranarak hep) kendilerine zulmedip duruyorlardı!

 

57.           Ve(yine) hatırlayın/düşünün o zaman ki, Biz size şöyle demiştik: ” (Haydi),şu beldeye/                memlekete/ülkeye girin!  ve oradan, neresinden dilerseniz bol bol yiyip-için (faydalanın); ama kapısından secde ederek (gurura kapılmadan, şımarıp böbürlenmeden, tevazu içinde, alçak gönüllü bir tarzda ve saygılı bir tavırla) girin! Ve (giriş esnasında ve daha sonraki süreçlerde hep) “hıtta (Yani Ey Rabbimiz! Bizim işimiz/arzumuz/davamız bağışlanmaktır, insanların yüklerini sırtlarından indirmek,sıkıntılarını ortadan kaldırmaktır, no’lur sen de bizim yüklerimizi indir, sıkıntılarımızı gider ve  bizi affet!)” deyin ki, biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım!” Evet, biz ihsan sahibi olmayı/Allah’ı görüyormuşçasına O’na kulluk etmeyi adet haline getirmiş olanlara (ihsanımızı) artırdıkça artıracağız!.. (İleride onlara bütün beldelerin ve nihayet cennetlerin kapılarını açacağız!)”

 

58. Fakat o zalimler(hainler)güruhu, kendilerine söylenmiş olan o sözü (hıtta sözünü), ondan başka bir sözle (hınta sözüyle= Bizim işimiz/arzumuz/davamız kıl çuvallar içinde kırmızı buğday/hububat elde etmektir, dünyalıktır, menfaattir, sömürmektir sözüyle) değiştirdiler! (Böyle yaptılar ve) bunun üzerine biz de,yaptıkları fasıklıklardan dolayı o zalimlerin üzerine, gökten (kendilerini felç eden) pis bir bela/azap indirdik!

 

59.       Ve (yine)hatırlayın/düşünün o zaman ki, Mûsâ, (kuraklık ve susuzluktan yanıp kavrulan) kavmi için su istemişti de,(bunun için bize yalvarıp yakarmıştı)!..  Bunun üzerine biz de ona:” Ey Mûsâ! Asa’n ile  o taşa vur!”demiştik!.. ( Musa asâ’sıyla vurunca,) o taştan on iki pınar(birden) fışkırıvermişti! (Böylece her bir kabile/oymak)kendilerine mahsus su içecekleri pınarı tanıyıp-bilmişti. ( İşte o zaman Mûsâ onlara şöyle demişti):”Allah’ın size ihsan ettiği rızıklardan yiyin, için (faydalanın; ama) sakın yeryüzünde bozguncular olarak hayat sürmeyin ( azgınlık yapmayın, fitne-fesat çıkarmayın!)”

 

60.       ve (yine)hatırlayın/düşünün o zaman ki, sizler şöyle demiştiniz:” Ey Mûsâ! Biz bir tek çeşit yiyeceğe ( kudret helvası ve bıldırcın etine) asla sabredemeyeceğiz! Sen bizim için Rabbine dua et de, bize yerin bitirip yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, salatalığından, tahılından, mercimeğinden, soğan-sarımsağından çıkarıversin!”  Mûsâ’ da  sizé demişti ki: ” Demek siz, daha hayırlı olanı (yaşadığınız bu özgürlük halini) daha aşağılık olana (Mısır’daki kölelik halinize) değiştirmek istiyorsunuz öyle mi?!! O halde, haydi, ( onurunuzu yitirmiş bir halde   Firavunların hakim olduğu şu) şehirlere inin/dönün (ve oralarda onursuz ve ahlaksız bir şekilde yaşamaya devam edin!)   Evet, hiç şüpheniz olmasın ki, oralarda, istediğiniz şeyler, elbette sizin olacaktır!” ( Evet, işte) böylece, onların üzerine zillet (aşağılık, horluk) ve meskenet ( sıkıntı, perişanlık, yoksulluk) damgası vuruldu ve (böylece) onlar, (dönüp) gittikleri her yere Allah’tan bir gazab alıp götürdüler/götürüp yerleştiler! Başlarına gelen bütün bu belaların sebebi, Onların Allah’ın ayetlerine (nimetlerine, mesajlarına, ilkelerine, emirlerine, direktiflerine) karşı nankörce tavır takınmaları ( Allah’ın ayetlerine dayanarak nankörlük yapmaları) ve haksız yere ( kasıtlı olarak) Allah’ın peygamberlerini öldürüyor olmalarıdır! Bu da, onların isyan etmiş olmalarından ve haddi aşıyor olmalarından kaynaklanmaktadır!..

 

 

 

61.       Evet, hiç şüpheniz olmasın ki; iman etmiş olan kimseler, Yahudileşmiş olan kimseler, Hıristiyanlar ve Sabiler (diğer tüm din müntesipleri var ya, onlardan) her kim Allah’a ve ahiret gününe( gerçek anlamda) iman eder ve ( o imanına yaraşır güzellikte) salih ameller işlerlerse, (biliniz ki,) onların mükâfatları Rableri katında kendilerini beklemektedir!  Evet, onları hiçbir korku sarmayacak  ve onlar (hiç bir şekilde) mahzun da olmayacak!..

 

Not: Bu ayet-i kerime, bir önceki ayet okunduğu zaman, ya da baştan beri ilahi gazaba müstahak olanların durumunu anlatan ayetler okunup 61. ayetle son nokta konulduğu zaman, okuyucunun zihninde teşekkül eden tabii bir soruya cevap mahiyetindedir. Okuyucunun ya da dinleyicinin zihninde teşekkül eden soru şu: Bunların üzerlerine zillet ve meskenet damgası vurulup, ilahi gazaba uğramış olduklarına göre acaba bunlar için bir kurtuluş imkânı kalmamış mıdır? Bunlar zillete, meskenete ve ilahi gazaba ebediyen mahkûm mudurlar) Bunlar isteseler bu durumdan kurtulamazlar mı? İşte bu ayet bu soruların bir cevabıdır. Gerek hevâ ve heveslerine uyup hak yoldan sapmış iman edenler, gerek Yahudiler, gerek Hıristiyanlar ve gerek diğer tüm dinlere mensup olup da ilahi gazaba uğramış olanlar, her zaman tövbe eder, Allah’a ve Ahiret gününe kâmil anlamda, Hz.Muhammed(s.a.s)’in şeriatına uygun olarak iman ederse, Allah’ın gönderdiği son hidayet rehberine ciddi olarak tabi olur ve ona göre amel-i Salih işlerse, elbette ilahi gazabtan kurtulmuş olurlar. Aslında ayet, gerçek kurtuluşun nasıl olacağını anlatmaktadır. Ebedi kurtuluşun kendi tekellerinde olduğunu zanneden guruplara yüce Rabbimiz tokat gibi bir cevap vermektedir. Gerçek kurtuluş, kişinin her hangi bir guruba mensup olmasına değil, tam tersine iman ve amel-i salihe bağlıdır. Örneğin “ben müslümanım.”demek te insanı kurtarmaz. Bu ayet, salt bir isim ve slogan şeklinde alınmasını reddetmektedir. Unutulmaması gerekir ki, kim olursak olalım, adımız ne olursa olsun,”ferdi ve içtimai selamet” ancak iman-ı kâmil ve amel-i Salih ile gerçekleşir. Yine unutmamak gerekir ki, gerçek bir iman( iman-ı kâmil) ve amel-i Salih ancak son hidayet rehberinin ( Hz.Muhammed(SAV) ve Kurân-ı Kerimin ) rehberliğinin de gerçekleşebilir. Bu ayet-i kerimeden hareketle gazaba uğrayan Yahudiler, Hıristiyanlar, sabiler ve zahiren mümin gözükenler için “cennet” çıkaranlar,”şapka”dan tavşan çıkaranlardır. Burada problem olarak gösterilen” iman edenler” ifadesi, doğal ortamında değerlendirildiğinde gerçek iman edenleri ifade etmediği görülür. Bakara Suresi’nin 6. ayetinden bu tarafa sınırı aşanlar, gazaba dücar olanlar anlatılmaktadır.  Bu ayet ile zihinlerde ortaya çıkan bir soru cevaplandırılıyor ve konunu akışı aynen devam ettiriliyor. Kanaatimiz o dur ki, bu surenin 8.ayetinden itibaren gündeme getirilen” Biz de Allah’a ve Ahiret gününe iman ediyoruz.” Diyen ve fakat gerçekte iman etmedikleri belirtilen münafıklar , “iman edenler” ifadesiyle sapanlar ve gazaba uğrayanlar kategorizesine sokulmuş ve Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabilerle aynı karede yer almış oluyorlar. Fazla söze ne gerek var, Bakara Suresi’nin ilk 6 ayetini tekrar okuyalım… )

 

 

62.       Ve(yine) hatırlayın/düşünün o zaman ki, biz sizden ( Kitab’a uyacağınıza dair) sapa sağlam söz almıştık; ve ( sonra bu sözünüzden döndüğünüz için,) O Tur’u (Sina daği’ni, başınıza indirecekmiş gibi) üzerinize kaldırarak ( demiştik ki:) “Size verdiğimiz (kutsal emaneti) kuvvetle (kemali ciddiyetle,hürmetle,büyük bir gayretle) tutunuz ve içinde olanları (okuyup anlamakla sürekli) hatırlayınız/o’nun emirlerini daima yerine getiriniz! (Böyle yaparsınız da) belki takvalı davranırsınız!..

63.           ( Ama) Sonra siz, bundan sonra da (sözünüzden) döndünüz!  (Bakın), eğer Allah’ın lütfu ve rahmeti üzerinizde olmasaydı, elbette (büsbütün) hüsrana uğrayanlardan olurdunuz!...

64. Evet, içinizden cumartesi gününde haddi aşanları (dünyalık uğruna Allah’ın yasasını çiğneyenleri) siz de  çok iyi bilmektesiniz!.. (Bu davranışlarından dolayı Biz onlara:) “ haydi, zillete düşen ve alçalan( hor, hakir ve rezilce yaşayan) maymunlar olunuz!”demiştik!..

Not: Bu ayet, bir önceki ayette ifade edilen ”büsbütün hüsrana uğrayanların” nasıl mahvolduklarını izah etmektedir. İlahi yasaya uymayan her toplumun varacağı son durak, zillete düşüp maymunlaşmaktır. Bu ayet, çok mühim bir toplumsal yasayı anlatmaktadır… Ayeti daha yakından anlamak isteyenler, içerişimde yaşamakta oldukları şu açgözlü, doyumsuz ve şahsiyetsiz toplumlara baksınlar…

 

65.           Evet, Biz o olayi, hem onların çağdaşlarına ( bu olayı görenlere) ve hem de sonradan gelenlere ( aynı hataya düşmekten alıkoyacak) ibretlik bir ceza, muttakiler (kendilerini şeytanın tuzaklarından, kendi davranışlarının kötü sonuçlarından, her türlü kötü, zararlı ve anlamsız şeyden ve Allah’ın gazabından korumak için sürekli müteyakkız/uyanık ve hazır tutan ve daima ilahi himayeye/ sipere ve rahmete sığınıp ve böylece kendilerini koruma altına alan hassas sorumluluk sahibi kimseler) için ise tam bir nasihat (öğüt)kıldık!..

66. Ve(yine) hatırlayın/düşünün o zamanı ki, Mûsâ kavmine: “ Evet, Allah size ( kurban olarak) bir inek kesmenizi emrediyor!..”demişti de, Onlar da: “Aaa!.. Sen bizimle alay mı ediyorsun?!” demişlerdi. Bunun üzerine Musa :” Ben, cahillerden biri olmaktan Allah’a sığınırım!..” demişti.

67. Onlar:”(madem öyle,) “sen, bizim için Rabbine dua et de, onun ne olduğunu( nasıl bir şey olduğunu) bize açıklasın!” demişlerdi. Bunun üzerine Musa: ”Rabbim buyuruyor ki: “Kesinlikle o, ne çok yaşlı ne de çok genç, bu ikisi arasında orta yaşta(dinç) bir inektir. O halde, haydi emrolunduğunuz şeyi hemen yapınız!”demişti.

68. Bu kez onlar şöyle dediler: ”Sen, bizim için (yine) Rabbine dua et de, onun rengi nasıldır? Bize (onun rengini) açıklasın!..” Bunun üzerine Musa şöyle dedi:”Rabbim buyuruyor ki: ” Kesinlikle o, bakanların içini açan( onlara haz ve neşe veren) sapsarı (altın renginde)bir inektir!”

 

69.           (Bu sefer de)Onlar şöyle dediler:” Sen, bizim için Rabbine dua et de, o nasıl bir inektir? (Onu) bize daha iyi açıklasın. Doğrusu o inek, bize (başka ineklere) benzer geliyor/karıştırdık. Gerçekten biz, eğer Allah dilerse, elbette muvaffak olacağız!”

70. Musa şöyle dedi: ”Rabbim buyuruyor ki: Doğrusu o, ne boyunduruğa koşulup toprak sürmüş ne de su taşıyarak ekin sulamış,(ezilmemiş,hırpalanmamış) bütün kusurlardan uzak, (alacası olmayan, sapsarı) bir inektir!” Onlar: ”İşte şimdi gerçeği ortaya koydun!” demişlerdi. (Bunca ayak diretmeden sonra, zor bela) onu kestiler; ama az kalsın (bunu) yapmayacaklardı!..

71.           Ve hatırlayın/düşünün o zaman ki, siz bir adam öldürmüştünüz/fail-i meçhul bir cinayet işlemiştiniz ve bu konuda birbirinize düşmüştünüz( öldürme işini birbirinizin üstüne atmaya ve işi örtbas etmeye kalkışmıştınız)!..Oysa Allah, sizin gizlemekte olduğunuz şeyleri açığa çıkarıcıdır!..

72. Nitekim biz şöyle demiştik: ”Ona(o öldürülen kimseye), onun(kesilen ineğin) bir parçasıyla vurun! (vurdular ve o dirildi ve katilini haber verdi.) İşte Allah ölüleri böyle diriltir ve ayetlerini (delillerini) size böyle gösterir!.. Belki aklınızı kullanırsınız!..

73.           Sonra bütün bunların ardından, (Allah’ın ayetlerine karşı) kalpleriniz yine katılaştı. Artık o(kalpleriniz) taş gibi oldular, hatta taştan da beter oldular!.. (Daha katı,daha sert, daha duygusuz ve duyarsız kesildiler!..) Evet, gerçekten öyle taşlar vardır ki, ondan (gürül gürül)  ırmaklar kaynar/fışkırır!.. Evet, öyle taşlar da vardır ki, çatlayıp yarılır ve onlardan sular çıkar/sızılır!.. Evet, öyleleri de vardır ki, Allah’a karşı duydukları derin saygı ve korkudan ötürü yerinden kopar ve aşağılara yuvarlanıverir!.. (Taşlar bile Allah’ın yasasına uyup bereketli ve faydalı hale gelirken, sizlere ne oluyor ki böyle büsbütün bereketsiz taş kesildiniz!..Ama(asla unutmayınız ki)Allah, sizin yapıp-etmekte olduklarınızdan asla gafil değildir!..

 

Not: İlahi vahiy yağmurlarına maruz kalıp da, çoraklıktan bir türlü kurtulamayan çorak insanların vahim halleri gözler önüne seriliyor. İlahi yağmurların, rüzgarların, güneşlerin, depremlerin yumuşatamadığı bu kırsal/ çorak toprakları başka hangi yağmurlar,rüzgarlar, güneşler, depremler yumuşatabilir?Kalbini Kuran yağmurlarına açmamış insan nasıl can bulabilir ki?..Onlar hangi insanlık ürününü bitirip yetiştirebilirler? Onların insanlığa ne faydası olabilir?

 

74. ( Peki, bütün bu olanlardan sonra) şimdi siz, onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz?! Oysa onların içinde öyle bir grup(organize olmuş gürüh) vardır ki, onlar, Allah’ın kelamını dinlerler, onu iyice anlayıp kavradıktan sonra, bile bile Allah’ın sözünü tahrif ederler( mana ve mesajını çarpıtırlar)!..

75. Evet, onlar,( Kurân’a) imân eden kimselerle karşılaştıkları (ve bir arada bulundukları) zaman: ”Biz de tıpkı sizin gibi iman ettik!”derler; ama birbirlerine varıp baş başa kaldıklarında ise (şeytanlığı meslek edinmiş olan o akıl hocaları iman ettik diyen münafık Yahudilere): ” Yahu siz” derler, ” Allah’ın size açmış olduğu/anlatmış olduğu/açıklamış olduğu/ hükmetmiş olduğu şeyleri ( son peygambere dair sıfatları, Yahudi maceralarını, nebilerden ve Yahudilerden alınan sözleri) Rabbinizin katında/Rabbinizin hükmü dahilinde(Tevrat’a göre) kendisiyle size karşı delil getirsinler(sizi çaresiz duruma düşürüp mahcup etsinler) diye mi onlara(müminlere) anlatıyorsunuz?! Siz, aklınızı kullanmıyor musunuz?!”

76. (peki, asıl) Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizlediklerini de çok iyi biliyor, açığa vurduklarını da?!

77. Evet, onların içinde( bir de) ilahi kelamla ilgisi bulunmayan (ümmi) bir grup vardır. Onlar kitabı(ilahi kelamı) bilmezler;ancak bir takım kuruntular(batıl inançlar) bilirler!.. Evet, onlar, sadece ve sadece zannedip dururlar!..

78.       Artık yazıklar olsun o kimselere ki, onlar kendi elleriyle kitabı yazarlar, sonra da az bir bedel (dünyevi çıkar) elde etmek için:”Bu Allah katındandır!..”derler. Kendi elleriyle yazdıklarından dolayı yazıklar olsun onlara!.. Evet, ( böyle yaparak) kazanmakta oldukları şeyler( dünyevi çıkarlar) yüzünden de yazıklar olsun onlara!..

79.       Evet, onlar( bunca günahlarına rağmen bir de) şöyle derler:” Bize sayılı birkaç günden başka, asla cehennem ateşi dokunmayacak!..” Sen onlara de ki:”Siz (bu hususta) Allah’tan bir söz mü aldınız?! (Eğer öyle ise)Allah verdiği sözden asla dönmez!.. Yoksa siz, bilmediğiniz/bilemeyeceğiniz şeyleri Allah’a izafe ederek( yalan) mı söylüyorsunuz?!

80. Hayır, hayır!( İş asla onların söylediği gibi değildir; Allah hiç kimseye asla öyle bir söz vermemiştir.) Doğrusu şu ki , her kim bir kötülük kazanır/işler ve günahı da kendisini çepeçevre kuşatırsa (büsbütün hatalarının tutsağı olursa) işte onlar, Ateş’in dostları/ mahkumlarıdırlar! Onlar orada ebediyen kalıcıdırlar!..

81. (Ama bu ilahi kelâma:Kurân’a) iman edip ve (o  imanlarına yaraşır güzellikte) Salih ameller işleyenler ise.. işte onlar, cennetin dostları/ehlidirler! Onlar da orada ebediyen kalıcıdırlar!..

82.           Evet,( Ey Peygamber!) Hatırlat onlara o zaman ki, Biz İsrail oğullarının misakını/sözlerini (onlara şöyle diyerek) alıp kabul etmiştik: “Allah’tan başkasına asla kulluk etmeyiniz! Ana-babaya, yakınlara (akrabaya), yetimlere ve yoksullara kusursuz bir iyilikle muamele edin! (Mümin-kafir) tüm insanlara güzel söz söyleyin! Namazı (büyük bir istek ve iştiyakla,kılınması gerektiği gibi) dosdoğru edâ edin! Zekatı hakkıyla verin!..”  ( Onlar, hiçbir kuşkuya yer vermeden bu ilkelere kesin olarak uyacaklarına dair söz verdiler;) ama sonra siz, çok azınız hariç, (o sözden) döndünüz!.. Evet, siz, daima (hak ve hakikate sırt) dönücülersiniz!..

83. Evet, hatırlayın/düşünün o zaman ki, Biz sizin sözünüzü de (size söyle diyerek) alıp kabul etmiştik: “Birbirinizin kanını asla dökmeyin! Birbirinizi (evlerinizden, barklarınızdan), yurtlarınızdan asla sürüp çıkarmayın!..” Evet, siz bunu açıkça kabul etmiştiniz ve üstelik siz, (bu sözleşmenin olduğuna) hala şahitlik edip durmaktasınız!..

84. (Ama buna rağmen) Sizler o kimselersiniz ki,( hâlâ) birbirinizi katlediyorsunuz, içinizden bir grubu yurtlarından sürüp çıkarıyorsunuz, kötülük ve düşmanlıkta/haddi aşmakta onlara karşı( güç birliği/iş birliği yapıp) yardımlaşıyorsunuz; eğer onlar esir olarak size gelirse( elinize düşerlerse), onlarla ancak fidye karşılığında serbest bırakıyorsunuz!.. Oysa, onların (evlerinden, barklarından,yurtlarından) sürülüp çıkartılması sizlere haram kılınmıştı!..Yoksa siz, kitabın bir kısmına inanıyor, bir kısmını inkar mı ediyorsunuz?! Sizden böyle yapanların cezası, (bu) dünya hayatında (iyice) rezil-rüsva olmaktan başka nedir ki?! Evet, Onlar kıyamet gününde de  azabın en şiddetlisine itileceklerdir!.. Ve(asla unutmayınız ki) Allah, yapıp-etmekte olduklarınızdan asla gafil değildir!..

85.       (Ey müminler!) İşte onlar, o kimselerdir ki, ebedi olan ahiret hayatını verip, karşılığında şu (üç beş günlük)dünya hayatını satın almışlardır!.. Bundan dolayı onların (cehennemdeki)azabı asla hafifletilmeyecektir ve onlara ( hiçbir şekilde) yardım da olunmayacaktır!!!

86. Evet, yemin olsun ki, Mûsâ’ya da o( yol gösterici) kitabı biz vermiştik!.. Ve O’nun arkasından, O’nu adım adım takip eden onca peygamberi de peş peşe biz göndermiştik!.. Ve Meryem oğlu İsa’ya da o beyineler( hak ve hakikati tüm yönleriyle gözler önüne seren, gayet açık, anlaşılır ve ikna edici belgeleri/delilleri) biz vermiştik!.. Ve O Rûhu’l Kudüs ile de o’nu biz takviye edip desteklemiştik!..(Peki, Ey ehl-i Kitap! Ya siz ne yaptınız?! Onlara da yapacağınızı yaptınız!..) Siz, her ne zaman size, bir peygamber, hoşunuza gitmeyen/keyfine uymayan bir şey getirdiyse, O’na tabi olmayı gururunuza yediremeyip küstahça büyüklük tasladınız (öyle değil mi?!) (Bu nedenle) onların bi kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz!..

 

Not:(1) Bu ayet-i kerimede” Rûhu’l Kudüs”ün Hz. İsa’ya tahsis edilmiş olması, Hz. İsa’yı tenzih amacı taşımaktadır. İsrailoğullarının Hz. İsa ve annesi hakkında söyledikleri o çirkin sözler, bu ifadenin kullanılmış olmasıyla sahiplerine iade olunmuştur. Yoksa Rûhu’l Kudüs=Cebrail ya da vahyi ilahi Hz.İsa’nın dışında diğer peygambere de inmiştir.

 

(2) İsrail oğulları, birçok peygamberi öldürdükleri gibi, son peygamber Hz.Muhammed (s.a.v)’e de bir çok defa öldürme teşebbüsünde bulunmuşlardır.Bu konuda Hz.Peygamber şöyle buyurmuştur:”Hayberde yediğim zehirli lokmanın acısı benden( hâlâ) ayrılmadı.İşte bu ( ölmekte olduğu an), can damarımın kesilmek üzere olduğu andır.”Hz.Peygamber(s.a.v)’in ölüm döşeğinde söylediği bu söz , O’nun ölümünde bile bir Yahudi suikastının olduğunu gösterir.

 

87. Onlar, (kendilerini mutlak hidayete ermiş/kurtulmuş ve yegane ilim sahipleri olarak gördükleri için, hep) şöyle dediler:” Bizim kalplerimiz sırf ilim ve hikmetle kuşatılmış ve ilahi bilgiye doymuş bir haldedir;(ne Muhammed’in ne de bir başkasının söylediklerine asla ihtiyacımız yoktur)!..” Hayır, hayır! (İş asla onların söylediği gibi değildir.) Doğrusu şu ki, nankörlükleri nedeniyle Allah onları lanetlemiştir:(Onları rahmetinden kovup uzaklaştırmıştır!..) Bu nedenle onlar pek az iman ederler!..

88. Ne zaman ki, onlara Allah katından, yanlarında bulunan (vahiy bilgilerini) tasdik edip doğrulayan (yeni ve çok mühim) bir kitap (Kurân) geldi,- ki daha önce onlar, inkar edenlere karşı onun geleceğini açıklayıp duruyorlardı (ve Allah’tan böyle bir yardım talep ediyorlardı.)- İşte tamda o bildikleri/tanıdıkları ve isteyip durdukları şey ( Kurân ve Hz. Muhammed) kendilerine geldi, (kalkıp bile bile) onu inkar ettiler/reddettiler!..İşte bundan ötürü Allah’ın laneti o kafirlerin üzerine olsun!..

89. Onların, Allah’ın, kullarından dilediği bir kimseye( Hz. Muhammed’e) kendi lütfundan tane tane vahiy indirmesini kıskanarak, Allah’ın indirmiş olduğu şeyi ( Kur’an-ı) inkar etmek suretiyle kendi kişiliklerini/şahsiyetlerini/imanlarını verip karşılığında satın aldıkları şey(küfür) ne kadar da iğrençtir!... İşte bu yüzden onlar, gazab üstüne gazaba uğradılar!Gerçekten de kafirler için hor ve hakir bir azab vardır!

90.         Onlara:”Allah’ın indirdiğine (Kurân’a)iman ediniz!..” denildiği zaman , Onlar:” Biz (sadece)bize indirilmiş olana iman ederiz!”derler ve onun peşinden geleni (Kur’an-ı) inkar ederler!.. Oysa, O (Kurân), kendi yanlarında bulunan (vahiy bilgisini) tasdik edip doğrulayan yegane hak ve hakikattir!.. Onlara de ki:”Eğer(dediğiniz gibi siz, size indirilene) inanıyorsanız,(o halde) daha önce Allah’ın (size gönderdiği) peygamberlerini niçin öldürdünüz?!”

91.         Evet, Musa size(Allah’ın peygamberi olduğuna dair) bütün o apaçık belgeleri (mucizeleri) getirmişti; (ama) sonra siz, onun arkasından (tuttunuz) o buzağıya vuruldunuz/tapındınız!. (Hani siz size indirilene iman ediyordunuz?!) Evet, Siz (işte böyle) zalimlersiniz!..

92.         Ve yine hatırlayın/düşünün o zaman ki, Biz sizden( Tevrat’a uyacağınıza dair) sapasağlam söz almıştık; ve (sonra bu sözünüzü tek taraflı olarak bozduğunuz için,) Tur’u (Sina dağını başınıza inecekmiş gibi) üzerinize kaldırarak :”Size verdiğimiz (kutsal emaneti/Tevrat-ı) kuvvetle (kemal-i ciddiyetle, hürmetle, büyük bir gayretle) tutunuz ve (onun sesine/emirlerine) kulak veriniz!..” demiştik. (Peki, bütün bunlar niçin olmuştu?! Hani siz size indirilene iman ediyordunuz?!)  Evet,onlar(öyle zalimler ve öyle kafirlerdir ki, bütün bu olup bitenlerin ardından bile yine de iman etmediler ve her defasında) söyle dediler/tavır takındılar:”İşittik/dinledik/anladık;ama isyan ettik/gereğini yapmadık!..” Evet, nankörlükleri yüzünden o (altın) buzağı/tosun onların kalplerine içirilmiştir!..Onlara deki:”Eğer (dediğiniz gibi siz, gerçekten size indirilene) iman ediyorsanız, (o) imanınızın size emrettiği şey(bunca çirkeflik) ne kadar da kötüdür!..( Gerçek iman hiç böyle şeyler emreder mi?!)

Not:Harika bir istiare sanatıyla karşı karşıyayız. O altın buzağı/tosun tıpkı bir içecek gibi kolayca onların kalplerine/ruhlarına/akıllarına/zihinlerine içirilmiştir. Bu durum, özellikle onların bu içme işine ne kadar yatkın/hazır olduklarını ve içlerinde hep o buzağıyı taşıdıklarını gösterir. Adamların parmağı kesilse kan yerine adeta buzağı akacak gibi!.. Oysa, iman eden insanın kalbinde sadece ve sadece iman ettiği Allah olmalıdır. Demek ki, Peygamberin getirdiği mesaj kabul edilmeyince, onun yerini “tosunlar” dolduruyor. İçi tosuncuklarla doldurulmuş adamlardan, ancak tosunlara özgü sesler çıkar…

93.         Onlara deki:” (İddia ettiğiniz gibi,) eğer Allah indinde/Allah’ın hükmüne göre Ahiret yurdu/cennet, insanlar arasında sadece size tahsis edilmiş ise, o zaman ne duruyorsunuz, haydi hemen ölümü (ölmeyi) isteyin; eğer bu iddianızda doğru/samimi iseniz?!

94.         Evet, onlar, kendi ellerinin yapıp önden gönderdiği onca ameller(cürümler,cinayetler,zulümler) sebebiyle ölümü asla temenni edemezler!.. Evet, Allah, o zalimleri/canileri çok iyi bilmektedir!..

95.         Yemin olsun ki, sen onları,(şu dünya) hayatına karşı insanların en ihtiraslısı (en düşkünü) olarak bulunsun/görürsün;hatta onlar, (şu aşağılık ve değersiz hayata) şu müşriklerden bile daha düşkündürler!.. Onların her biri ister ki, bin(binlerce) yıl yaşatılsın; halbuki onların her birinin uzun uzun yaşatılması, kendilerini cehennem azabından asla uzaklaştıracak değildir!.. Ve( unutmasınlar ki) Allah, onların (gizli-açık) yapıp etmekte oldukları her şeyi hakkıyla görmektedir!..

96.         Onlara de ki: “Her kim Cebrail’e düşman ise ( bilsin ki, gerçekte Allah’a düşmandır!) Çünkü O (Cebrail), Allah’ın izni/emri uyarınca, kendisinden önce indirilmiş olan vahiy bilgilerini tasdik edip doğrulayan, müminler için tam bir hidayet rehberi  ve  (muhteşem) bir müjde olan bu Kur’an-ı,  senin kalbine tâne tâne indirmiştir!..

97.         Her kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mikail’e düşman olursa (bilsin ki,) hiç şüphesiz  Allah da kafirlerin düşmanıdır!..

98.         Oysa, Biz sana,( hak ve hakikati tüm yönleriyle  gözler önüne seren öyle) apaçık ayetler (deliller, mesajlar, göstergeler, belgeler, hükümler) indirdik ki, onları fasıklardan (akıl, iz’an ve insaf kabiliyetini yitirmiş ve hak yoldan çıkmayı adet haline getirmiş olan sapıklar) dan başkası asla inkar etmez/reddetmez!..

99.         (Ne yani,) Onlar her ne zaman bir ahit (sözleşme) yapsalar, içlerinden (organize olmuş) bir güruh o ahdi daima bozup atacak mı?! (Neden verdikleri sözlere sahip çıkmıyorlar?! Doğrusu şu ki, onların çoğu iman etmezler!..

100.    .Evet, onlara her ne zaman Allah tarafından (gönderilen), beraberinde bulunan vahiy bilgilerini tasdik edip doğrulayan bir peygamber geldi ise, o kendilerine kitap verilenlerden (organize olmuş) bir güruh, sanki hiç bilmiyorlarmış gibi, Allah’ın kitabını( kaldırıp) arkalarına atıverdiler!..

101.    Ve (onun yerine) şeytanların (şeytanlaşmış kimselerin) Süleyman’ın mülkü (hükümranlığı) hakkında (öteden beri bir iftira olarak) söyleye geldikleri/telkin edip durdukları (asılsız) şeylere (efsanelere, ütopyalara, ideolojilere, hokkabazlıklara…)uyuverdiler!..*Oysa Süleyman, (Allah’ın kitabını kaldırıp arkaya atarak ve birtakım kuruntulara, efsanelere, ütopyalara, ideolojilere, uyduruk düşünce ve görüşlere itibar ederek/uyarak) asla kafir olmamıştır; fakat o şeytanlar (Siyonist önderler, hahamlar, kahinler,ideologlar… Allah’ın kitabını kaldırıp arkaya atarak ve bir takım kuruntulara, ideolojilere, ütopyalara, sihir ve benzeri şeylere uyarak) kafir oldular!.. Onlar, insanlara (Allah’ın kitabı yerine) sihri (batılı hak gösterme ve böylece çıkar sağlama yöntemlerini) ve (bir de) Babil’ de ki Harut ve Marut isimli o iki meleğe (ilim, hikmet, vakar ve itibar sahibi o iki Salih  insana)** indirilmiş (ilham edilmiş) olan şeyleri/ilimleri (kötüye kullanarak yanlış şekliyle) öğretiyorlar!.. Halbu ki o ikili:”Biz sadece bir imtihan(vesilesi)ız,(bizim öğrettiğimiz şeyler yanlışa da kullanılabilir), sakın ( bu öğrettiğimiz bilgileri su-i ihtiyar edip yanlışa kullanarak) küfre düşme(yin)!” demedikçe hiç kimseye hiç bir şey öğretmezlerdi; fakat bu şeytanlar ( şeytanlaşmış kimseler), o ikiliden kişi ile eşinin arasını ayıracak ( ailelerin dağılmasını sağlayacak) şeyleri öğrendiler!..***Ama onlar, (yaptıkları bu işlerle) hiç kimseye asla zarar veremezler; ancak Allah’ın izin vermesi hariç!..****Evet, onlar, sadece kendilerine zarar veren ve asla fayda  vermeyen/sağlamayan şeyleri öğreniyorlar!.. Evet, onlar gayet iyi biliyorlar ki, (Allah’ın kitabını atıp da onun yerine sihir ve ümniyeleri=kuruntuları, ideolojileri, ütopyaları, komplo ve suikast gibi düzenbazlıkları, dünyevi çıkar ve menfaatleri) satın alan kimse için, ahirette hiçbir nasip kalmamıştır!.. Evet, onların karşılığında kendi kişiliklerini/şahsiyetlerini/imanlarımı sattıkları şey ne kadar da kötüdür!.. Keşke (yaptıkları şeylerin sonuçta kendilerine neye mal olacağını) hakkıyla bilmiş olsalardı!..

Not: * Hz. Süleyman’ın mülkü( hükümranlığı, saltanatı) denmesinin sebebi, o dönemin Yahudiler için tam bir altın çağ oluşundandır. Onlar için o dönemdeki konumlarına ulaşmak en büyük idealdir. Zaten onlar son peygamberle birlikte böyle bir ideali gerçekleştireceklerine inanıyorlardı. Son peygamberin önderliğinde yeniden o altı çağa döneceklerdi. Bunu hem kendi aralarında hem de Araplara söyleyip duruyorlardı. Fakat iş, onların düşündüğü gibi olmadı. Son peygamber Hz. Muhammed (sav) onların keyfi arzularına uymadı. Onları İslam’a davet etti. Durum bekledikleri gibi olmayınca iş değişti. Daha önce Hz. İsa ve diğer peygamberlere yaptıklarını Hz. Muhammed (asv)’e de yapmaya kalkıştılar. Bile bile gerçeği reddettiler ve ilahi kelam-ı (hem Tevrat’ı hem de Kur’an-ı) kaldırıp arkalarına attılar. Bunun yerine bir takım ümniyeleri (kuruntuları, ütopyaları,efsaneleri,ideolojileri,hokkabazlıkları…)- ki bunların hepsi sihirden ibarettir.- öne çıkardılar ve tekrar şeytanlara (şeytanlaşmış önderlere) uydular. Onlara göre Hz. Süleyman işte böyle bir yol ile o muhteşem saltanatı elde etmişti. Hz. Süleyman Allah’ın kitabına uyduğu için değil de bu tür saçmalıklara uyduğu için o muhteşem saltanatı kurmayı başarmıştı.  Gerçek şu ki, Hz. Süleyman, Allah’ın kitabına sımsıkı sarıldığı ve onun gösterdiği istikamette yürüdüğü için o muhteşem saltanatı elde etmişti. Bunun için Hz. Süleyman asla kafir olmamıştır; kafir olanlar sihre sapan, insanları aldatan, batılı gerçekmiş gibi gösteren şeytanlar güruhudur. Unutmayalım ki, Allah’ın kitabına sımsıkı sarılan toplumlar bu dünyada izzet bulur, sarılmayan toplumlar da zillete düşer… Evet, her efsane bir zillettir…

 

** Peygamberlerin dışındaki insanlar ancak ilham yolu ile bilgi alabilirler. Aslında her bilgi bir ilham sonucu ortaya çıkmaktadır. Burada geçen “indirilmiş olan” ifadesini, “ilham edilmiş olan şeklinde anlamalıyız. Çünkü Harut ve Marut aslında Allah’a ibadetle meşgul iki Salih insan idiler. Huy ve yaşantılarının güzel olması sebebiyle insanlar onlara “ iki melek” (yani heybet ve vakar sahibi asil iki Salih insan) dediler. Bu anlatım tarzı Kur’an-ı Kerim’in sunumuna uygundur. Nitekim Mısırlı hanımlar Hz. Yusuf’u gördüklerinde:” (Aâ!..) Bu, ancak ve ancak çok değerli bir melektir!..” demişlerdir. Onları kullandıkları “melek” kelimesi neyi ifade ediyorsa buradaki “melekeyn”(iki melek) kelimesi de aynı şeyi ifade etmektedir. Burada melek, mükemmel oluşu ifade etmektedir. Şeytanların uydurduğu  rivayetleri esas alarak ayetlere anlam vermek bize yakışmaz. Ayet-i kerime,Kur’an-ı Kerim’im olağan üstü ifade tarzının akıllara durgunluk veren örneklerinden biridir. Ayet-i kerime gerçekten anlam ihtimalleriyle dolup taşmaktadır. Kanaatimiz odur ki, bu anlam ihtimalleri, öteden beri anlatılan  gelen hikayenin karakterinden kaynaklanmaktadır. Öyle bir sözel sunu yapılmıştır ki, bunun karşısında Ehl-i kitap’ın kaçacağı hiçbir delik kalmamıştır. Bu sunum onlara tek bir seçenek bırakmıştır: Teslim olmak…

 

*** “ Haddi zatında ilmin hepsi muhteremdir.” Yüce Rabbimiz biz kullarının her alanda bilgi sahibi olmamızı ister.  Burada önemli olan bilgiyi kullanma şekliniz ve alanınızdır. Bilgiyi yanlış yerde ve zararlı bir şekilde kullanmaktan Allah’a sığınmak gerekir. Şeytanların tabi adeti bilgiyi daima yanlış yerde ve zararlı şekilde kullanmaktır. Onlar dün öyle yaptıkları gibi bugün de öyle yapmaktadırlar, ilmi zarar verecek şekilde kullanmaktadırlar… Bugünün şeytanlarının da başka marifeti yok. Derleri davaları toplumları çökertmek… Bunu, insanlığın ana merkezini, aileyi hedef alarak yapmaktadırlar… İnsanın kendi eşine olan ülfeti ve meyli, toplumdaki diğer tüm sevgi ve meyillerin üzerinde olduğu bilinmektedir. Sevginin ana merkezini hedef almak cürümlerin en yamanıdır. Allah’ın birleştirmesini emir buyurduğunu işte buradan hareketle parçalamaktadırlar. Bu, bozulmanın en kötü olanıdır. Şeytanlar, sahip oldukları bilgiyi koca ile karısının arasını açacak, ailenin dağılmasını sağlayacak ve toplumsal düzeni temelinden çökertecek şekilde kullanıyorlar. Bugün, ahlaksızlığı yaygınlaştırarak aileyi, ideolojileri öne çıkararak toplumları, safsataları yaygınlaştırarak akılları felç eden şeytanlara bakmak gerekir. Onların çevirdiği hokkabazlıkları anlayamayanlar ne şeytanları  ve ne de onların sergilediği sihirbazlıkları anlayabilir!..   Bugün o şeytanlar, hayatın bütün alanlarında yaptıklarıyla insanların ruhlarına tesir ediyorlar, onların düşünce ve inançlarını belirliyorlar, kalplerini, düşünce ve duygularını ifsat ediyorlar, akıllarını çeliyorlar, ahlaklarını berbat ediyorlar, toplumların merkezi olan aileyi dağıtıyorlar ve böylece bütün cemiyetleri perişan ediyorlar… Aslına bakılırsa küfür cephesinde değişen hiçbir şey yoktur…Tedavülde olan yine ayni sihir ve aynı hokkabazlıktır. Değişen sadece teknik ve yöntemler olmuş… Sihir, göz boyama, aldatma  ve batılı hak gösterme yolu ile yapılan her türlü işlemin genel adıdır. Şeytanların taktiği işte budur. Bugün dünyada en büyük sihirbazlık gösterisi yapılmaktadır. Artık görelim…

 

**** “Müessir-ı hakiki ancak Allah Teala’dır.” O halde her şeyden önce O’ndan korunmalı ve O’nun koruması altına girilmelidir. Şunu kesin olarak bilelim ki, sihirden meydana gelecek olan zarar, ancak Allah’ın dilemesi, yaratması ve izin vermesiyle meydana gelebilir. Bunun aksini söylemek şirktir. Allah’ın koruması altına girmiş ve Kur’an’ın rehberliğinde yürüyen insana Allah’ın izniyle hiçbir şey asla zarar veremez. Sıkıntının temel sebebi savunmasız olmaktır. Öyleyse, şeytanlardan korkup onlara sığınma yerine, onlardan nefret edip Allah’a sığınmak gerekir. Evet, şayet ben,gerektiği gibi Rabbime sığınırsam, benim Rabbim benim aleyhime olacak şeye niçin izin vesin ki!.

102.        Evet, eğer onlar(sihir yerine bu ilahi kelama) iman etmiş olsalardı ve (imanın gerektirdiği gibi) takvalı (saygılı,sorumlu ve bilinçli) davransalardı, Allah katından verilecek olan mükafat, elbette kendileri için( elde ettikleri bu dünyevi çıkarlardan) çok daha hayırlı olacaktı!.. Keşke (Allah’ın vereceği mükafatın değerini) hakkıyla bilselerdi!..

103.        Ey iman edenler! (Kendilerine emanet edilen ilahi Kitab’ı ciddiye almayıp arkalarına atan Ehl-i Kitap’ın yaptığı gibi yapıp da, Peygamberinize ve sizlere emanet edilen kitabınıza karşı), sakın “râinâ” demeyiniz!..  ( yani Peygamberinizin ve kitabınızın söylediği şeylerin aksini yapmayınız; peygamberinizi ve kitabınızı kendinize uydurmaya kalkışmayınız ve hiç kimseye karşı da kaba,çirkin,saçma,lâübâli,alaycı,aşağılayıcı,onur kırıcı,hakaret ve sövgü içerikli sözler söylemeyiniz); siz daima “unzurnâ” deyiniz!.. (yani bize de bak, bizi de önemse, bizi de şekillendir, bizi de inşa et, bize de değer kazandır, bizi de eğit, bizi de adam et…gibi saygı ve nezaketle kabullenici sözler söyleyiniz ve kendinizi daima Peygamberinizin ve kitabınızın ölçüleri dahilinde inşa ediniz) ve (bunun için de daima Allah’ın kitab’ının sesine) kulak veriniz!.. (yani O’nun emir ve yasaklarını kemal-i ciddiyetle uygulayınız!..) ve şunu kesin olarak biliniz ki, kafirler için can yakıcı(elim) bir azap vardır!..

104.        (Bakın,) ne Ehl-i Kitap’tan ve ne de müşriklerden olan şu inkarda karar kılmış kimseler, Rabbiniz tarafından size herhangi bir hayır indirilmesini (Peygamberinizin ve kitabınızın rehberliğinde dünya ve ahiret durumunuzun düzelmesini  ) asla istemezler!.. Ama (bilin ki) Allah, rahmetini( iman ve hidayet üzere yaşamayı) dilediği/ layık gördüğü kimseye tahsis eder!.. Evet, Allah, çok muazzam lütuf sahibidir!..

105.        [ Ey müminler! Sakın Ehl-i Kitap’ın zihin bulandırıcı propagandalarına kanmayın! Çünkü] Biz,(önceki ümmetlere gönderdiğimiz) herhangi bir ayetten(ilahi hüküm ve yükümlülüklerden) her neyi “nesh” eder (yürürlükten kaldırır)  veya unutturursak, onun yerine, (insanların maslahatına/faydasına daha uygun,daha elverişli ve sevapça) ondan daha hayırlısını veya onun bir benzerini/dengini mutlaka getiririz!..[ Nitekim biz, önceki kitapların yerine, bu Kur’an-ı getirmiş bulunmaktayız!] Bilmez misin(iz) ki, Allah, her şeye hakkıyla kadirdir!..( Mülkünde dilediği şeyi yapar; istediği hükmü yürürlükten kaldırır, istediği hükmü yürürlüğe kor!..)

106.        (Ve yine) bilmez misin(iz) ki,göklerin ve yerin mülkü (mülkiyeti, hükümranlığı) mutlak olarak Allah’a aittir?! (Ve yine bilmez misin ki,) sizin için Allah’tan başka ne bir “veli” (hami, dost, koruyucu) ve ne de bir yardım edici vardır?!

107.        Yoksa siz de, daha önce (işi yokuşa vurmak için) Musa’dan istendiği gibi (ya da  kötü maksatlarla olur-olmaz sorular sorulduğu gibi), kendi Peygamberinizden ( olur-olmaz) şeyler mi istiyorsunuz ( veya  kötü maksatlı  olur-olmaz sorular mı soruyorsunuz )?! [Sakın ha siz öyle yapmayın!..] Bakın, her kim imanı  inkar ile  değiştirirse, bilsin ki o, kesinlikle dosdoğru/dümdüz yolun tam ortasında şaşırıp sapıtmıştır!..

108.        Evet, [sakın onların oyunlarına gelmeyiniz; çünkü,] Ehl-i Kitab’ın (Yahudi ve Hıristiyanların) çoğu, hak ve hakikat kendilerine apaçık olarak belli olduktan sonra, sırf kendi nefislerinden kaynaklanan (korkunç) bir kıskançlıktan dolayı, (bu dine) imanınızdan sonra sizi (tekrar gerisin geriye çevirip) tam anlamıyla kafirler yapmak istemişlerdir!..(Fakat, onların bu arzularına karşılık yine de) siz affediniz ve bağışlayınız(onlara aldırmayınız ve kendi yolunuzda dosdoğru bir şekilde yürümeye ve işinizi en güzel bir biçimde yapmaya devam ediniz); ta ki, Allah emrini getirinceye kadar!.. Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, her şeye hakkıyla kadirdir!..

109.        ( Onları affedin; ama kendinizi onların tuzaklarından korumak /kurtarmak için) namazı büyük bir istek ve iştiyakla gerektiği gibi dosdoğru olarak edâ edin ve zekatı hakkıyla verin!.. Ve (bakın,) kendiniz için önden her ne hayır (amel-i Salih) gönderirseniz, Allah katında onu (eksiksiz olarak) bulursunuz/ mükafatını alırsınız!.. Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, yapıp-etmekte olduğunuz her şeyi hakkıyla görmekte olandır!..

110.        Ve (bakın,) Yahudiler: “ Cennete ancak Yahudi olanlar girecektir!” dediler. Aynı şekilde Hıristiyanlar da: “ Cennete ancak Hıristiyan olanlar girecektir!” dediler. Bu iddia, sadece onların kendi kuruntularıdır!.. Onlara de ki: “ Eğer iddianızda samimi iseniz, haydi getirin delilinizi (bakalım)!..

111.        Hayır,hayır!.. (Onların bu iddiaları kesinlikle doğru değil ve asıl kendileri bu hal üzere bulundukları müddetçe cennete  giremezler!..)  Hakikat şu ki, her kim  bir Muhsin olarak(Allah’ı görüyormuşçasına) yüzünü(bütün benliğini) sırf Allah’a teslim ederse (Sırf Allah için tüm benliğini sirk ve küfürden arındırıp tertemiz kılar ve bütün amellerinde ihsan mertebesine yükselirse yani gerçek bir Müslüman olursa), işte ona Rabbi katında (amelinin) karşılığı (olarak cennet) vardır!..Evet, böyle davrananlar için hiçbir korku yoktur ve onlar hiçbir şekilde mahzun da olmayacaklardır!..

 

Not:  “ yüzünü tertemiz kılmak ve yüz aklığı” ifadesi, insanın iç ve dış temizliğinden kinayedir. Burada “cüz” zikredilerek “kül” kastedilmiştir. Bu ifada hem İslam dininin ve hem de müslümanın mükemmel bir tarifini vermektedir. Buna göre İslam, teslim-i nefis yani tüm benliği sırf Allah için tertemiz ve lekesiz kılmaktır. Müslüman ise, içini ve dışını sırf Allah için tertemiz kılmış, taat ve amellerinde ihsan mertebesine yükselmiş insan demektir. İhsan mertebesi, Allah’ı görüyormuş gibi O’na kulluk yapmaktır. İşte insanı cennete götürecek yol …Ve işte cennete girecek olan insan…Temiz insan, temiz yo ve temiz mekan…

 

112.        Ve (ayrıca) Yahudiler dediler ki: “ (Din olarak) Hıristiyanlar hiçbir şey üzerinde değildirler!..” Aynı şekilde Hıristiyanlar da dediler ki: “ (Din olarak) Yahudiler hiçbir şey üzerinde değildirler!..” Oysa onların her biri (kendilerine indirilen) kitab’ı okuyup duruyorlar!.. (Vahye dair) hiçbir şey bilmeyenler de, (bütün din sahipleri için) tıpkı onların söylediklerinin benzerini söylediler!.. Evet, Allah, ihtilaf edip durdukları bütün  konularda kıyamet günü aralarında hüküm verecektir!..[ Kimin hak din üzere olduğunu o gün göreceklerdir!..]

113.        Evet,[Allah’ın dinini bu tür kısır çekişmelere alet edip de onu etkisiz hale getiren ve böylece] Allah’ın mescitlerinde ( ibadet mahallerinde) O’nun adının anılmasını engelleyerek oraları (maddi ve manevi yönden) tahrip etmeye (işlevsiz kılmaya) çalışan kimse(ler)den daha zalim  (daha hain, daha karanlık) kim vardır?! [ Elbette hiç kimse.]  İşte onlar (o zalimler var ya), onların o mescitlere (müminlerin azametinden/ güç ve ihtişamından) korka korka girmenin dışında başka hiçbir şekilde girmeye hakları yoktur!..(Çünkü,) o zalimlere bu dünya hayatında sadece hor ve hakir olmak yakışır!.. Evet,  onlar için ahirette de  pek  muazzam bir azap vardır!..

 

Not: Ayet-i Kerime müminlere ne büyük bir hedef çizmektedir. Haber cümlesiyle müminlere şu emir veriliyor: Din ve dünyanızla onlara daima korku salınız. Ehl-i Kitap Allah’ın mescitleri tahrip etme işinde müşriklerden hiç de geri kalmamıştır. Dolayısıyla ayet hem müşrik kâfirleri, hem Ehl-i Kitap kâfirleri Ve hem de onların dümen suyuna girip izlerinden giden münafık karakterli insanları( sözde Müslümanları) kapsamaktadır. Bunlar Allah’ın mescitlerini ya manevi yönüyle harap emişlerdir ya da maddi yönüyle harap etmişlerdir. Manevi yönden mescitlerin tahrip edilmesi, oraların çeşitli şekillerde işlevsizleştirilmesidir. Mescitlerin Allah’ın adının dışında başka indi amaçlar için kullanılması, kısır tartışmaların mahalli haline getirilmesi ve dünyevi çıkarlar sağlanması onların manevi olarak tahrip edilmeleri demektir. Maddi tahrip olayına gelince, bunun ne olduğunu zaten herkes bilmektedir. Ama şunu da söyleyelim ki, bu konuda da Ehl-i Kitap’ın eline su dökecek hiç kimse yoktur. Onların bildiği en iyi iş, Allah’ın mescitlerini yıkıp harap etmektir. Bunu görmek isteyenler, Endülüs’e ve haçlı seferlerine bakıversinler.. Bununla beraber, bir dönem ülkemizdeki camilerin nasıl ahır haline getirildiğini de asla unutmamak gerekir.

114.        [ Ey müminler!  Olur ya, eğer Allah’ın mescitlerinde O’nun adını anmaktan/ O’na ibadet etmekten alıkonursanız ya da mescidiniz yok diye yahut kıblenin yönünü tayin edemediniz diye sakın O’nun adını anmaktan/O’na ibadet etmekten vazgeçmeyin; çünkü] doğu da, batı da (tüm yerler ve yönler) Allah’ındır. [ Önemli olan doğuya ya da batıya yönelmek değil, Allah’ın emrine uymaktır. Bu nedenle Allah’ın emrettiği) her ne yöne yönelirseniz yönelin (her nereyi secdekâh /mescid/ ibadete durulan yer edinirseniz edinin), bilin ki, Allah’ın yüzü (rızası) işte oradadır!.. Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah daimaVâsi’dir: ( lütuf ve rahmeti, ilim ve hikmeti, güç ve kudreti alabildiğine geniş olandır); daima Alîm’dir:( (Her şeyi hakkıyla bilmekte olandır)!..

 

115.        Onlar (tuttular) bir de: “ Allah evlat edindi/ kıldı (Yani insanlardan ya da meleklerden birisine/ birilerine kendisine evlat olma şerefi verdi yahut onu /onları kendisine veliaht edindi ya da egemenliğini ona/ onlara devretti, onu/onları ilahi ulûhiyetten pay taşıyan kişiler yaptı)!” dediler. Hâşâ!..  Biz Allah’ı bu tür yakıştırmalardan tamamen tenzih ederiz.. Doğrusu şu ki, göklerde ve yerde bulunan her şey (mülk ve milk olarak) sadece ve sadece O’na aittir; (istisnasız) her bir varlık sadece O’na boyun eğmektedir!..

 

NOT:   “ Allah evlat edindi/kıldı!” iddiası, sadece Hıristiyanların Hz. İsa ile ilgili iddiaları değildir. Bu iddia, tarih boyu bütün müşriklerin, “edindikleri ilahları” kutsamak ve onlara dayalı olarak menfaat sağlamak için,  onları Allah’a daha yakın, O’nun hemen yanı başında (sağında), O’nunla irtibatlı, O’nun arkadaşı, O’nun oğlu, Onun tarafından imtiyazlı kılınmış, kutsal insan ve benzeri vasıflarla niteleyip benimsetme çabalarıyla ilgili bir gayretin ürünüdür. Müfessirlerimiz bu iddiayı( veled meselesini) daha çok Allah’a nispeti yönünden inceleyip açıklamışlardır. Hiç şüphesiz bu yaklaşım kendi alanında doğru bir yaklaşımdır. Ama bu meselenin bir de insanları ilgilendiren bir yönünün olduğu görülmektedir. O halde meseleyi bir de insanlara nispeti yönünden ele almak gerekmektedir. Kanaatimce meselenin asıl mühim yönü de burasıdır. İddianın mantığı gereği “Allah’ın evlat edinmesi/kılması”, aslında insanları ilgilendiren bir durumdur. Öyle ya Allah birilerini neden “evlat” edinmektedir? Bunun görülen/anlatılan mantığı şudur: Kıral (Baba), bir kısım işlerini- ki bu işler insanların maddi ve manevi yönleriyle ilgili işlerdir.- yerine getirmesi için evladını (veliaht) görevlendirmektedir. Bu görev dâhilinde veliaht insanların işlerini deruhte etmektedir. Tabii ki bu durum onun görevini ve otoritesini tartışılmaz kılmaktadır. Böylece o, Baba’nın oğlu olarak, maddi ve manevi alanda insanlar arasında hüküm ferman eylemektedir. Doğal olarak ona karşı çıkmak babaya karşı çıkmaktır, ona saygı duymak da baba’ya saygı duymaktır.  Bu söz, önceleri Peygamberleri onurlandırma niteliği olarak kullanılıyordu. Onların konumları insanlara bu teşbih ile anlatılıyordu. Nitekim önceleri Allah’a da “Rab” anlamında “baba” deniyordu. Fakat daha sonra bu vasıf, peygamberlerin temsilcileri olduğu söylenen adamlara da verildi ya da o adamlar bu vasfı kendileri için uygun bir vasıf olarak kullandılar. Böylece süreç içerisinde “rabler”(putlar) ortaya çıktı. Keyfilik düzeni başını alıp yürüdü ve öyle bir hal aldı ki, “Allah’ın evlatları” denilen şahsiyetler, kurumlar, kuruluşlar insanlarla Allah arasına aşılması mümkün olmayan birer engel olarak çöküverdiler. Böylece insanın Allah’a olan yürüyüşü engellendi veya yönü değiştirildi; şirk ortaya çıktı… Sistemin nereden çıkıp nereye vardığını çok iyi görmeliyiz.

Bilinen tarih içerisinde, Mısır’da yaklaşık 3.500 yıl hüküm sürmüş olan firavunlar da böyle bir düşüncenin ürünü olarak ortaya çıktılar ve kendilerini Mısır’ın ulu tanrısı Ra’nın oğulları (kıralar/firavunlar/tanrının oğulları) olarak lanse ettiler. Bu yolla kendilerine ve otoritelerine kutsiyet kazandırdılar.

Eski Mısır’ın Amon dininde tanrının adı “Ra” ya da “Re” dir. Mısır’ın yönetimini bir ihtilal ile ele geçiren Amon rahipleri, kendilerini tanrının evlatları olarak tanıtmışlar ve bu nedenle Mısır yönetiminin asıl sahiplerinin kendileri olduklarını iddia etmişlerdir. Bu hak kendilerine aittir; çünkü “Ra” onların babasıdır. Mısır’ı yönetme hakkını onlara vermiştir. Bunlar, “Ra” ilahından aldıkları yetki ve ilham sayesinde Mısır’ı yüzyıllar boyu yönetmişler ve tarihe “firavunlar/kıralar/Ra’nın oğulları” olarak geçen düzeni kurmuşlardır. Onların yönetim felsefelerinin özü şudur: Biz Ra’nın oğluyuz; o halde Mısır’ı ve hatta tüm yeryüzünü yönetmek bizim hakkımızdır…

Bu düşünceyi halk nazarında meşru gösterebilmek için de şöyle bir efsane uydurdular: Güya tanrı Ra, Mısır’ın dini Amon rahiplerinden birinin karısıyla gizlice ilişkiye girmiş ve böylece tanrı Ra’nın soyundan kıralar/firavunlar dünyaya gelmiş. Ra tanrısı. kendi soyunu bu seçkin insanlar aracılığıyla sürdürüyormuş.

Evet, Mısır’ı yönetmekte olan firavunlar/kıralar, Ra’nın oğulları oldukları için O’na çok yakın bir konumdadırlar. Zaman zaman onunla birlikte oluyorlar, zaman zaman Ra’nın kayığında o’nunla birlikte gezinti yapıyorlar, zaman zaman O’nun arkadaşı oluyorlar… Onlar, İşte bütün bunlardan ötürü onlar kutsal adamlardır, hiç kimse onlara dokunamaz ve onların otoritesini tartışamaz.

Bütün bu müşrik saçmalıkları Mısır’ın dini (ideolojisi) haline geliyor ve böylece firavunlar da birer tanrısal kişilik oluveriyorlar. Evet. Tanrının oğulları da birer tanrıdır ve onlar tanrının en çok sevdiği kimselerdir. İşte bu felsefe halka empoze edildi ve böylece firavunlar, var olan her şeyin sahibi(maliki) ve bütün insanların efendisi (rabbi) oldular..

Ra’nın oğulları (firavunlar); iç ve dış siyaset, ülke yönetimi, ordu yönetimi, adalet, eğitim, maliye,tarım, şehircilik gibi bütün politikaların tek sahibi, ve efendisi (rabbi) idiler. Görevleri babaları Ra’nın görevine denkti; çünkü O’nun veliahdı idiler. Bunun için firavun bütün gücüyle şöyle haykırıyordu:”Ben sizin(tartışılmaz) en yüce rabbiniz (efendiniz, sahibiniz, yöneticiniz, hükümdarınız, otoriteniz) im!..” ( Naziat suresi, 24)

Mısır’a hakim olan bu müşrik ideoloji(din), işte böyle bir mantık zeminine oturmuştu. Bu düzenin içinde uzun yıllar yaşamış olan Yahudiler, bu felsefeyi farklı bir şekle sokarak kendilerine uyarladılar. Buna göre tanrının evlatları, Amon rahiplerinin soyundan gelen firavunlar değil, asıl evlatlar, Allah’ın bir antlaşma yaparak yönetimi kendilerine devrettiği İbrahim, İshak ve Yakup’un soyundan gelen ben-i İsrail seçkinleridir. Bu nedenle ülkeyi yönetme hakkı Ben-i İsrail seçkinlerine aittir.Çünkü, asıl onlar, “Allah’ın evlatları ve en çok sevdiği kimselerdir!” (Maide Suresi,18)

Yahudiler özelde Hz. Üzeyir’i genelde ise kendilerini Allah’ın evlatları olarak kabul ederler. Onlara göre Allah, “kendilerini evlat edinmiştir”, kendilerini seçmiştir bu nedenle kutsal yasayı (Tevrat’ı) kendilerine bahşetmişler. Öyleyse, “Allah’ın seçtiği ve evlat  edindiği bir ulus olarak dünyayı idare etmek bizim hakkımızdır!” derler. Bütün çalışmaları ve gayretleri bu doğrultuda gerçekleşmektedir. Firavunların idareye ait düşünceleriyle, Yahudilerin düşünceleri hemen hemen aynıdır. Evrensel düzeni sağlamak ve dünyayı idare etmek onların hakkıdır. Çünkü Allah onları evlat (veliaht) edinmiştir. Allah’ın evlatlarına yakışan da büyüyüp Allah olmaktır ya da Allah gibi olmaktır!.. Allah Yahudilerin Rabbi, Yahudilerde diğer insanların Rabbi (efendileri)dir.  Firavunlara ait bu saçma ideoloji, özünden hiçbir şey yitirmeden kısmi değişikliklerle Yahudilere geçmiş durumdadır. Bundan dolayıdır ki, yeryüzü Firavunizmden bir türlü kurtulamamaktadır. Bunlar, Allah’ın kendilerine yüklediği kulluk ve sorumluluk görevini “seçilmiş kutsal kavim” ideolojisine dönüştürerek insanları köleleştirme yolunu tuttular ve “sana kulluk etmeyen millet ve ülke yok olacak!” dediler.(İşaya, 60/12)

Yahudiliğin bağrından doğan Hıristiyanlık ise, aynı düşünceyi bir başka şekler sokarak aynen benimsemişlerdir. Onlara göre Hz. İsa’nın katillerini (yani Hz. İsa’yı öldüren yahudileri) Allah evlat edinmiş olmaz. Öyleyse Allah’ın gerçek evlatları Hz. Mesih( İsa) ve O’nun takipçileri (kilise)dir.   Mesih Allah’ın biricik oğludur; Melekut’un yönetimini Allah O’na devretmiştir. O da bu görevi, kendisi tekrar gelinceye kadar kiliseye (kilise babalarına) devretmiştir. Kilise Mesih’in bedenleşmiş şeklidir. Bunun için yeryüzünün ve hatta göklerin yönetimi (efendiliği, rablığı) bu “kutsal cemaate” aittir. Çünkü onlar , “ Allah’ın evlatları ve O’nun en çok sevdiği kimselerdir!” (Maide Suresi,18)

Arap müşrikleri ise, işi biraz daha farklılaştırmışlar, ( fazla ilim sahibi olmadıklarından dolayı)  Allah’a evlat olarak kendilerini izafe etmemişler. Bunun yerine başka bir formülü devreye sokmuşlar: Onlara göre “Allah, melekleri evlat edinmiştir!” Kendileri de meleklerin dostlarıdırlar, onları aracı (şefaatcı) kılmışlardır. Böylece müşrik Araplar da farklı bir cepheden istismar kervanına katılmışlar ve “imtiyazcı kabile” anlayışını öne sürerek yeryüzünde müşrik düzene hayat vermişlerdir.(Bakınız Tevbe Suresi 30. Ayet ve devamı)

Öte yandan batıl bir kuruntuyu “dinin özü” diyerekten piyasaya süren başka bir kesim de “kutupluk” masalıyla bu kervana katılmıştır. Onlara göre kutup denilen zat, sağında ve solunda oturmakta olan imamlarla beraber bütün bir varlığın işlerini görmektedir. Biri “melekut alemini” diğeri “ şahadet alemini” idare eden imamlar, Evtad-ı Erbaa (dört sutun), Ebdal (bedeller), Nuceba (soylular) ve Nukeba (başkanlar) ...Bütün bunlar  “ Allah evlat edindi”  masalından baş kabir şey değildir…

Sonuç olarak, bütün müşrik düşüncelerin/düzenlerin alt yapısı(kafa yapısı) aynı ideolojidir. Onlar, inansınlar ya da inanmasınlar kutsaldırlar!.. Kutsal lider, kutsal devlet, kutsal yasa, kutsal millet, kutsal adam, kutsal kabile… Ayet’in ifadesiye, “İşte böyle, onlardan önceliklerde tıpkı onların dediği gibi demişlerdi. Kalpleri (kafa yapıları/düşünceleri ne kadar da) birbirlerine benzemiş!..”

116.        Allah, göklerin ve yerin (bütün varlıkların)  eşsiz ve benzersiz yaratıcısıdır. (Hiçbir modeli ve örneği olmadan Allah gökleri ve yeri en güzel şekilde yoktan yaratandır.) O, birşeyin olmasını isteyip kararlaştırdığı zaman, ona sadece “ol!” der ve o şey de hemen oluverir!..

117.        Evet, (uluhiyyet ve nübüvvet gerçeğini) bilmeyen bu cahiller(Yahudiler,Hıristiyanlar, müşrikler…)dediler ki: “ Allah bizimle, (senin peygamber olduğuna dair açık açık) bizzat konuşmalı değil miydi?!  Veya bize, (senin peygamber olduğunu açık açık gösteren somut) bir ayet/delil/mucize gelmeli değil miydi?!”  Bunlardan önceki önceki(kâfir)ler de tıpkı bunların söylediklerine benzer şeyler demişlerdi. Bunların kalpleri (ruhları,kafa yapıları,zihniyetleri,akılları, karakterleri) tamamen birbirine benzemiş!.. Oysa biz, sağlıklı görmekte/anlamakta olan bir toplum için ayetlerimizi(delillerimizi) açık seçik açıklamışızdır!..

118.        Hakikat şu ki, biz seni, (gerçek) bir müjdeci ve (kamil) bir uyarıcı olarak “Hak” ile (yani gerçeğin ta kendisi olan şu Kur’an mucizesi ile) gönderdik! [Sana düşen sadece tebliğ etmendir. Bunun ötesinde]sen, o cehennem dostlarından dolayı ( iman etmiyorlar diye) asla sorguya çekilecek değilsin!

119.        Evet, [ Onları razı edeceğim diye uğraşıp durma; çünkü] sen onların dinlerine (inanç ve yaşam tarzlarına) uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar senden asla razı olmazlar! Onlara de ki: “ Allah’ın (gönderdiği) hidayet rehberi (Kur’an),  uyulmaya değer yegâne rehberdir! [Şunu iyice bil ki,] eğer sen, sana gelen bu hakikat(Kur’an) bilgisinden sonra, şayet onların heva ve heveslerine (keyiflerine göre kurguladıkları, düzüp uydurdukları inanç ve yaşam tarzlarına /ideolojilerine/yaşam felsefelerine) uyacak olursan ,(yemin olsun ki,)  seni Allah’tan gelecek azaba karşı koruyacak ne bir dost ve ne de bir yardımcı bulabilirsin!

120.        Kendilerine bu kitap’ı (Kur’an’ı) verdiğimiz kimseler (var ya), onlar bunu hakkıyla (kemal-ı hürmetle, dikkatle, ciddiyetle) okurlar/gereği ile amel ederler!.. İşte onlar, bu kitap’a iman ediyor olanlardır!.. Evet, her kim de bu kitap’a nankörlük yaparsa  (onu inkar eder, onu hakkıyla okumaz, onun ihtiva ettiği esaslara uymaz ve onu keyfine göre yorumlarsa/tahrif ederse), işte onlar da büsbütün hüsrana/zarara uğrayanların ta kendileridirler!.

121.        (İmdi) Ey İsrail oğulları! Size ihsan ettiğim onca nimetimi ve sizi (bir zamanlar) bütün âlemlere(diğer kabile ve kavimlere) üstün tuttuğumu (tekrar) bir hatırlayın/iyice düşünün!..

122.        Ve öyle bir günden (hesap gününden) korkup korunun ki, o gün hiçbir kimse,(her ne suretle olursa olsun) bir başkasına asla hiçbir fayda sağlayamaz; kimseden (her ne suretle olursa olsun) herhangi bir fidye de (kurtuluş bedeli) kabul edilmez ve kimseye (her ne suretle olursa olsun) hiç bir şefaat (aracılık) da fayda vermez!.. Evet, (o gün) onlara (o gün için şimdiden tedbir almamış olanlara) asla yardım da olunmaz!..

123.        Evet, hatırlayın/düşünün o zamanı ki,  Rabbi, İbrahim’i birtakım kelimelerle (dayanılması çok zor bir takım olay, olgu, emir ve yasaklarla) imtihan edip denemişti de o, onları (kendisinden istenilenleri) tamamen yerine getirmişti (İmtihanını en güzel şekilde kazanmıştı)!.. Bunun üzerine Rabbi ona : “ (Ey İbrahim!)  Gerçekten ben, seni insanlara imam (örnek şahsiyet /önder/peygamber) yapacağım!..” demişti. İbrahim de : “ (Rabbim!) Benim neslimden de ( imamlar; örnek şahsiyetler, önderler, peygamberler) yap!..” demişti. Bunun üzerine Allah da şöyle buyurmuştu: “ (Ey İbrahim! Senin neslinden de olsa) hiçbir zalim/hain benim ahdime nail olamaz!..”

 

Not: İsrail oğulları, önderliğin kendilerine ait olduğunu ısrarla iddia ediyorlardı, halen de ediyorlar. Fakat zamanla zalimleştikleri ve ilahi davaya ihanet ettiler. Bu nedenle önderlik onlardan alındı ve ehli olanlara verildi. Emanete ihanet etmiş bir topluma,  o emanet tekrar nasıl verilir?! Yüce Rabbimiz emaneti her zaman ehline tevdi eder. Önder olmak isteyenler Hz. İbrahim gibi dosdoğru olmalılar. Artık imam Hz. Muhammed (sav)dir.  O’nun önderliğinde yürümeyenler her zaman hüsrana uğrayacaklardır. İslam ümmetine düşen, bir an önce şu kıytırık önderlerden kurtulmak ve Hz. Muhammed (sav)’i hayatlarının örnek şahsiyeti yapmaktır.

124.        Ve yine hatırlayın/düşünün o zamanı ki, Biz, Beyt’i (Kâbe’yi) insanlar için tekrar tekrar dönüp gelecekleri, ( dalâletten dönüp Allah’a yönelecekleri, manevi hastalıklardan kurtulacakları, ahlaki erdemler/sevaplar kazanacakları, takva elbisesi giyecekleri, manevi mutluluklarla buluşacakları, coşup coşup taşacakları, yeniden düşünüp akıllarını başlarına alacakları, manevi susuzluklarını giderecekleri  ve yönelip birbirlerine kenetlenecekleri)  bir merkez ve emniyetli kutsal bir sığınak yapmıştık!..O halde, şimdi siz de ( Ey İnsanlar), İbrahim’in makamını/dinini (bütün haram bölgesini ) namazgah (dua ve ibadet yeri/ arınma ve olgunlaşma merkezi) edinin ( ve size emanet etmiş oluğu tevhid dinini yeryüzünde yaymak için bütün gücünüzle mücadele edin)!..Nitekim biz, İbrahim ve İsmail’e: “ Benim evimi; tavaf edenler, (ibadet ve tefekkür amacıyla) itikafa girenler, rüku ve secde yapanlar (namaz kılanlar) için, (her türlü şirk, inkar, zulüm ve pislikten) arındırıp tertemiz tutun!..” diye emir buyurmuştuk ( ve böyle yapacaklarına dair onlardan söz almıştık)!..

 

Not: Ayet-i Kerime, kendilerini Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’e izafe eden Yahudi, Hıristiyan ve Mekke’li müşriklere yönelik bir davet niteliği taşımaktadır. Onlara kendi tarihsel önderleri ve onların konumları hatırlatılarak İslami tebliğ sürdürülüyor. Kanaatimiz o ki, Kur’an-i Kerim’in nazil olduğu sıralarda,  bu bölümde Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Kâbe ve Mekke’ye dair verilen bilgiler muhtemelen Tevrat’ta bulun maktaydı. Kur’an-i Kerim’de, “ hatırlayın/düşünün” diye çevirdiğimiz “iz” edatıyla gönderme yapılan tarihi bilgilerin muhatapları tarafından biliniyor olması gerekmektedir. Demek ki Onlar, kendilerine hatırlatılan bu bilgileri süreç içerisinde karartmışlar!…

125.        Ve yine hatırlayın/düşünün o zamanı ki, İbrahim şöyle demişti/dua etmişti: “ Rabbim! Burayı emin/güvenli bir belde kıl! Buranın halkından Allah’a ve ahiret gününe iman edenleri çeşitli mahsullerle rızıklandır!” (Allah da ona) şöyle demişti: “Ben, (sadece iman edenleri değil,) nankörlük edip küfre saplananları da ( nasiplendiririm); (ama) onları çok kısa bir süreliğine (dünya hayatında) faydalandırırım, sonunda da onları cehennemin azabına duçar/mecbur ederim!.. Evet, orası ne kötü bir varış yeridir!..

126.        Ve yine hatırlayın/düşünün o zamanı ki, İbrahim ve İsmail Beyt’in (kabe’nin) temellerini yükseltirken şöyle dua ediyorlardı: “ Rabbimiz! ( Senin rızan için yaptığımız bu işi) bizden kabul buyur! Hiç şüphe yok ki, her şeyi hakkıyla işitmekte olan  ve her şeyi hakkıyla bilmekte olan yalnızca sensin sen!..

127.        Rabbimiz! Bizi( tüm benliğimizle) sana telim olan iki (kamil) Müslüman kıl! Neslimizden de (tüm benlikleriyle) sana teslim olan Müslüman bir ümmet yap! Bize ibadet (yapacağımız)yerleri ve yolları ( nerede ve nasıl ibadet edeceğimizi) göster! Tövbelerimizi kabul buyur!.. Hiç şüphe yok ki, Tevvâb olan( tövbeleri/dönüşleri daima kabul buyuran); Rahîm olan (rızasına muvafık davrananlara özel bir rahmet, iyilik ve güzellik lütfedip, rahmetini kesintisiz olarak devam ettiren) yalnız sensin sen!..

128.        Rabbimiz! Neslimize kendilerinden olan (öyle güzide bir insan) peygamber gönder ki, onlara senin ayetlerini (mesajlarını, ilkelerini, talimatlarını, hükümlerini, emirlerini, yasaklarını, tavsiyelerini, göstergelerini, delillerini, işaretlerini) okuyup anlatsın, onlara Kitab’ı (Kur’an’ı) ve hikmet’i (Kur’an’ı anlayıp onu hayatlarına aktarma basiret ve becerisini) öğretsin ve( böylece) onları (maddi ve manevi her türlü pislikten) temizleyip arındırsın/tertemiz kılsın!.. Hiç şüphe yok ki, Azîz olan(mutlak galip, mutlak üstün, sınırsız güç ve kudret kaynağı olan, kullarına sonsuz izzet, şeref ve şahsiyet kazandıran); Hakîm olan (yaptığı her şeyi yerli yerinde ve dosdoğru olarak yapan, tam hüküm ve hikmet sahibi olan) yalnızca sensin sen!..

129.        [ İbrahim’in dini işte budur. Şimdi söyleyin bakalım,]  kendisini aşağılık bir hale getiren (dar kafalı, beyinsiz ve anlayışsız budaladan) başka kim, kendisini İbrahim’in milletinden (inanç ve yaşam yolundan) uzaklaştırmak ister?! [ Hiç kimse.] Evet, gerçek şu ki, biz İbrahim’i, bu dünyada seçip temizledik (Seçkin kullarımızdan kıldık)!.. Tabii ki O, ahirette de, elbette salih/has kullarımızdan birisidir!..

130.        Düşünün, Rabbi Ona: “ ( Dosdoğru ve tertemiz bir) Müslüman ol!” demişti de; (buna karşılık) o, (hiç tereddüt etmeden):“Ben, (bütün benliğimle) âlemlerin Rabbi olan Allah’ teslim oldum.” Demişti!..

 

Not:  İşte, bu özverili  ve samimi tavrından ötürü İbrahim, önderliğe/imamlığa seçilmişti. Peki, Ey Ehl-i Kitap ve ey müşrik zevat! Sizler Allah’ın, “Müslüman ol!” emrine karşılık nasıl bir tavır takınıyorsunuz?!  Hayır, hayır! Bu tavrınızla siz, asla önder ve örnek olamazsınız…

131.        Ve (üstelik) hem İbrahim ve he de Yakup, kendi evlatlarına bunu (dosdoğru ve tertemiz bir Müslüman olmayı) tavsiye etmişlerdi. (Her ikisi de çocuklarına şöyle demişlerdi:) “  Evlatlarım! Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, sizin için bu dini (İslami inanç ve yaşam tarzını)seçmiştir!  O halde siz de,( tüm benliğinizle sadece ve sadece Allah’a teslim olan, O’nun rızası için kendini tertemiz ve lekesiz hale getirmeye çalışan) Müslümanlar olmanın dışında, sakın başka bir hal üzere (Yahudi, Hıristiyan, müşrik ve başka bir yaşam tarzı üzere) ölmeyiniz!..”

132.        ( Ey İbrahim’in milletinden uzaklaşmış olan Yahudi ve Hıristiyanlar!) Yoksa siz, Yakub’a ölü (emâreleri) geldiği zaman orada mıydınız?! [ Hayır, siz orada değildiniz; ama Yakub’un gerçek evlatları oradaydılar.]  O zaman Yakub (o gerçek evlatlarına) söyle demişti: “ ( Evlatlarım!) Sizler benden sonra neye kulluk edeceksiniz?” Buna karşılık onlar da şöyle demişlerdi: “ Bizler, senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın (kulluk ettiği) ilah olan bir tek (Allah’a) kulluk edeceğiz!.. Çünkü biz, (bütün benliğimizle) daima O’na teslim olmuş Müslümanlarız!..”

133.        İşte onlar, ( tertemiz Müslüman) bir ümmetti, gelip geçtiler… Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da size aittir!..Evet, Sizler, onların yapıp-ettiklerinden asla sorumlu tutulmayacaksınız/ sorguya çekilmeyeceksiniz!..[ Herkes kendi yapıp-ettiğinin hesabını verecek.]

134.        ( Buna rağmen) Yahudiler dediler ki: “ Yahudileşin ki hidayete eresiniz/doğru yolu bulasınız!” Aynı şekilde Hıristiyanlar da dediler ki: “ Hıristiyanlaşın ki hidayete eresiniz/ doğru yolu bulasınız!” Onlara de ki: “ Hayır, hayır! ( Biz ne Yahudileşir ve ne de Hıristiyanlaşırız.)  Doğrusu şu ki, biz ancak, her türlü batıldan (düzme ve sahte olan anlayıştan) uzaklaşıp, içtenlikli bir şekilde samimi  ve dosdoğru bir mümin olarak Allah’ı birlemiş olan İbrahim’im milletine (inanç ve yaşam tarzına) uyarız!.. Çünkü O, kesinlikle (sizin gibi) müşriklerden biri değildi!..

135.        ( Ey Müslümanlar! O halde) Sizler şöyle deyin: “ Biz, Allah’a; bize indirilen Kur’an’a, İbrahim’e, İsmail’e, ishak’a, Yakub’a ve onların (iman) soyundan gelen peygamberlere indirilmiş olanlara; Musa’ya ve İsa’ya verilmiş olanlara ve (diğer tüm) peygamberlere Rableri tarafından verilmiş olanlara iman ettik. Biz, peygamberlerden hiçbirinin arasını diğerlerinden ayırmayız (Hepsine aynı şekilde iman ederiz); Çünkü biz, ( insaflı,samimi  ve dosdoğru müminler olarak her türlü batıldan, sahte ve düzmece anlayıştan uzaklaşıp, içtenlikli bir şekilde bütün benliğimizle) sadece ve sadece Allah’a teslim olan Müslümanlarız!..”

136.        Şimdi, eğer onlar (Yahudiler, Hıristiyanlar, müşrikler…) da, sizin gibi iman ederlerse, işte o zaman hidayete ermiş/doğru yolu bulmuş olurlar! Yok, eğer ( sizin gibi iman etmekten) kaçınırlarsa, işte o zaman da onlar, tam anlamıyla derin bir ayrılığa/ ayrımcılığa/ düşmanlığa/ çıkmaza düşmüş olurlar ( ve asla kurtulamazlar)!.. Evet, ( sen bu hak yol üzere yürü ve şunu bil ki,) onlara karşı Allah sana kâfidir!.. Evet, Allah, her şeyi hakkıyla işitmekte olan  ve her şeyi hakkıyla bilmekte olandır!..

137.        ( Ey Müslümanlar! O halde sizler şöyle deyin: “ Bizler, tüm benliğimizi) Allah’ın boyası ( olan o tertemiz İslam ile boyadık)!.. Boyası/dini,  Allah’ın boyasından daha güzel  olan kim vardır?! [ Hiç kimse.]  İşte biz, (bunun için) yalnızca Allah’a

kulluk etmekteyiz!..

 

NOT: Ayet-i kerimede harika bir istiare sanatıyla karşılaşıyoruz. Allah’ın dini, Allah’ın boyası olarak ifade edilmiştir. Demek ki, bu inanç ve yaşam sistemi, insanın yaratılış özelliklerine, onun doğal rengine bire bir uygun. Diğer dinler/ ideolojiler yapay boyalar gibidir; insanın doğal rengini/fıtratını bozarlar. Onlarla boyana insan ucûbe bir görüntü kazanır. İnsan bir an önce o çirkin görüntülerden kurtulmalıdır.Boya etkisini elbisede gösterdiği gibi, din de etkisini insan özerinde göstermelidir. Müslüman Allah’ın boyasıyla boyanmış adamdır.

138.      ( Kapıldıkları kuruntular neticesinde Allah’ı kendi tekellerinde gören Yahudi ve Hıristiyanlara) de ki: “ Siz bizimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz?!   Oysa O, hem bizim Rabbimiz ( yaratıcımız, sahibimiz, efendimiz, mutasarrıfımız) hem de sizin Rabbinizdir( O, bütün alemlerin Rabbidir)!.. Tabii ki, bizim amellerimizin ( sorumluluğu) bize, sizin amellerinizin                         ( sorumluluğu) size aittir!..  Ve işte bunun için biz, ( tüm benliğimiz ve sorumluluğumuzla) sadece ve sadece O’na bağlanmış kimseleriz!..

139.      Yoksa siz, gerçekten İbrahim’in, İsmail’in, İshak’ın, Yakub’un ve onların (iman) soylarından gelen ( diğer) peygamberlerin Yahudi  veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?! [ Onlar, kesinlikle ne Yahudi ve ne de  Hıristiyan idiler. Evet, Onların tümü de bütün benlikleriyle Allah’a teslim olmuş Müslüman idiler.]  Onlara de ki : “ Siz mi daha iyi biliyorsunuz yoksa Allah mı?! [ Tabii ki Allah daha iyi biliyor.]   Evet , Allah tarafından kendisine ulaştırılmış olan bir şahitliği ( bütün peygamberlerin, Allah’a hiçbir şeyin hiçbir şekilde ortak koşulmadığı  ebedi ve ezeli tevhid dini olan İslam’ın birer öncüsü oldukları ve öteden beri müjdesini verip durdukları ahir zamanda gelecek olan son peygamber Hz. Muhammed’in bu dini yeniden ihya edeceğine dair delilleri)  bile bile gizleyenden daha zalim/ daha hain/daha karanlık kim vardır?!  [ Hiç kimse.]  Evet, ( şunu bilin ki,) Allah, yapıp etmekte olduğunuz şeylerin hiçbirinden asla habersiz değildir!.. [ Bütün bu yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz.]

140.        [ Ey Müslümanlar! Sizler, sakın Yahudi ve Hıristiyanlar gibi tarihe ve tarihi şahsiyetlere takılıp kalmayınız! Biliniz ki,] o tarihi şahsiyetler,  bir ümmetti, gelip geçtiler… Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da size aittir!..Evet, Sizler, onların yapıp-ettiklerinden asla sorumlu tutulmayacaksınız/ sorguya çekilmeyeceksiniz!..[ Herkes kendi yapıp-ettiğinin hesabını verecek.]

141.      İnsanlarda bir kısım sefihler ( kendilerini imtiyazlı gören bazı beyinsiz, anlayışsız,cahil ve yobaz kimseler) şöyle diyeceklerdir: “ Şimdiye kadar yönelip durdukları/ üzerinde bulundukları kıblelerinden (şu müminleri) çeviren ( sebep) nedir?!  Onlara de ki: “ Doğu da, batı da (tüm yönler ve yerler) Allah’ındır.[ O dilediği yönü ve yeri kıble yapar. Önemli olan doğuya ya da batıya yönelmek değil, O’nun emrine uymaktır. O’nun dini hiçbir kişinin, ırkın, sınıfın ve toplumun tekelinde değildir.]   O, dilediği/ layık gördüğü kimseyi dosdoğru bir yola( her türlü aşırılık ve sapkınlıktan uzak, gayet doğru, dengeli ve ölçülü bir inanç ve yaşam tarzına) iletir!..

142.      ( Ey Müslümanlar!)  İşte böyle, [yerlerimizden biri olan Kâbe’yi  tevhidin, kardeşliğin, birliğin, özgürlüğün, adaletin, emniyetin, barışın, ilahi rehberliğin, hidayetin, kulluğun, arınmanın ve samimiyetin  merkezi kılarak; şereflendirip sizler için kıble yaptığımız gibi,] sizi de, ( ezeli ve ebedi dinimiz olan islam’la şereflendirmek suretiyle) vasat/merkezi (her tarafı dengeli, gayet adil, gayet doğru, gayet güzel, seçkin, ölçülü ve örnek) bir ümmet kıldık ki,  tüm insanların üzerinde ( hak ve hakikatin, insaf ve ölçünün, ahlak ve adaletin, tevhid ve teslimiyetin, ilim ve hikmetin) şahitleri (numune-i imtisalleri/ örnek modelleri ve öğreticileri) olasınız ve tabii ki, bu Peygamber de, sizin üzeriniz de ( hak ve hakikatin, insaf ve ölçünün, ahlak ve adaletin, tevhid ve teslimiyetin, ilim ve hikmetin)   tam şahidi (numune-i imtisali/ biricik örneği ve öğreticisi) olsun!..Senin ( daha önce) üzerinde bulunduğun/ yöneldiğin kıbleyi ( yeniden) kıble ( tevhid ve Allah’a kulluğun ana merkezi)  yapmamız, ancak (her hal ve şarta) Peygamber’e uyanları, (İşlerine gelmediği veya beklentilerine ters düştüğünde) topukları üzerinde gerisin geriye dönmekte olanlardan ( münafıklardan) ayırt edip bilmemiz/ ortaya çıkartmamız içindir!.. Doğrusu ( yeni) bir kıblenin/ yönün/ merkezin belirlenmiş olması, Allah’ın kendilerine hidayet nasip ettiği kimselerden ( gerçek müminlerden) başkasına çok ağır/zor gelmiştir!.. ( O halde ey her hal ve şarta Allah’ın emrine uymayı karakter haline getirmiş olan müminler! Şunu bilin ki,) Allah sizin( bu davaya olan) imanınızı asla boşa çıkartıp zayi edecek değildir. ( Bu pazarlıksız imanınızın ve ona yaraşır tüm amellerinizin karşılığını sizlere mutlaka verecektir. Bundan hiç şüpheniz olmasın.) Evet,  hiç gerçek şu ki, Allah, insanlara karşı daima alabildiğine şefkatli olandır; daima alabildiğine merhametli olandır ( Hak edene, hakkını daima eksiksiz olarak verendir)!..

 

NOT: Mescid-i Haram’ın , “ kıble” olarak ilan edilmiş olmasının, Müslümanların,  tüm insanlar üzerinde, onlar için ortaya çıkartılmış vasat/ merkezi örnek/ rehber bir ümmet olmalarıyla çok yakın bir ilişkisi vardır. Artık bu tarihten sonra tüm insanlığın şahidi ( numune-i imtisal’i/ örnek modeli ve rehberi) Müslümanlardır. İnsanlığın dini de İslam’dır. Burada “kıble”, örnek önderliğin/ imamlığın/ rehberliğin somut şeklidir. Buna göre Müslüman ümmet, tüm insanlığın adil şahidi olma göreviyle yükümlüdür. Bu görev, hem görüp gözetmeyi, hem de örnek model olmayı ve yönlendirmeyi zorunlu kılmaktadır. Artık bütün insanlık Allah’ın dinini ve onun somut şeklini Müslümanlardan öğrenecektir.

Müslümanlar “ kıbleye” yönelmenin anlamını tam olarak kavrama zorundadırlar. Kıble,  İslam toplumunun sırf namaz ibadetini eda ederken yöneldiği sıradan bir yön ve basit bir mekân değildir. Kıble(Kabe) her şeyden önce tevhidin, kardeşliğin, özgürlüğün, adaletin, emniyetin, barışın, rehberliğin, hidayetin, kulluğun ve merkezi örnek toplumun olmanın biricik sembolüdür. O, bir toplumun bayrağı gibi, İslam toplumunun sembolüdür. Oraya yönelmek, hayatın her alanında Allah’a yönelmektir. Oraya yönelmek varlığın yegane sabine, hayatın ve tüm güzelliklerin ana merkezine; tevhide, adalete, kardeşliğe, özgürlüğe, aydınlığa,  hak ve hukuka yönelmek demektir. Kabe’ye yönelmek, kabe’nin temsil ettiği dine(inanç ve yaşam tarzına) yönelmek demektir. Neye ve nereye yöneldiklerinin farkında olanların ve bu yönelişe uygun davranış geliştirenlerin imanlarını Allah asla zayi etmeyecektir. Onlar bu yönelişin meyvesini hem bu dünyada, hem de ahirette yiyeceklerdir. Bunlar hidayet sahibi olan insanlardır. “ çift kıble” sahibi olanların hidayetinden bahsedilemez. Mümin insan hem “ Kabe’ye” hem de “…saray’a” yönelemez. Çift kıble sahibi olmanın adı, İslami ıstılah sisteminde “ münafıklık”tır.

Bu ayet-i Kerime’de geçmekte olan “imanları” ifadesi, Mescid-, Aksa’ya doğru kılınan namazların ötesinde, bu yeni önderliğe, insanlığın örnek modeli olmaya, Allah’ın dininin yaşayan temsilcileri olmaya olan inançtır. İşte Allah, böyle bir imana sahip olan insanların imanını boşa çıkarmayacaktır. Bu imanın açılımı İslam’dır.  İslam, her türlü cahiliye inanç ve yaşayışından uzaklaşarak  Allah’a teslim olmaktır. İşte bu inancın bayrağı dalga dalga dalgalanan Kabe’dir.

142. ayetin başında “ sefihler….. diyecekler” ifadesinin yer alması, gerçekten enteresan bir anlam içermektedir. İfadenin “ dediler” şeklinde değil de “ diyecekler” şeklinde getirilmesi, bu yönelme işinin ve o sözün gelecekte zamanlarda da olacağını ve söyleneceğini göstermektedir. Gerçek şu ki, bugün Müslümanlar “kıblelerini” şaşırmış durumdalar. Onlarda bazıları kıblelerini değiştirip ( topukları üzerinde gerisin geriye dönüp) başka taraflara yönelmişlerdir. İçine düştükleri maymunca taklit hastalığı onları farklı kıblelere yönlendirmiş ve böylece onlar merkezi örnek ümmet olma vasıflarını yitirmişlerdir. Müslümanlar, içlerindeki beyinsiz ahmakların yüzünden şerefli önderler olma vasıflarını kaybetmişlerdir. Mekke’deki  “kıble” Avrupa’da, ABD’de, Moskova’da, İsrail’de  aranır olmuştur. Bu beyhude çabalar,  İslam ümmetini alabildiğine izzetsiz kılmıştır. Bugün birisi çıkıp, Müslümanların gerçek kıblesine yönelecek olsa, sefihler yine aynı sözü söylerler: “ Bunları döndükleri yerden çeviren nedir?” Evet, bizleri kıblemize çeviren neden, Allah’ın emrine olan sarsılmaz imanımızdır.

Kıblenin değişmesi olayı, özde müminle sözde mümini ortaya çıkaran en mühim olaydır. İnsan tanımak istiyorsanız, onun nereye döndüğüne ve kimi örnek aldığına bakınız. Kabe hayatın referans noktasına Allah’ yerleştirmektir…

 

143.      Biz senin,( yeni bir kıble arzusuyla) yüzünü/bütün benliğini (zaman zaman ) gökyüzüne doğru  çevirip çevirip durduğunu görüyoruz!.. [ Evet, senin bu konudaki beklentine cevap vermeyi uygun bulduk.] İşte, şimdi seni hoşnut olacağın ( muazzam) bir kıbleye/yöne/merkeze kesin olarak çeviriyoruz. Artık sen, yüzünü/bütün benliğini (doğruluk, güvenlik, özgürlük, kardeşlik,adalet, kulluk ve tevhid’in ana merkezi olan) Mescid-i Haram yönüne çevir!... Ve siz(de, ey insanlar!) artık her nerede olursanız olun ( bütün farklılıklarınıza rağmen, aynı hedefe yönelen tek bir ümmet olma bilinciyle) yüzlerinizi/bütün beliklerinizi onun tarafına/ yönüne çeviriniz!.. (Oradan doğan tevhid dinini kabul edip aynı hedefe/kabe’ye yöneliniz!  Sakın  şu Yahudilerin ve Hıristiyanların kıskançlıklarının kurbanı olmayınız; onların fitnelerine,uyunlarına, yanıltıcı yorumlarına ve asılsız söylentilerine  kanmayınız…) Evet, hiç şüpheniz olmasın ki,  şu kendilerine kitap verilmiş olanlar (Yahudi ve Hıristiyan din adamları), bunun ( kıbleye yönelme emrinin) Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu elbette çok iyi bilmektedirler!  Evet, Allah, onların yapıp etmekte oldukları şeylerin hiçbirisinden kesinlikle gafil/habersiz değildir!..

144.      Evet, yemin olsun ki, sen, şu kendilerine kitap verilmiş olanlara(Yahudi ve Hıristiyan din adamlarına) bütün ayetleri (belgeleri,delilleri, mucizeleri) getirip göstersen bile, onlar yine de ( kendi anlayışlarından vaz geçip) senin kıblene/yönüne/dinine tabi olmazlar!  Artık sen de onların kıblesine/yönüne/dinine kesinlikle tabi olacak değilsin! (Zaten) onların bir kısmı bile diğer bir kısmının kıblesine/yönüne/dinine asla tabi olmaz!..[ O halde, şunu iyice bil ki,] eğer sen, sana gelen bu hakikat(Kur’an) bilgisinden sonra, şayet onların heva ve heveslerine (keyiflerine göre kurguladıkları, düzüp uydurdukları inanç ve yaşam tarzlarına/kıblelerine/ideolojilerine/yaşam felsefelerine) uyacak olursan, hiç şüphen olmasın ki, o zaman sen de, kesinlikle o zalimlerden birisi oluverirsin!

145.      (Ey Müslümanlar ve ey insanlık âlemi!  Sakın ha, onların, ellerinde yeterli delil olmadığı için bu gerçeği inkar ettiklerini sanmayınız! Sizler, onların ne  büyük zalimler/hainler olduğunu bilemezsiniz! Bakınız,) şu kendilerine kitap vermiş olduklarımız (var ya), onlar O’nu ( son peygamberi) kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar/bilirler!.. Hal böyleyken, yine de onların (organize olmuş büyük) bir kısmı, bu gerçeği, kesinlikle  bile bile gizliyorlar!..

146.      (Onlar her ne derse desinler ve her ne yaparsa yapsınlar sen, şunu kesin olarak bil ki; yegane ) Hak ve hakikat, ancak Rabbin tarafından bildirilmiş olandır.  Şu halde, sakın o şüphe etmekte olanlardan birisi olma!..

147.      Evet, herkesin ( ve her kesimin), kendisine yönelmekte olduğu bir yönü ( bir kıblesi, bir hedefi, bir amacı) vardır. (O halde, siz ey müminler! Kıble konusundaki tartışmaları bırakınız; çünkü sizleri Allah’a yaklaştıracak olan bu değildir.)  Sizler hiç vakit kaybetmeden hemen ( yapmakla emrolunduğunuz) hayırlara ( tevhide, adalete, kardeşliğe, kulluğa, özgürlüğe, birliğe, beraberliğe, yardımlaşmaya, dayanışmaya ve bilumum hayırlı işleri yapmağa) koşuşun!..(Ve şunu asla unutmayınız ki,) her nerede olursanız olun Allah, sizin hepinizi ( mutlaka kendi huzurunda) bir araya getirecektir!.. Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, her şeyi yapmaya mutlak olarak kadirdir!..

148.      Evet,( bu konuda yersiz tartışmalara ve itirazlara dalmanıza asla gerek yoktur.) artık her nereden çıkarsan çık( ve her kim olursan ol), yüzünü (tüm benliğini) Mescid-i Haram yönüne çevir!.. Hiç şüphen olmasın ki, bu ( hüküm) rabbin tarafından emir buyrulan (kıyamete kadar asla değişmeyecek olan sabit ve hak/ hikmete uygun) mutlak bir geçektir. Evet, Allah, sizlerin yapıp-etmekte olduğunuz şeylerin hiç birisinden asla gafil/ habersiz değildir!..

149.      Şu halde, her nereden çıkarsan çık (ve her kim olursan ol), yüzünü (tüm benliğini) Mescid-i Haram yönüne çevir!.. ( Evet, siz de ey müminler!) Her nerede ( ve her ne halde) olursanız olun, (bütün farklılığınıza rağmen, aynı imanı paylaşan bir ümmet olarak) artık yüzlerinizi / tüm benliklerinizi (tam anlamıyla) Mescid-i Haram yönüne çeviriniz ki, ( diğer ) insanların sizin aleyhinize tutunabilecekleri/ kullanabilecekleri hiçbir delilleri ( bahane ve itiraz noktaları) kalmasın; ancak onlardan       ( bile bile nankörlük yapmayı meslek edinmiş olan) zalimler hariç!.. ( Zalimler her zaman bir inkar gerekçesi bulurlar.) O halde,  artık onların hiçbirisinden(gerçeği karartan inatçı, mücadeleci ve kavgacı zalimlerden) korkmayınız, sadece ve sadece benden korkunuz ( ve bana karşı derin bir saygı içinde olunuz ki,) size olan o ( mühim) nimetimi tamamlayayım ve böylece siz de hidayete eresiniz/ doğru yolu bulasınız!..

150.      Nitekim ( o mühim nimetimi tamamlamak üzere) size, sizden biri olan ( o güzide insanı) bir peygamber olarak gönderdik: O size, bizim ayetlerimizi ( mesajlarımızı, ilkelerimizi, talimatlarımızı, tavsiyelerimizi, emir ve yasaklarımızı) kemal-i hürmetle tane tane okur/ anlatır ve onlara nasıl uyulacağını/ yaşanacağını gösterir; sizi (maddi ve manevi her türlü pislikten) temizleyip arındırır;  size kitab’ı (Kur’an’ı) ve hikmeti ( Kuran’ı anlayıp hayata aktarma basiret ve becerisini) öğretir ve size hiç bilmediğiniz/bilemeyeceğiniz ( daha) nice şeyleri bildirip öğretir!..

151.      Şu halde ( ey müminler!) Sizler ( daima) beni anın/ hatırlayın/ hesaba katın ki, ben de ( rahmet ve nimetlerimle) sizi anayım!.. O halde, ( haydi daima) bana şükredin ve sakın nankörlük etmeyin!.. ( Ayetlerimin hilafına davranmayın.)

152.      Ey ( bu Kur’an’a) iman etmiş olanlar! ( Haydi,) sabır ve namaz ile ( Allah’dan) yardım isteyin!.. Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, daima sabredenlerle ( zorluklar karşısında yılmadan ve ümitlerini kaybetmeden mücadele edenlerle) beraberdir!..

 

NOT:  Ey iman şerefiyle şereflenmiş olan kullarım! Biliniz ki, her nimetin bir külfeti vardır. Devraldığınız bu sancağın/ önderliğin/imamlığın çok şerefli nimetleri olduğu gibi, bir kısım külfetleri de vardır. Sizler, yürümekte olduğunuz bu yolda göreviniz gereği birçok imtihanla karşılaşacaksınız. Nimetlerle imtihan olacağınız gibi, külfetlerle de imtihan olacaksınız. Çünkü biz sizi, “ Biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden eksilterek ( bir kısım sıkıntılara düşürerek) elbette imtihan edeceğiz!..” Böyle yapacağız ki, iyi ile kötüyü, temiz ile pisi birbirinden ayırt edelim ve böylece sizi kemale erdirelim ve size olan nimetimi tamamlayalım.   Kullarım! Bu yolda yürürken çok büyük ve çok sinsi iki düşmanla karşılaşacaksınız: Biri dahili, diğeri harici olan bu iki düşman sizlere daima pusu kurmuş durumdadırlar. Onlarla çarpışmadan yolculuğunuzu asla tamamlayamazsınız. Bir taraftan “mücâhede/ nefis terbiyesi”, diğer taraftan “mücâdele/muharebe” yapmaya mecbur kalacaksınız. Dahili düşmana karşı en zorlu “mücâhede”, harici düşmana karşı da en zor  “mücâdele” savaşlarına gireceksiniz. İşte bütün bu durumlar karşısında sizi zafere götürecek olan sabır ve namazdır. Bu yolculuğun başı, ortası ve sonu sabırdır. Mutlak başarı iman, sabır, azim ve gayretten geçer. İyilikleri elde etmek için sabır, kötülüklerden kaçınmak için sabır… Sabır..sabır..sabır.. Sabır sizin şiarınızdır… Sabrı kuşanmak ilahi yardım kapılarını açar… Namaz ise, “ dinin direği, müminin miracıdır.” Sizleri dünyevi ve uhrevi mükemmelliğe olaştıracak olan namaz ibadetidir. Önder şahsiyet olmanın yolu “ günde en az beş kez ilahi “kalıba dökülmek” ten geçer. Namaz ümmet teşkilatının, tanış olmanın, kardeş olmanın, sevmenin, yardımlaşmanın, dayanışmanın, mükemmelleşmenin ve bir bütün olmanın en güzel tezahürüdür. Namaza dayanmadan ilahi yardımı hak edemezsiniz… O halde, ey müminler! Sabır ve namaz ile Allah’dan yardım isteyiniz!..

153.      ( Ey iman edenler! Sizler, sakın şu kafirlerin dediği gibi,) Allah yolunda öldürülmüş/ canlarını feda etmiş olanlar için “ölüler” demeyiniz!.. Hayır, hayır! Onlar asla ölüp yok olmadılar; tam aksine onlar, ( sonsuz nimetler içerisinde) yaşıyorlar; fakat siz, (onların yaşamlarını) hissedemezsiniz/fark edemezsiniz!..

 

NOT: İbni Abbas(r.a)’ın rivayetine göre bu ayet, Bedir şehitleri hakkında nazil olmuştur. O gün mü’minlerden on dört yiğit şehit düşmüştü. Bu yiğitlerden altısı muhacirlerden, sekizi ensardandı.(T.K) Konuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan Yahudi, münafık ve müşrik cephe insanları şöyle diyorlardı: “Muhammed’in ashabı, kendilerini (boşu boşuna ve bir hiç uğruna) öldürüyorlar, hayatlarını heba ediyor, bu dünyadan hiç bir şey elde etmeden çıkıp gidiyorlar ve bir hiç uğruna ömürlerini tüketiyorlar…”  Bu ve buna benzer sözler söyleyenler, “insanların tekrar dirilmeyeceklerini, bu dünya da çektikleri sıkıntıların karşılığının olmayacağın, cennet va’dinin bir aldatma olduğun, ahiret diye bir alemin bulunmadığını ve bütün bunların Hz Muhammed(sav)  tarafından uydurulup insanların aldatıldığını…”da söylüyorlardı. Bu yıkıcı propaganda mü’minlerin gönlünü yaralıyor ve hatta bazı mü’minler üzerinde olumsuz etkilere sebep oluyordu. Hatta bazı mü’minler de:” falanca öldü, falanca öldü!” demeye başladılar. İşte bu ayeti kerime böyle bir atmosferde nazil oluyor. Hz. peygambere ve ahirete inanmayan bu insanların sözlerini ve inançlarını reddediyor ve mü’minler, şehidleri için kafirlerin söylediği sözleri söylememeleri emir buyruluyor. Zira durum asla onların( Yahudi, münafık, müşriklerin) sandığı gibi değildir. Gerçekte onlar ”yaşıyorlar”, fakat siz onların yaşamlarını hissedemezsiniz. Onlar şu anda Rableri katında en mutlu, en güzel şekilde yaşamlarını sürdürmektedirler. Hz. Peygamber(s.a.s) şöyle buyurmuştur:” Şehidlerin ruhları, yeşil bir kuş halinde, cennette diledikleri gibi gezerler. Sonra arşın altına asılmış olan kandillere yaklaşırlar. Rableri onlara muttali oldu ve buyurdu ki: “ Ne istiyorsunuz?”, onlar derler ki:” Ey Rabbimiz ne isteyelim ki zaten sen bize yaratmış olduğun varlıklardan hiçbirine vermediğin şeyleri bize verdin!” Sonra Yüce Allah onlara yine aynı soruyu tekrarlar. İsteksiz bırakılmayacaklarını görünce derler ki: “Ey Rabbimiz bizi tekrar dünyaya döndürüp, ölünceye kadar senin yolunda cihat ettirmeni istiyoruz.” Rableri der ki:” Ben onların bir daha dünyaya döndürülmeyeceklerini yazdım.”(İbni Kesir)

154.      Yemin olsun ki, ( girmiş olduğunuz bu İslam yolunda) biz sizi, biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden eksilterek ( bir kısım sıkıntılara düşürerek) kesinlikle imtihan edeceğiz!.. Evet, sen, o  sabredenleri (zorluklar karşısında yılmadan ve Allah’a olan ümitlerini yitirmeden daima mücadele etmekte olanları) müjdele!..[ Cennet onlarındır.]

155.      O sabreden kullar öyle kimselerdir ki, başlarına bir musibet gelip çattığı zaman: “ Biz; ( can, mal ve sahip olduğumuz her şeyimizle) sadece ve sadece  Allah’a aidiz!.. Evet, biz, sadece ve sadece  O’na dönmekteyiz!.. [ Kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktur.]” derler.

 

Not: Bu ayet, mü’min almanın en mükemmel tanımını ortaya koymaktadır: Biz ve bize ait olan her şey, sadece ve sadece Allah’ındır ve biz, O’na dönmekteyiz. Önder, örnek olmanın temel mantığı bu düşüncede olsa gerek. İşte, tama da böyle düşünenler önder örnek/imam/halife ümmet olabilirler. Bu düşünceye/imana sahip olan mü’mini hangi musibet yıldırabilir ki? Böyle düşünen bir mü’min, musibetler karşısında asla yılmaz. O, taşımakta olduğu bayrağı arkasına, sağına, soluna bakmadan ve hiçbir maddi/ dünyevi hesap yapamadan taşır ve o bayrağı dikilmesi gereken her yere diker.

 

156.      İşte onlar, Rablerinden (gelen) salavatlara ( mağfiretlere, nimetlere, lütuflara, bağışlara, ihsanlara, feyizlere, desteklere, başarılara,) rahmet ve merhametlere nail olacak olanlardır. Evet, işte onlar, hidayete ermiş olanların/ doğru yolu bulmuş olanların ta kendileridirler!..

157.      Hiç şüpheniz olmasın ki, safa ve Merve tepeleri ( güçlü imanın, samimi kulluğun, sarsılmaz sabrın, tahammülün, bitmez mücadelenin, fedakarlığın, ilahi aşkın, çetin imtihanın ve ilahi yardımın tecelli ettiği) Allah’ın (dininin) sembollerindendir. Bu nedenle her kim hacc veya umre yapmak niyetiyle Beytullah’ı ziyaret ederse, o iki tepeyi ( islama uygun olarak) tavaf/ sa’y etmesinde hiçbir sakınca yoktur. Evet, her kim gönüllü olarak yapması gerekenden daha çok hayır işlerse, ( bilsin ki,)  Allah, Şâkir’dir: (Şükredenlerin şükürlerine/ hayırlı işler yapanların amellerine bolca karşılık verendir);  Alîm’dir: (Her şeyi hakkıyla bilmekte olandır)!..

158.      Evet, hiç şüpheniz olmasın ki,  indirmiş olduğumuz o apaçık belgeleri( hak ve hakikati tüm yönleriyle gözler önüne seren, gayet açık, gayet anlaşılır ve gayet ikna edici olan o delilleri/ bilgileri) ve o hidayete erdirici ilkeleri/dosdoğru yola ulaştıran o  hükümleri, biz onu kitap’ta (bütün) insanlar için apaçık olarak açıklayıp ortaya koyduktan sonra, (çeşitli sebeplerden ötürü onu/ tevhid öğretisini) gizleyip durmakta olan şu kimseler (var ya,  Allah onlardan asla hoşnut olmayacak/ onlara asla müteşekkir/ lütufkar davranmayacak)!..  İşte onlar, kendilerine hem Allah’ın lanet edip durduğu  ve hem de lanet etme hakkına sahip olanların (gizlemeden ötürü gerçeği öğrenemeyen ve zarar gören tüm insanların ve varlıkların) lanet edip durduğu kimselerdir!..[ Şu halde ey insanlar! Gerçeği gizlemekte olanlardan uzak durunuz. Onlar, beraber olunacak kinseler değildirler…]

159.      Ancak,( bunlardan) tövbe edip hallerini düzeltenler ve gizledikleri gerçekleri gözler önüne koyanlar/ açıklayanlar bunun dışındadırlar; (onlar, kendilerini lanete uğramaktan kurtarmışlardır.)  Artık onlar, benim ( rahmet ve mağfiretim ile) kendilerine yönelip tövbelerini kabul buyurduğum kimselerdir. Evet, ben, Tevvab’ım: ( Aklını başına toplayıp da bana yönelen, tövbe edip hatalarından dönen tüm kullarımı affedenim);  ve yine ben, Rahîm’im: ( Rızama muvafık davranan kullarıma özel rahmetimi, iyiliğimi ve güzelliğimi lütfedip, onlara olan rahmetimi kesintisiz olarak devam ettirenim, hak eden herkese hakkını verenim)!..

160.      Evet, hiç şüpheniz olmasın ki,  (indirmiş olduğumuz o apaçık delilleri/belgeleri/öğretileri) bile bile gizleyen/yalanlayan/ reddeden/ inkâr eden/  ve bu hal üzere kafirler olarak ölen kimseler (var ya, onlara ben, asla mağfiret etmem)!.. İşte onlar; Allah’ın, meleklerin ve bütün insanlığın la’neti üzerlerine ( yağmış) olan kimselerdir!..

161.      Onlar ( o lanet denizinde) ebedi olarak kalıcıdırlar ve üstelik onların ( cehennemdeki azapları) ne hafifletilir ve ne de kendilerine mühlet verilip göz açtırılır!..

NOT:  Allah’ın dininden, birilerinin hatırı veya dünyevi bazı menfaatler için bir şey veya birşeyler gizlemek, Yüce Allah’a şirk koşmaktır. Bu davranış, özellikle bazı otoritelerin hatırı için yapılıyorsa işte bu tam bir şirk olur. Çünkü gerçeğin ilan edilmesi/ açıkça duyurulması Allah’ın açık bir emridir. Aksi davranışınızla siz, Allah’tan başka otoritelerin kulluğuna girmiş olduğunuzu ortaya koymuş oluyorsunuz.  Böyle davrananlar, sanki bir lânet yağmuruna tutulmuş gibidirler. Her taraftan üzerlerine lânet yağmaktadır. Bir taraftan yüce Allah’ın lâneti, bir taraftan meleklerin lâneti, bir taraftan tüm insanların lâneti ve bir taraftan da bütün diğer varlıkların lâneti üzerine yağmaktadır. Bunlar adeta sığındıkları her yerden kovulup atılıyorlar tıpkı uyuz bir it gibi.. Allah’a sığınıyorlar, fakat o, bunları lânetleyip kovuyor, meleklere sığınıyorlar, fakat onlarda bunları lanetleyip kovuyor; insanlara sığınıyorlar, fakat onların tümü birden bunları lânetleyip kovuyor; diğer varlıklara sığınıyorlar. Oların da tümü bunları kovup uzaklaştırıyorlar…Lânet üstüne lânet!.. Gidecek ve sığınacak hiçbir yer yok! Onlar oracıkta, düşdükleri o lânet çukurunda öylesine, ebedi olmak üzere kala kalıyorlar, üzerlerine kesintisiz lânet yağdığı halde!... Çünkü onlar tarihin en büyük cinayetini işlediler, “gerçeği” gizlediler…

162.      ( Ey insanlar!  Sizler, sakın bu la’netlik kimselerin önerdikleri şahıslara, varlıklara, güçlere, otoritelere, değerlere kulluk etmeyiniz!..)  Evet, sizin, (hükmü ve hakimiyeti altına girip kendisine bağlanma zorunda olduğunuz) ilahınız, bir tek/ biricik ilah ( olan Allah) tır; O’ndan başka (Bağlanmaya değer )hiçbir ilah ( varlık, güç, otorite ve değer) yoktur!..O, Rahman’dır: ( Rahmeti her şeyi kuşatmış; iyiliği, lütuf ve ihsanı bütün varlığı sarmış; sonsuz ve sınırsız derecede rahmet, iyilik ve güzellik sahibi olan ve çokça merhamet edendir); Rahîm’dir: (Hak eden herkese hakkını veren ve rızasına muvaffak davrananlara özel bir rahmet, iyilik ve güzellik lütfedip, onlara olan rahmetini kesintisiz olarak devam ettirendir)!..

163.      Evet,( ey insanlar!)  Hiç şüpheniz olmasın ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ihtilafında ( birbirlerini takip edip peş peşe gelmelerinde, karanlık ve aydınlık olmalarında, uzayıp kısalmalarında, birbirine zıt ve ters olmalarında), insanlara fayda veren şeylerle denizlerde akıp giden gemilerde, Allah’ın gökten bir su indirip de, onunla, ölümünden sora yeryüzünü  diriltmesinde ve orada her türlü canlıyı çoğaltıp yaymasında, rüzgarların evirilip çevrilmesinde, gök ile yer arasında (emre) hazır bekleyen bulutlarda [ ve daha nicelerinde], aklını kullanmakta olan bir toplum için, ( Yüce Allah’ın bir tek/biricik ilah olduğuna ve O’ndan başka kulluk edilmeye değer hiçbir varlığın,gücün, otoritenin ve değerin bulunmadığına, O’nun bütünüyle Rahman ve Rahîm olduğuna dair) kesinlikle nice deliller/ belgeler/ göstergeler vardır!..

 

NOT: Akıl, sahibini hak ve hakikate götürecek ilahi bir alettir. Onu kullanmasını bilmeyen veya yanlış kullanan asla iflah olmaz/olamaz. Akıllarını keyiflerinin emrine verenler, heva ve heveslerini, kendi kişisel telakkilerini, istek ve tutkularını, canlarının istediği şeyleri aklileştirirler. Böylece akıl nimeti tabii fonksiyonunu yitirir ve hoşa giden her şey Allah’a denk haline gelir. Şirkin ana çıkış noktası akılsızlık ve aklı yanlış kullanmaktır. İşte örneği. Okuyalım:

164.      ( Ama bütün bu delillere rağmen, yine de) insanlardan öyle(sefih) kimseler vardır ki, onlar, Allah’ın berisinde/ daha aşağısında, ( bazı kimselere tutulup, onları Allah’a) denkler edinerek, Allah’ı sever gibi onları sever dururlar!.(*) Oysa, ( gerçek anlamda) iman edenlerin Allah’a olan sevgileri, ( başkalarına olan sevgilerinden) kat kat güçlüdür!..(**) Evet,( Allah’tan başkalarını Allah’ı sever gibi severek) zalimlik/ hainlik yapmış olanlar, ( kıyamet günü) cehennem azabına uğradıkları zaman, mutlak olarak bütün güç ve kudretin yalnızca Allah’a ait olduğunu ve gerçekten de Allah’ın azabının çok çetin olduğunu görecekleri gibi, keşke (o gerçeği şimdi) görselerdi!..

 

Not:  (*) “Allah’ı sever gibi onları severler!” deyimsel ifadesi şu anlamları  ifade etmektedir: Allah’a yapılacak şeyleri onlara yaparlar, Allah’ın rızasını düşünmeden onların rızasını düşünürler, onlara olan sevgilerini hareket noktası kabul ederler, Allah’ın emirleri yerine onların emirlerine uyarlar, onların görüş ve düşüncelerini esas kabul ederler, onların yolundan giderler, onları Allah’ı sever gibi severler… İşte böylece onları Allah’a denk/eşdeğer haline getirirler…

(**) Gerçek müminler muvahhid oldukları için, bütün muhabbetlerini bizzat Allah’a hasrederler. Allah’ın mahlukatına olan sevgilerini Allah’a olan sevgilerinden alırlar. Onlar sevdiklerini Allah için severler, Gerçek müminler, Allah için sevmekle, Allah’ı sever gibi sevmek arasındaki farkı çok iyi bilirler. Onlar, hiç kimseyi Allah’ı sever gibi asla sevmezler. Onların Allah’a olan sevgileri her şeyin üstündedir…

165.      İşte, kendilerine uyulanlar(peşlerinden gidilenler), kendilerine uyanlardan alabildiğine uzaklaşıp kaçtılar( onları reddedip tanımaz oldular!..   Ve işte, (her iki taraf da) cehennem azabını görüverdiler!.. Ve işte, aralarındaki bütün bağlar/ bağlantılar/ ilişkiler tamamen kopup paramparça oluverdi!..

166.      Ve tabii ki, o tabi olanlar( sözüm ona önder/öncü insanların peşlerinden gidenler) şöyle dediler: “ Ah ne olurdu, keşke bizlere bir kere daha fırsat verilseydi de, (bugün) onların bizden uzaklaşıp kaçtıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşıp kaçsaydık!..” İşte böyle: Allah onlara ( yapıp-ettikleri bütün) işlerini, acısı üzerlerine çökmüş onulmaz hasretler/ pişmanlıklar halinde gösteriyor/ gösterecek!.. Evet, onlar, o azaptan asla çıkarılacak değillerdir!..

167.      [ O halde,]Ey insanlar! [ Bu ve buna benzer şirk ilişkilerinden ve bunların sonucu olarak cehenneme düşmekten kurtulmanız için, şu]  yeryüzünde bulunan şeylerin, helal ve temiz olanlarından “yiyiniz”/ faydalanınız ve  sakın o şeytan’ın/  şeytanların (insanları peşlerine takıp yanlışlara, haramlara, iğrenç ve pis işlere sürükleyen sapık ve azgın kimselerin) adımlarını izlemeyiniz!..  Gerçek şu ki o, sizin için apaçık bir düşmandır!..

168.      Evet, o size, sadece (küçük-büyük, açık-gizli) her türlü kötülüğü, her çeşit hayasızlığı,( edepsizliği, yüz kızartıcı fiili, cinsel sapkınlığı,günahları açıktan işlemenizi) ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri/ şirk düzenini (uydurup) söylemenizi emreder durur!..

169.      Evet, [ bakın, akıllarını kullanmayıp da, şeytanın ve şeytanlaşmış kimselerin adımlarını izleyenler ne hale gelmişlerdir:] Onlara: “(gelin) Allah’ın indirdiğine (Kur’an-î ilkelere/ tevhid-î gerçeklere) uyun!” denildiği zaman, onlar: “ Hayır, hayır ! (Biz, Allah’ın indirmiş olduğuna değil,) babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (inanç ve yaşam tarzına) uyarız!..” dediler/ Bu konuda kesin bir kararlılık ve tavır ortaya koydular. (Peki,) ya ataları, akıllarını ( doğru istikamette) kullanmamış ve hidayetten de nasip almamış kimselerse?!..[ Yine mi onları izleyecekler?!]

170.      Evet,  (Allah’ın indirdiği bu hidayet rehberini) bile bile gizleyen/yalanlayan/reddeden kimselerin  (o acayi p) halleri/ durumları, tıpkı (boş ve anlamsız) bağırıp-çağırmadan başka hiçbir şey duymayan/anlamayan ve sadece çığırtkanlık yapıp duran (ahmak) kişinin ( tuhaf) haline/durumuna benzer!..  Onlar, (bu Kur’an’ın cağrısına karşı) tam anlamıyla sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı onlar akıllarını kullanamazlar!..

 

NOT: Bu ayetteki vech-i şebeh (benzetme yönü) anlam ve amaçsızlıktır/ aptallıktır. Gerçekten de bütün kafirler, nihai anlam ve amaçtan yoksun aptallardır. Onlar için “ gün bugündür, dem bu demdir.” Öyleyse, “çal oynasın, vur patlasın.” Onlar sadece yerler, içerler, tepinirler, çiftleşirler, bağırıp-çağırırlar… kuru gürültüler, kaval sesleri, düdük sesleri, çan sesleri ve anlamsız haykırışlar… İşti onların hayatı!.. Evet. Hepsi bukadar…

171.      Ey iman edenler! Size rızık ( nasip-pay) olarak verdiğimiz şeylerin temiz ( ve hoş) olanlarından “yiyiniz”/ faydalanınız ve (bunlara karşılık) sadece Allah’a şükrediniz!.. Eğer siz, yalnızca Allah’a kulluk ediyorsanız ( mutlaka böyle yapınız)!..

172.      Allah size, [ onların/ o eski din mensuplarının haram listesi içerisinden] ancak ölü ( boğazlanmadan ölmüş olan murdar hayvanı/ leşi), kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına ( kurban edilen)/ kendisiyle Allah’tan başkasına yaklaşılmaya çalışılan, Allah’tan başkalarının rızası gözetilen hayvanı haram kılmıştır. Fakat her kim,( haram kılınmış olan bu hayvanların etinden yeme) mecburiyetinde kalırsa, haddi aşıp taşkınlık yapmamak ve zaruret ölçüsünü aşmamak şartıyla (bunlardan yemesinde) kendisine herhangi bir günah/ sakınca yoktur. Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah Gafûr’dur: (Kullarını çokça bağışlayandır); Rahîm’dir: (Hak eden herkese hakkını veren ve rızasına muvaffak davrananlara özel bir rahmet, iyilik ve güzellik lütfedip, onlara olan rahmetini kesintisiz olarak devam ettirendir)!..

173.      Hiç şüpheniz olmasın ki, Kitap’tan  Allah’ın indirmiş olduğu şeyleri( Allah’ın ortaya koyduğu helal-haram, temiz-pis telakkilerini) bile bile gizlemekte olanlar ve (yaptıkları) bu iş sayesinde az bir bedel( ahiret nimetlerine göre  çok küçük bir bedel olan dünyevi menfaat) satın alanlar/ sağlayan şu  kimseler ( var ya, asıl haram yiyenler onlardır)!.. Evet, işte onlar, karınlarına ateşten başka hiçbir şey yemiyorlar/ doldurmuyorlar!..Evet, Allah, Kıyamet günü onlarla  asla konuşmaz ( Onları adam yerine koymaz) ve onları asla temize çıkarmaz!.. Evet, onlar için can yakan (elim)bir azap vardır!..

174.      İşte onlar, hidayeti verip karşılığında dalâleti, mağfireti( ilahi rahmetin tecelli ettiği yaşam tarzını) verip karşılığında( cehennem) azabını satın alan kimselerdir! Demek ki onlar, cehennem ateşine karşı ne kadar da dayanıklıymışlar!!!

175.      İşte böyle: Onların bu duruma düşmelerinin (asıl) sebebi, Allah’ın (bu) Kitab’ı ( Kur’an-ı) hak olarak indirmiş olmasıdır!.. [ Hak ve hakıkatı kabul etmek onlara ağır geldi; onlar bu sebepten dolayı ona karşı çıktılar ve bu duruma düştüler.]  Evet, gerçek şu ki, (iman etmeyerek ve içerisindeki gerçekleri gizleyerek, bu) Kitap üzerinde ayrılığa düşenler ( var ya), elbette ki onlar, çok derin bir ayrılık/ bölünmüşlük/ parçalanmışlık/ düşmanlık içindedirler! [ Asla kurtulamazlar!..]

176.      [ Bakın,] Allah’a gerçek anlamda kulluk ve bağlılık (gerçek dindarlık), yüzlerinizi doğuya ve batıya döndürmeniz değildir; gerçek kulluk ve bağlılık,  o kimsenin( yaptığı kulluktur ki,) O,  Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitab’a ve peygamberlere ( şaibesiz olarak) iman etmiştir. (Kendi helal) malını,-ona olan sevgisine rağmen-( sırf Allah’a olan sevgisinden ötürü)  yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara,( ihtiyacından ötürü) isteyenlere, boyunduruk altında bulunanların( köle ve esirlerin) özgürlüğü için harcamıştır.  Namazını, büyük bir istek ve iştiyakla, kılınması gerektiği tarzda devamlı ve dikkatli bir şekilde eda etmiş ve zekâtını da hakkıyla vermiştir. Tabi ki  (onlar), söz verdikleri zaman, sözlerini daima tastamam yerine getirirler( ahde vefa gösterirler). ( Gerçek kulluk ve bağlılık), hasetsen  felaket( meşakkat), zorluk ve sıkıntılı zamanlarda sabrederlerin (yaptığı kulluktur)!..  İşte onlar, (dinlerine) gerçekten sadakat göstermiş olanlardır! Ve işte onlar,( takvalı davranarak kendilerini koruma altına alaların) muttakilerin ta kendileridir!..

177.      [ Öldürme olaylarında da gerçek kulluk ve bağlılık; töresel adetlere sarılmak, kan davası gütmek, intikam peşinde koşmak, öfke ve tahriklere kapılıp cinayet işlemeye kalkışmak değildir; bu konuda da gerçek kulluk ve bağlılık, hak ve hakikat/ adalet ölçülerine uygun davranıp gerçek suçluyu cezalandırmaktır. Bunun için,] ey iman edenler! Öldürülenler hakkında sizlere kısa ( adil karşılık) yazılmıştır. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın…[ Statüsü her ne olursa olsun öldürme suçunu işleyen,  işlediği bu suça uygun ceza ile cezalandırılır. Kısas, başkalarına değil, sadece katile uygulanır. Katil hür bir insan ise sadece o hür, eğer bir köle ise sadece o köle ve eğer bir kadın ise sadece o kadın cezalandırılır. Katilin cezalandırılmasını yeterli görmeyip, onun ailesinden, akrabalarından, kabilesinden ve bağlı olduğu toplumundan birilerini cezalandırmaya kalkışmak cinayettir.] Fakat ( öldüren/ katil) lehinde, ( öldürülmüş olanın) kardeşi/ velisi tarafından cüz-i bir şey ( suçun bir kısmı) affedilirse ( katilin öldürülmesini değil de, bunun yerine kan bedeli/ diyet ödenmesini isterse), bundan böyle artık maruf olana/ örfe uymak ve ona diyet tazminatını güzellikle ödemek gerekir. Bu ( hüküm), Rabbinizden bir hafifletme ve bir rahmettir. Artık bundan sonra, her kim tecavüzkar davranırsa, ( bilsin ki,) kendisi için çok elim bir azap vardır!..

178.      Ey temiz ve has akıl sahipleri, sizin için kısas ( hükmünü uygulamada)  tam anlamıyla hayat( barış ve huzur) vardır!.. Umulur ki, (bu hükmü gerektiği gibi anlar ve uygularsınız da) korunursunuz!..

179.      Sizden birisine ölüm ( emareleri) gelip çattığı zaman, eğer bir hayır ( kayda değer bir mal) bırakacaksa ( ve bıraktığı malın adil olarak paylaştırılmayacağından endişe ediyorsa),  maruf olana ( doğru ve adil olana) uygun biçimde) ana-babaya ve ( diğer) akrabalara vasiyette bulunmanız ( ve bunun için gerekli tedbirleri almanız ilahi bir hüküm olarak) sizlere yazılmıştır/ farz kılınmıştır. Bu ( vasiyet), takvalı davrananlar üzerine ( mutlaka yerine getirmeleri gereken ilahi) bir yükümlülüktür.

Not:  Bu ayet-i Kerime’yi sadece miras bağlamında düşünüp, miras ayet ve hadisleriyle “ nesh” etmeye kalkışmanın tutarlı değildir. Bu ayet, miras bağlamında değil, vasiyet bağlamında ele alınmalıdır. Çünkü, mirastan pay alamayan akrabaların ( babası ölmüş torun gibi) varlığı ve din farklılığından dolayı mirastan pay alamayan ana-babanın varlığı ve özel durumlar halen devam etmektedir ve kıyamete kadar da devam edecektir. “Mirasçı için vasiyet yoktur.” Hadisi, mirasçı olamayan akrabaya vasiyet olabileceğini de göstermektedir. Nisa suresi 11 v2 12. ayetler, mirasçılara yapılabilecek vasiyetin marufa uygun olan şeklini açıklamaktadır. Yani o ayetler, bu ayeti hem tefsir etmekte ve hem de kısmi olarak tahsis etmektedirler.

180.      Ve her kim ( yapılan bu vasiyeti) duyup öğrendikten sonra onu değiştirirse, ( bilsin ki,) onun vebali/ günahı sadece ve sadece onu değiştirenin üzerinedir!.. Evet, hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, Semi’dir : (Her şeyi hakkıyla işitmekte olandır), Alîm’dir: (Her şeyi hakkıyla bilmekte olandır)!..

181.      Fakat her kim de, vasiyet edenin (maruf olandan/ hak ölçüsünden) sapıp bir adaletsizlik yaptığından/ yanlı davrandığından veya bir günaha girdiğinden korkar ve ( bu durumda vasiyeti hak ölçüsüne uygun olarak değiştirir ve) mirasçılar arasında bir uzlaşma ( adil bir paylaşım) sağlarsa, ( bundan dolayı) ona herhangi bir günah yoktur. Evet, hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, Gafûr’dur: (çok bağışlayıcıdır), Rahîm’dir. (Hak eden herkese hakkını veren ve rızasına muvaffak davrananlara özel bir rahmet, iyilik ve güzellik lütfedip, onlara olan rahmetini kesintisiz olarak devam ettirendir)!..

182.      Ey iman edenler! ( Sizlere  her türlü kötülüğü, fuhşiyatı,adaletsizliği ve cinayetler işlemeyi emredip duran şeytan ve onun içinizdeki işbirlikçisi olan nefsinize/ kışkırtıcı dürtülerinize karşı koruyucu bir kalkan olmak üzere) Oruç, sizden önceki ümmetlere yazıldığı gibi, sizlere de yazılmıştır/ farz kılınmıştır. Umulur ki, (gereğini yaparsınız da) takvalı davranırsınız/ korunursunuz!

183.      ( Oruç size) o sayılı günler ( sırasınca/ ramazan ayı boyunca farz kılınmıştır.) Evet, sizden her kim hasta veya herhangi bir sefer/yolculuk üzerinde olursa (orucunu tutmayabilir; buna mukabil tutamadığı o günler sayısınca diğer günlerde orucunu tutar. (İhtiyarlık ya da şifa ümidi kalmamış/ tedavisi yapılamayan herhangi bir hastalıktan ötürü) oruç tutmaya zoraki güç yetire bilecek durumda olanlar ( oruç tutunca ta’katları tükenecek olanlar) ise, (oruçlarını tutmazlar); tutmadıkları her bir gün için, bir fakiri ( bir gün boyu) doyuracak kadar fidye vermeleri gerekir.[ Fidyelerini verdileri takdirde oruç tutmuş gibi sevap kazanırlar.]  Evet, her kim yapması gerekenden gönüllü olarak daha  çok hayır işlerse/ daha fazla fidye verirse/ daha çok nafile oruç tutarsa ( bilsin ki,) bu kendisi için çok daha hayırlıdır. Evet, (güç ve meşakkatli oluşuna rağmen herhangi bir mazeret üretmeden) eğer oruç tutarsanız, ( biliniz ki,) bu sizin için çok daha hayırlıdır. Eğer ( oruç tutmanın faziletini) bilseniz (onu mutlaka tutarsınız)!..

184.      ( Oruç tutmanız gereken o sayılı/ sıralı günler) o ramazan ayıdır ki, ( bütün peygamberlerin ve ilahi kitapların ta öteden beri anlata geldikleri) o gerçek hidayet yolunun tam ve mükemmel/ apaçık bir belgesi ve bilgisi olan, hak ile batılın net ve eksiksiz ayırt edicisi  olan bu Kur’an,  bütün insanlar için tam ve mükemmel bir hidayet rehberi olmak üzere,( işte) o ayda indirilmiştir!.. Evet, sizden her kim o aya şahid olursa (sağlıklı ve mukim olarak o ayda bulunur ve onun manevi değerini anlarsa), onu oruç tutarak geçirsin!.. Her kim de hasta olur ya da herhangi bir sefer/ yolculuk üzerinde bulunurda,( oruç tutamazsa),  tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde oruçunu tutsun!..Allah sizin için kolaylık ister; zorluk ( çekmenizi asla) istemez. ( Bu kolaylık, belirlenen) sayıyı tamamlamanız ( ve en büyük olarak Allah’ı bilmeniz/ tanımanız) içindir. Umulur ki şükredersiniz/ Allah’ın istediği şekilde davranırsınız!..

185.      Evet, Benim kullarım, sana Ben’den sordukları zaman,  “ Hiç şüpheleri olmasın ki, Ben, ( kendilerine) daima çok yakınım: ( Kendilerine kendi şah damarlarından da yakınım. Evet,her ne isteyeceklerse, hiçbir aracıya baş vurmadan direk olarak Ben’den istesinler; Çünkü Ben,)   davet eden/ dua eden her kulumun davetine/ duasına (mutlaka) icabet ederim!.. O halde, onlar da Ben’im davetime ( tevhid çağrıma) icabet etsinler ve Bana tam anlamıyla( şirksiz ve şeksiz olarak) inanıp güvensinler!.. Umulur ki ( böyle davranırlar da,) rüşdlerine ererler: ( Akıl, iman ve davranış yönünden elverişli hale gelir, olgunlaşır ve istikamet üzere yürürler)!.

186.      Oruç (la geçirdiğiniz günün) gecesinde kadınlarınıza yaklaşmanız ( onlarla cinsel ilişkiye girmeniz) sizlere helal kılınmıştır: Onlar sizin( koruyucu ve güzelleştirici) elbiseniz, siz de onların( koruyucu ve güzelleştirici) elbisesisiniz. Allah,   (bu konuda) sizin nefislerinize sahip çıkamayacağınızı/beklenen duyarlılığı gösteremeyeceğinizi ve kendinize ihanet edeceğinizi bildi de, lütuf ve rahmetiyle sizlere muamelede bulundu/ yöneldi ve sizlere(oruçla geçirdiğiniz günün gecesinde) hareket genişliği sağladı. Öyleyse, şimdi ( oruçla geçirdiğiniz günün gecesinde) eşlerinize yaklaşabilir ve Allah’ın sizlere yazdığı/ meşru kıldığı şeyden yararlanabilirsiniz!.. Sizin için, fecrin beyaz ipliği ( gündüzün başlangıcındaki beyazlık) gecenin siyah ipliğinden (gecenin sonundaki karanlıktan) ayrılıp belirginleşinceye kadar yiyip- içebilirsiniz!.. Şafak söktükten sonra, ( artık ertesi) geceye/ akşama kadar orucu tamamlayınız/ tastamam tutunuz: ( Her türlü yeme-içme ve cinsel ilişkiden uzak durunuz)!  Fakat, mescitlerde i’tikaf halinde iken ( oruçla geçirdiğiniz günün/günlerin gecelerinde de) hanımlarınıza yaklaşmayınız/ onlarla cinsel ilişkiye girmeyiniz! İşte bunlar, Allah’ın sınırları/ yasalarıdır!.. (Değil ihlal etmek,) onlara sakın yaklaşmayınız!.. Allah, ayetlerini ( hükümlerini) insanlar için işte böyle açıklıyor!.. Umulur ki, ( bunları anlar ve gereğini yaparlar da,) takvalı davranırlar/ korunurlar!..

187.      Evet, (bununla beraber bir de,) Sakın mallarınızı, kendi aranızda batıl/ haksız ve haram yollar/ yöntemler/ nedenler  ve gerekçelerle yemeyiniz: ( iç etmeyiniz/harcamayınız)!..  yaptığınız işin pekâlâ yanlış olduğunu bildiğiniz halde, günah işlemek/zulüm ve haksızlık yapmak suretiyle insanların mallarından bir kısmını parçalayıp yiyebilmeniz/ ele geçirebilmeniz için, sakın o mallarınızı hâkimlere/yöneticilere/ yetkililere sarkıtmayınız: (rüşvet  olarak vermeyiniz)!..

188.       Onlar sana hilalleri ( ayın bir ay boyunca aldığı şekilleri ve bunun her ay boyunca tekrarlanma sebebini) soruyorlar!.. Onlara de ki: “ O ( hilaller), insanlar(ın dünya işleri) ve hac ibadeti  (din işleri) için birer (doğal) vakit ölçüleridirler(*). [ Bakın,] Allah’a gerçek anlamda kulluk ve bağlılık, “ evlere” arka tarafından gelmeniz(**) değildir; gerçek kulluk ve bağlılık, o kimsenin yaptığı(iş)dır ki, o, (hayatın her alanında) takvalı davranmıştır (Hayatın her alanında doğru olan yol ve yöntemi izlemiştir). Şu halde, “evlere” “kapılarından” geliniz( işlerinizi Rabbinizin belirlediği usule/ yol ve yönteme uygun olarak yapınız, düzenbazlıkla iş görmeye kalkışmayınız) ve ( her dem) Allah’a karşı takvalı( saygılı ve sorumlu) davranınız!.. Eğer böyle davranırsanız, belki o zaman arzu ettiğiniz sonuçlara/ kurtuluşa/ başarıya ulaşırsınız!..

 

NOT: (*) Bu ayet-i Kerime’de, belâgat ilminde “ el-Üslûbu’l-hakim”e diye adlandırılan bir anlatım sanatı vardır. Bu anlatım sanatında, kendisine soru sorulan, sorulan soruya değil de, o konuda asıl sorulması gereken soruyu nazari dikkate alarak cevap verir. Buna göre buradaki sorunun takdiri şöyledir: “Onlar sana hilalleri ( ayın bir ay boyunca aldığı şekilleri ve bunun her ay tekrarlanmasının hikmet faydalarını) soruyorlar.”  Burada böyle bir üslûbun kullanılmış olması, sorulacak soruların niteliğine ve adabına dair güzel bir ders vermeye yöneliktir. Bununla şu denmiş oluyor: Ey insanlar! Peygamberinize, sizin hidayetinize yarayacak sorular sorunuz; bir bilim adamına veya bir müneccime sorulabilecek soruları Peygamberinize sormayınız…

(**) “ Evlere arka tarafından gelmek ve evlere kapılarından gelmek” ifadeleri, “ Kitab’ı arkaya atmak” sözündeki gibi birer kinayeli sözdür. Bu ifadelerin hakiki manaları olduğu gibi, bir de kinayeli ( mecazi) manaları vardır.Kinayeli sözler, onların mecazi anlamları kastedilerek kullanılırlar. Kinayeli bir sözde kapalılık vardır, örtük bir ifadedir. Bu tür sözler, hakiki anlamlarıyla mecazi anlamları arasında bir köprü gibidirler. Hakikat tarafından bakıldığında sözün hakiki anlamı, mecaz tarafından bakıldığında sözün mecazi anlamı görülür. Söz, asıl murad edilen manaya işaret yoluyla delalet eder. Kinayeli sözlerde zihin, sözün gerçek manasından mecazi manasına kendiliğinden geçiş yapar. Batıl yol ve yöntemlerle iş görmeye kalkışmak, tamda evlere arkalarından gelmeyi ifade eder. Bir önceki ayette geçen“ Bi’l-Batıl” ifadesi, bir darb-i mesel ile, temsil-i bir anlatım ile açılanmaktadır. Soruyu soranların örneği, evlerine normal yollardan değil de, arkalarından ( gelinmeyecek yollardan) gelen ahmak ve sinsi / düzenbaz adamların durumlarına benzetilmiştir. “Evlere arkalarından gelmeye çalışanların”, Allah’a gerçek anlamda kulluğa ulaşmaları mümkün gözükmemektedir. Mümkün gözükse bile, evlerin arkalarında birer “delik/gedik açmalarına sebep olur. Bu durum evin mahremiyetini ortadan kaldırır, evi ev olmaktan çıkarır. Yani dini deforme eder, bozar ve kulluğun yönünü değiştirir. Burada kullanılan “ev” istiaresini iyi anlamak mecburiyetindeyiz. Evlere kapılarından gelmek şu demektir: Dosdoğru bir yol ve metoda sımsıkı sarılarak iş görmektir. Rabbimizin gösterdiği yol ve yöntemden daha uygun yol ve yöntem yoktur. Bu yol ve yöntem de, her çeşidiyle haramdan uzak durmayı, hile ve aldatmadan kaçınmayı, her çeşit düzenbazlığa son vermeyi, net ve samimi olmayı zorunlu kılmaktadır. Düzenbazların dini olmaz. Hangi konuda olursa olsun, “ bizi aldatanlar bizden değildirler.”   Bu kinayeli ifadeler burada harika bir anlam örgüsü oluşturmaktadır. Bu ifadelerin burada kullanılması  “ taşın tam da gediğine konduğunu göstermektedir.”  Bu anlam örgüsüyle ayet, kendisinden önceki ayetlerin bir hatimesi, kendisinden sonrakilerin de bir başlangıcıdır. Gerek inançta, gerek ibadetlerde, gerek muamelatta ve gerekse de ahlak alanında bir mü’min, “evine” arkadan gelmeyi değil, kapısından, Hz. Peygamber (sav)’in açtığı kapıdan gelme mecburiyetindedir. Hiçbir hile,  onu kurtarmaz. Mü’minim yapacağı tek şey var: Adam gibi Hz. Muhammed(sav)’in arkasından yürümek ve O’nun açtığı kapıdan girmektir. Diğer tüm uğraşlar, “evlere arkadan girmeye” kalkışmaktır… Evlere arkadan girmek, asla iyilik ve taat değildir…

 

189.      Şu halde, ( Allah’ın erine uyarak), Sizinle savaşanlara/ savaşmakta olanlara ( ve savaşacak olanlara) karşı Allah yolunda siz de savaşın; fakat asla haddi (Allah’ın belirlediği sınırları) aşmayın!.. Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, haddi aşanları/ mütecaviz davrananları asla sevmez!

190.      Evet, ( o savaş ortamında), onları yakaladığınız her yerde öldürün ve sizi çıkarıp attıkları her yerden (siz de) onları çıkarıp atın!.. Çünkü o fitne (baskı, zulüm, işkal, bozgunculuk, entrika, işkence, kargaşa) ortamında yaşamak, savaşıp (düşman) öldürmekten  ( ve öldürülmekten) daha çetin (bir bela)dır!.. Onlar Mescid-iHaram yanında sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın!..Eğer onlar orada da sizinle savaşırlarsa, (hiç tereddüt etmeyin) siz de onlarla savaşın!.. O saldırgan/fitneci kafirlerin cezası işte böyledir!..

191.      Eğer onlar, ( o saldırgan ve baskıcı tavırlarından) vazgeçerlerse, (siz de onlara saldırmaktan vazgeçin!.. Şunu asla unutmayınız ki,) Allah, Gafûr’dur: (Kullarını çokça bağışlayandır); Rahîm’dir: (Hak eden herkese hakkını veren ve rızasına muvaffak davrananlara özel bir rahmet, iyilik ve güzellik lütfedip, onlara olan rahmetini kesintisiz olarak devam ettirendir)!..

192.      Evet, hiçbir fitne (baskı, zulüm, işkal, bozgunculuk, entrika, işkence) kalmayıncaya ve din( hayata dair hüküm) yalnızca Allah’ın oluncaya kadar( Allah’tan başka hiç kimseden korkulmayacak özgür bir ortama ulaşıncaya ve bir mü’min dini özgürce yaşayıp tebliğ etme imkanı buluncaya kadar) onlarla savaşın!.. Eğer ( o saldırgan ve baskıcı tavırlarından) vazgeçerlerse, (siz de onlarla savaşmaktan vazgeçin)!.. Şunu asla unutmayınız ki, Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur!..

193.      Haram ay, haram aya denktir (haram ayda size saldırırlarsa, siz de karşılık verin); hürmetler ( saygı duyulması gereken şeyler ve yasaklara uymak) karşılıklıdır. O halde, her kim size karşı (hürmetsizlik edip) haddi aşarsa/saldırgan davranırsa, siz de(ona) aynıyla karşılık verin!..  Allah’a karşı takvalı davranın(onun belirlediği sınırları asla aşmayın)!.. Evet, bilin ki, gerçekten de Allah; (yardımı, zaferi,koruyup gözetmesi ve desteğiyle) takvalı davrananlarla (belirlediği sınırlara riayet edenlerle) beraberdir!

194.      Evet, ( Allah yolunda canlarınızla mücadele edin)  ve Allah yolunda(servetlerinizden de) infak ediniz: ( Bu yolda canla-başla mücadele etmeyi ve servetlerinizden infak etmeyi terk etmek suretiyle sakın) kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye/ zillete ve cehenneme atmayınız!.. Evet, ( hayatın her alanında) iyilikler yapınız!.. Hiç şüpheniz olmasın ki,  Allah;( yardımı, zaferi,koruyup gözetmesi ve desteğiyle) Muhsin olanlarla ( her hususta iyilik yapanlar ve iyi davrananlarla) beraberdir!..

195.      Ve (başlamış bulunduğunuz) hacc ve umre (ibadetini) Allah için tam yapın( eksiksiz olarak tamamlayın)! Eğer (başlamış olduğunuz hacc ve umre ibadetini, herhangi bir nedenden ötürü tamamlamaktan) alıkonulursanız (bu durumda) kurban(lık hayvanlardan) kolayınıza gelen birini( kurban olarak) kestiriniz! Kurbanlar, (kesilecekleri) yere ( ve zamana) ulaşıp kurban edilinceye kadar başınızı tıraş etmeyin (ihramdan çıkmayın); fakat, içinizden her kim hasta olursa veya başında (traş olmayı gerektirecek herhangi bir sorun) bir eziyet bulunursa, (tıraş olur).Ama bu durumda olan kişinin oruç tutmak, sadaka vermek ve kurban kesmek suretiyle bir fidye vermesi( özrünü karşılayacak bir hayır yapması) gerekir. Her hangi bir engelle karşılaşmadığınızda da, (her kim hacc için giydiği ihramı çıkarırda,) hacca kadar umreden istifade ederse (ihramın yasak kıldığı bir kısım mubahlardan faydalanırsa, bu durumda) ona kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir. Fakat kurban kesmeye imkân bulamazsa, hacc günlerinde üç gün, hacc’dan sonra da yedi gün olmak üzere, tam on gün oruç tutması gerekir. Bu(hükümler), ailesi (evi) Mescid-i Haram bölgesinde olmayanlar içindir.Allah’a karşı takvalı( sorumlu, saygılı, bilinçli) davranın ve bilin ki, gerçekten de Allah, Şedîdü’l-igab’dır: (Kurallarını ihlal edenleri çok şiddetli şekilde cezalandırandır!..)

196.      Hacc, mâlum aylar(da)dır.Her kim, o aylarda haccı kendine farz kılarsa(hacc icadetini yapmaya kesin olarak karar verip de, o aylarda ihrama girerse), artık (şunu bilsin ki,) hacc esnasında (hacc için ihrama girildiği zaman içinde) cinsel ilişki (ve ona götüren baştan çıkarıcı söz ve davranışlar, her türlü çirkin söz, hâl ve tavır), hak ölçüsünden sapıp günah olan davranışlarda bulunmak ve her türlü münakaşaya (ağız dalaşına) girişmek yoktur! (Sizler) Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu bilir (yaptığınız hayrın karşılığını sizlere ihsan eder): Öyleyse (dünya ve ahret yolculuğunuzda size lazım olacak şeyleri hazırlayınız); hiç şüpheniz olmasın ki azıkların en hayırlısı takva (Allah’ın emirlerine sarılmak ve yasaklarından kaçınmak)dır! O halde, ey temiz ve has akıl sahipleri! Bana karşı takvalı (saygılı, sorumlu ve bilinçli) davranın!

197.      (Bununla beraber, hacc mevsiminde ihramlı iken) Rabbinizin nasip edeceği lütuf(lar)dan herhangi birini aramızda ( ticari, kültürel, siyasi, ilmi ilişkiler kurmanızda) sizlere hiçbir günah yoktur. Arafat’tan ayrılıp bir sel gibi dalga dalga akın ettiğinizde,  Meş’ar-i Haram civarında ( Müzdelifenin sonuna doğru olan o küçük dağda)  Allah’ı zikrediniz/ anınız; Onun, size gösterdiği şekilde (tüm cahili anlayış ve adetlerden arınmış olarak, saf bir tevhid inancıyla) zikrediniz/ anınız!.. Gerçek şu ki, siz, (O size bu hidayet yolunu göstermeden) önce (hak ve hakikat ölçüsünden) sapıp delâlete düşmüş sapıklardan idiniz…

198.      Haydi, şimdi siz de, insanların bir sel gibi dalga dalga akıp geldiği yerden (Arafat’dan) bir sel gibi dalga dalga akıp gelin ( Her türlü imtiyazcı/ayrımcı anlayıştan uzak kalarak/ arınarak insanların içine karışın ve böylece tevhid dininin o doyumsuz çoşkusuna ortak olunuz.) Allah’dan mağrifet dileyiniz!.. Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, Gafur’dur: (Çokça bağışlayandır); Rahim’dir: (Hak eden herkese hakkını veren ve rızasına muvaffak davrananlara özel bir rahmet, iyilik ve güzellik lütfedip, onlara olan rahmetini kesintisiz olarak devam ettirendir)!..

Not: Sümme edatını, ibni Kesir’in notuna binaen “haydi şimdi siz de” şekline çevirdim. Buradaki anlamıyla edat, bir sonralıktan ziyade bir olguya katılmayı ( haberin habere bağlanmasını) ifade etmektedir. Kendilerini imtiyazcı gören tutucu Kureyş kabilesine ve bu konuda onlara benzeyen herkese yönelik harika bir çağrıyla karşılaşıyoruz… Ayet-i Kerimenin ilk hitap çevresinde, Mekke müşrik düzeninde kendilerini imtiyazlı, ve ayrıcalıklı gören tutucu Kureyş kabilesinin ve onu izleyen diğer kabilelerin olduğu dikkate alınırsa, mesaj daha kolay anlaşılır. Onlar şöyle düşünüyorlardı: Diğer insanlarla birlikte Arafat’a çıkmak ve onlarla birlikte vakfe yapmak bizlere, Allah’ın evinin halkına yakışmaz. Böyle bir davranış bizim şerefimize leke sürer… Çünkü biz, Allah’ın evinin halkıyız!..” Bu eksende mesaj, tüm çağları kuşatan bir anlama sahiptir. Kısaca kendisini imtiyazlı gören herkes bu hitaba muhataptır..

 

199.      Ve ibadetlerinizi (Hac menasikini) bitirdiğinizde,(vaktiyle) babalarınızı/atalarınızı saygıyla andığınız gibi, hatta ondan çok daha güçlü bir şekilde Allah’ı zikrediniz/ anınız!.. Evet, insanlardan öyle (sefih) kimseler vardır ki, onlar:  “ Rabbimiz!” derler: “ Bize bu dünyada güzellikler ver!”!.. [Bunların bütün çaba ve gayretleri sadece bu dünya hayatını kazanmaya; makam-mevki, mal-mülk, şan-şeref edinmeye dönüktür.] Evet, bu kimselerin ahretten yana hiçbir nasipleri yoktur!..

 

Not: Demek ki bu insanlar, Hacc ibadetini sırf ticari bir hadise veya turistlik bir gezi olarak görüyorlar. Din ve dinin şiarlarını dünyevi menfaat elde etme yönünde kullanan herkes burada bahse konu edilen insanlar sınıfına dahildir.

 

 

200.      Evet, insanlardan öyle ( akıllı) kimseler de vardır ki, onlar da: “ Rabbimiz!” derler, “ Bize hem bu dünyada güzellikler ver, hem de ahrette güzellikler ver ve bizi o cehennem ateşinin azabından muhafaza eyle!..” [ Bunların çaba ve gayretleri hem bu dünya hayatını ıslah etmeye ve hem de ahret hayatını kazanmaya dönüktür.]

201.      İşte onlar ( o her iki gurup), sadece kendi kazandıklarından pay/nasip alacaklardır!.. Unutmayınız ki Allah, Serîu’l- Hisab’dır: ( Bütün bunların hesabını bir anda görecek olandır)!..

202.      O halde, o sayılı günlerde( teşrik günlerinde) Allah’ı (ayrıca) zikrediniz/ anınız!.. Her kim, (Kurban bayramının birinci gününü takip eden) iki gün içinde ( Mina’dan dönmek için) acele ederse/ dönerse, ona herhangi bir günah yoktur; ve her kim de ( üçüncü güne) geri kalırsa, ona da her hangi bir günah yoktur. (Ama bu durum), takvalı davranmış, ( Allah’ın emirlerini yerine getirmiş ve yasaklarından kaçınmış) olan kimseler için geçerlidir. [ Yani her iki durumda da takvalı davranmış olan kimseler için her hangi bir günah yoktur.] O halde ( ey müminler!) Allah’a karşı (daima) takvalı ( saygılı, sorumlu ve bilinçli) davranınız ve biliniz ki, gerçekten de sizler, sadece ve sadece O’nun huzurunda toplanmaktasınız!..       [ Hesabı Sadece O’na vereceksiniz]

203.      Evet, insanlardan öyle ( sinsi hain ve gaddar) kimse de vardır ki, onun bu dünya hayatına dair sözü ( düşünce ve görüşleri) senin hoşuna gider; ve üstelik o, ( gaye ve maksadına ulaşmak için) Allah’ı da, kalbinde olana (taşıdığı duygu ve düşüncelerinde samimi olduğuna) şahit tutar! [ İnsanları aldatmak için Allah’ı bir sembol meta/kapital olarak kullanır/ istismar eder.] Gerçekte ise o, ( Allah’a ve O’nun kullarına) karşı en azılı/ en gaddar düşmandır!..

204.      O, iş başına geçip hakimiyeti ele alınca, yeryüzünde/ ülkede fesat (bozgunculuk) saçmak için koşar durur; (toprağın işlenmesiyle üretilmiş olan) her çeşit ürünü, ( verimli ziraat alanlarını/ mümbit toprakları,insan emeğini, doğurgan kadınları) ve ( canlı varlıklara ait) nesilleri helâk etmek için uğraşır durur!.. Unutmayınız ki, Allah, bozgunculuğun hiçbir çeşidini asla sevmez!..

 

Not: Ayet-i Kerime’de geçmekte olan “hars” kelimesi;  1)- Toprağın işlenmesiyle üretilmiş olan her çeşit ürün ve tohumu,  2)- İşlenmekte olan toprağın bizzat kendisini, 3)- ve mecazi olarak da kadınları ifade etmektedir. Bu durumda ayet, her türlü ürün ve tohumu, verimli toprakları insanların emeğini ve kadınları ifsat etmeyi ifade etmektedir.

205.      Ona her ne zaman: “ Allah’tan kork: ( Bu bozgunculukları yapma)!..” dense, ( o boş ve anlamsız) gururu, günahları yüzünden kendisini kıskıvrak yakalayıverir ( ve tutsak edinir: Yapılan bu uyarılar onu daha çok çılgınlık yapmaya sürükler)!.. Biliniz ki, böylesinin hakkından sadece cehennem gelir!.. Evet, orası ne kötü bir yataktır!..

206.      Evet, insanlardan öyle ( değerli) kimse de vardır ki, o, Allah rızasını kazanmak için ( varını-yoğunu ve hatta canını bile verir de), kendisini, ( gururunun ve tutkularının esaretinden) satın alır/ kurtarır!.. Unutmayın ki, Allah, kullarına karşı çok şefkatlidir[ Bu fedakarca davranışları elbette ödüllendirecektir]!..

207.      (O halde), ey iman edenler! Hep birlikte (ve bir bütün olarak, her şeyinizle; beden ,zihin, akıl, kalp ve ruh bütün boyutlarınızla  ve tam bir teslimiyetle Allah’ın gönderdiği )  bu  esenlik/islam yoluna giriniz ve sakın ha o şeytanın adımlarını/ önerdiği yol ve yöntemleri izlemeyiniz!.. Gerçek şu ki, o, sizin için apaçık bir düşmandır!..

208.      Bakın,eğer siz, hak ve hakikati apaçık olarak ortaya koyan bunca apaçık belge/ delil/ uyarı/ mesaj size geldikten sonra  tökezleyip ( çamura) düşerseniz/ bu esenlik yolundan saparsanız, artık bilin ki, gerçekten de Allah, Azîz’dir: ( sizi cezalandırmaktan hiçbir güç O’nu aciz bırakamaz!.. O, mutlak galiptir, mutlak üstün olandır, sınırsız güç ve kudret sahibidir.) Hakîm’dir: ( yaptığı her şeyi yerli yerinde ve dosdoğru yapan, tam hüküm ve hikmet sahibi olandır)!..

209.      ( Şimdi, o şeytanın adımlarını/ önerdiği yol ve yöntemleri izlemeyi adet haline getirenler acaba neyi bekleyip duruyorlar?! Yoksa) onlar, Allah’ın, meleklerle birlikte bulutlardan gölgeler içinde kendilerine çıkıp gelmesini ve böylece işin/ işlerinin bitirilmesini mi bekliyorlar?! Oysa bütün işler Allah’a döndürülmektedir!. [ Son sözü O söyleyecektir!..]

210.      ( Dünya hayatının cazibesine kapılıp da onca apaçık ayeti/ uyarıyı görmezlikten gelenlerin, tökezleyip çamura düşenlerin, Allah’a teslimiyet yolundan sapıp Şeytanın ve şeytanlaşmış insanların adımlarını izleyenlerin hallerinin nice olduğunu şu) İsrail oğullarına sor/onların tarihi maceralarını incele/ araştır!..Biz onlara, nice apaçık ayetleler vermiştik[ hani neticesi ne oldu]?! Bakın, herkim, Allah’ın ( bu İslam) nimetini, ( o nimet) kendisine geldikten sonra, onu değiştirir de ( şeytanın adımlarını izlemeye kalkışırsa) artık bilsin ki, gerçekten de Allah, Şedîdü’l- igâb’dır: ( Cezası çok çetin olandır)!..

211.      (Allah’ın gönderdiği bu hidayet rehberini/ barış ve esenlik yolunu) bile bile reddeden/ inkâr eden/ gizleyen/yalanlayan   kimseler için, şu dünya hayatı/ yaşantısı alabildiğine süslenmiştir!..   ( Onlar bu aşağılık yaşantının cazibesine/süsüne/ konforuna kapılırlar da)  iman eden kimselerin bir kısmıyla ( tam bir teslimiyetle Allah’a teslim olan ve bir bütün olarak O’nun dinine giren hakiki müminlerle) alay ederler!.. Oysa takvalı davranan ( hayatın her alanında Allah’ın rızasını gözeten) bu müminler, kıyamet günü onların çok çok üstündedirler!..  Evet, ( şunu asla unutmayınız ki,) Allah, dilediği kimseyi hesapsız şekilde rızıklandırır!..

212.      ( Başlangıçta) bütün insanlar( hak din üzere yaşayan eşit) bir tek ümmet/toplum idiler. ( Fakat, daha sora ihtilafa/ ayrılığa düştüler.) Bunun üzerine Allah, Peygamberleri müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak gönderdi. Evet,   onlarla birlikte hak ve hakikati ( bütün yönleriyle ortaya koyan) Kitab’ı / ilahi mesajı da gönderdi ki, ihtilafa/ayrılığa düştükleri konularda insanların arasında( kitap/ Allah’ın yasadı) hüküm versin (Anlaşmazlığa düştükleri konuları kitap/ Allah’ın yasası çözüme kavuştursun)!.. Ancak kendilerine kitap verilmiş olanlar, kendilerine o apaçık belge ve bilgiler geldikten sonra, sırf aralarındaki bağy (kıskançlık, azgınlık, ihtiras, taassup ve dünya hayatına düşkünlük) yüzünden o apaçık belge ve bilgiler üzerinde ihtilaf çıkarttılar[ ve öylece, Allah’ın o esenlik dinini/ inanç ve yaşam tarzını içinden çıkılmaz hale getirdiler/ anlaşılmaz kıldılar]!..  Ama Allah, kendilerine kitap verilen o azgın muhterislerin( Yahudi ve Hıristiyan önderlerin), üzerinde ihtilaf çıkarttıkları hak ve hakikat konusunda, ( son peygambere) iman edenleri, kendi izniyle/ iradesiyle doğruya ulaştırmıştır!.. Evet, Allah, layık görüp dilediği kimseyi sırat-ı mustakîm’e ( kendisinin çizip belirlediği o tek ve yegâne dosdoğru yola/ barış ve esenlik yoluna) hidâyet eyler!..

213.      ( Ey iman edenler!) yoksa siz, sizden önce gelip geçen (mümin)lerin başına gelenlerin bir benzeri, sizin de başınıza gelmeden, öyle kolayca cennete gireceğinizi mi sandınız?!  Felaket ve zorluklar, onlara öylesine dokunmuş ve onlar öylesine sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve onunla beraber olan müminler: “ Allah’ın yardımı ne zaman ( gelecek)?!” diye feryat etmişlerdi!.. Gözünüzü dört açın ve şunu bilin ki,   gerçekten de  Allah’ın yardımı çok yakındır!.. [ Yeter ki siz, bu iman ve hidayet üzere sebat edin.]

214.      ( Evet,) Onlar sana neyi infak edeceklerini soruyorlar(*):   De ki: “ İnfak edeceğiniz her bir hayır/harcayacağınız her bir mal, ( öncelikli olarak) anne-babanıza, akrabalarınıza, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir!.. Unutmayınız ki, hayır namına her ne yaparsanız, Allah onu mutlaka hakkıyla bilmektedir!.. [ Yaptığınız her bir hayrın karşılığını mutlaka sizlere verecektir.]

Not: Bu ayet-i Kerime’de de, belâgat ilminde “ el-Üslûbu’l-hakim”e diye adlandırılan anlatım sanatı vardır. Bu anlatım sanatında, kendisine soru sorulan, sorulan soruya değil de, o konuda asıl sorulması gereken soruyu nazari dikkate alarak cevap verir. Buna göre burada soruyu soranlara adeta şu mesaj verilmektedir:  “ Neyi infak edeceğiz?” diye bir soru sormayınız; “Kime ve kimlere infak edeceğiz?” diye sorunuz. Çünkü infak etmek temel insani ve İslami bir vecibedir.  İnfak edilmesi gereken her neye sahip isen, ondan infak etmen gerekir. Onun için “neyi” diye sormayınız, “nereye” diye sorunuz.   Burada böyle bir üslûbun kullanılmış olması, infak ibadetinin önemini en dikkat çekici şekilde ortaya koymak içindir. ( Bkz. 189. Ayetin notuna)

 

215.      ( Ey müminler!) Sizin için sevimsiz ( zor ve meşakkatli) olsa da, ( haksızlıklara karşı Allah yolunda) savaşmak sizlere yazılmıştır/ farz kılınmıştır!.. ( Bakın,) bir şey, sizin için çok hayırlı olduğu halde, olabilir ki siz ondan hoşlanmayabilirsiniz; ve yine, bir şey, sizin için çok kötü olduğu halde, olabilir ki siz ondan hoşlanabilirsiniz!.. ( Sizin için hayırlı olanın ne olduğunu  gerçek anlamda ancak) Allah bilir; siz bilemezsiniz!.. [ Onun için, Allah’ın emir ve yasaklarına harfiyen uyunuz.]

216.      Onlar sana haram ayları ( yani) onlarda savaşmayı soruyorlar[ Bu konuda seni ve müminleri suçluyorlar]:  Onlara de ki: “ O aylarda savaşmak büyük bir suçtur; ancak, Allah yolundan alıkoymak, Allah’ a ( ve O’nun yoluna karşı) nankörce tavır takınmak/ küfre sapmak, ( insanları) Mescid-i Haram’dan menetmek ve onun ehlini ( müminleri) oradan çıkartıp atmak Allah nezdinde/ Allah’ın yasasına göre, ( haram aylarda savaşmaktan) daha büyük bir suçtur!..  Unutmayınız ki, Fitne: ( Zor kullanarak, işkence yaparak, değişik yıldırma yöntemlerine baş vurarak müminleri dinlerinden/ inanç ve yaşam tarzlarından döndürmeye çalışmak, baskı ve zulüm düzenleri kurmak, küfür ve şirk düzenini yaygınlaştırmaya çalışmak ve Allah’ın dininin yayılmasını engellemeye kalkışmak…) öldürmekten daha feci/ daha beter bir cürümdür!.. ( Ey müminler! Sakın onların barış havarisi kesilmiş olmalarına aldanmayınız!.. Gerçekte onlar hiçbir kutsala saygı duymazlar. İşlerine öyle geldiği için barış ve kutsaldan bahsederler… Bakın,) Eğer ( o fitne ehlinin) güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan asla vazgeçmezler!.. Sizden he kim dininden döner de kafir olarak ölürse, ( kendisine gerçekten yazık etmiş olur.)  İşte onlar, yapıp-ettikleri bütün amelleri hem bu dünyada hem de ahrette boşa çıkmış olanlardır!.[ Onlar yaptıkları işlerin faydasını göremeyeceklerdir.]  İşte onlar, cehennem ateşinin dostlarıdırlar; onlar orada ebedi olarak kalıcıdırlar!..

217.      Fakat (tam bir teslimiyetle) iman edenler, ( dinlerini yaşama uğruna her çeşit kötülükten ve ortamdan/ çevreden) hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler ( var ya, onların yapıp-ettikleri asla boşa çıkmayacaktır.) İşte onlar, Allah’ın rahmetini umabilirler!.. Unutmayın ki, Allah, Gafûr’dur: (Kullarını çokça bağışlayandır); Rahîm’dir: (Hak eden herkese hakkını veren ve rızasına muvaffak davrananlara özel bir rahmet, iyilik ve güzellik lütfedip, onlara olan rahmetini kesintisiz olarak devam ettirendir)!..

218.      Onlar sana “Hamr”ı: ( Sarhoşlu veren ve uyuşturan her çeşit içki ve maddeyi) ve “meysir” i : ( Tüm kumar çeşitlerini, şans oyunlarını ve avantadan mal-mülk elde etmeyi) soruyorlar: De ki: “ O her ikisinde de hem çok büyük günah/ kötülük, hem de insanlar için menfaatler vardır; ancak günahları ( neden oldukları kötülük ve zararlar), faydalarından çok daha büyüktür!..[ Bu nedenle o her ikisinden de uzak durunuz!..]  Ve yine onlar sana ( Allah yolunda) neyi infak edeceklerini soruyorlar:  De ki: “ Afv” ı: ( Sizi sıkıntıya düşürmeyecek şekilde ihtiyacınızdan arta kalan şeyleri/ ihtiyaç fazlası olan şeyleri) infak ediniz!..İşte böylece Allah, ayetleri ( uyacağınız kuralları) sizler için iyice açıklıyor. Umulur ki, ( hem dünya hayatı v e hem de ahret hayatı hakkında) iyice düşünürsünüz!..

219.      ( Evet,) dünya ve ahret hayatı hakkında ( lehinizde ve aleyhinizde olan şeyleri iyice düşününüz ve buna uygun bir yaşam ortamı oluşturunuz!..)  Ve yine, onlar sana yetimlerden soruyorlar: De ki: “ Onlar için ıslah çalışmalarında bulunmak ( onların bilgi, beceri, terbiye ve fazilet üzere yetişmelerini sağlamak, durumlarını düzeltip işlerini yoluna koymak, sizin için çok hayırlıdır. Eğer onlarla bir arada/ aynı çatı altında yaşarsanız, ( biliniz ki,) onlar sizin kardeşlerinizdirler. Evet, şunu kesin olarak biliniz ki, Allah, müfsit olanları (yetimler hakkında kötü niyet sahibi olanları, onların hak ve hukukunu çiğnemeye kalkışanları, haklarını iç etmeye çalışanları) muslih olanlardan ( yetimlerin hak ve hukukunu gözetenlerden) ayırmasını çok iyi bilir!.. Bakın, eğer Allah dileseydi, elbette sizi, zorluklara koşardı/( Yetimlerle ilgili size daha ağır yükümlülükler yüklerdi)!.. Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, Azîz’dir: ( Mutlak galip, mutlak üstün, sınırsız güç ve kudret sahibi olandır.) Hakîm’dir: ( yaptığı her şeyi yerli yerinde ve dosdoğru yapan, tam hüküm ve hikmet sahibi olandır)!..

220.      Evet, ( ey müminler!) müşrik ( putperest) kadınlarla, onlar iman edinceye kadar!..  ( sizin için) mümin bir cariye, (nitelikli, meziyetli ve hür olsa bile)  müşrik bir kadından – ki, o müşrik kadın hoşunuza gitse bile- elbette çok daha hayırlıdır!..Evet, müşrik ( putperest) erkeklere de, onlar iman edinceye kadar ( mümin kadınları) nikahlamayınız!.. ( mümin kadınların evlenmesi açısından) mümin bir köle, ( nitelikli, meziyetli ve hür olsa bile) müşrik bir erkekten – ki, o müşrik erkek hoşunuza gitse bile- elbette çok daha hayırlıdır!..  İşte onlar (müşrikler),  sizi cehennem ateşine çağırırlar; Allah ise, kendi izniyle ( aydınlatıp yol göstermesiyle) sizleri cennete ve mağfirete ( ilahi rahmetin tecelli ettiği yaşam tarzına) çağırır!.. Bakın, Allah, ayetlerini ( uyulması gerekli olan ilahi ilkeleri) insanlar için iyice açıklıyor!.. Umulur ki iyice düşünürler de gerekli dersleri alırlar!..

221.      Ve yine, onlar sana kadınların aybaşı halini soruyorlar: De ki: “   O bir çeşit rahatsızlık ( pislik ve necaset) durumudur. Bu sebeple, kadınlar aybaşı halinde iken onlardan el çekin; temizleninceye kadar ( cinsel ilişki için) onlara yaklaşmayın!.. Temizlendiklerinde ise, Allah’ın emir buyurduğu yoldan/ yerden onlara gelebilirsiniz/ cinsel ilişkiye girebilirsiniz!.. Evet, hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, iyice tövbe edenleri ( yaptığı hatalardan dönüp daima doğru istikamete/Allah’a yönelenleri, maddi-manevi,küçük-büyük, açık-gizli her çeşit kötülük, günah ve pislikten ) temizlenenleri çok sever!..

222.      ( Çocuk elde etme yönüyle) kadınlarınız/ eşleriniz, sizin ( ürün elde etmek için tohum ektiğiniz) tarlalarınız gibidir; öyleyse, tarlanıza ( normal üreme yolundan olmak üzere) dilediğiniz şekilde gelebilirsiniz/ varabilirsiniz!... Evet, kendiniz için ( ilerisini düşünerek, Allah’ın emir ve yasakları çizgisine riayet etmek suretiyle) hazırlık yapınız! [ Sağlıklı ve imanlı nesiller yetiştiriniz…] Ve tabii ki, Allah’a karşı daima takvalı ( saygılı, sorumlu ve bilinçli) davranınız ve biliniz ki, gerçekten de ( bir gün) mutlaka O’na kavuşacaksınız!..  Evet,( bu ilahi rehberliğe gerçek anlamda) iman edenlere müjdeyi ver!..

223.      ( Ey müminle!  Olur-olmaz yere Allah’ın adını anarak yaptığınız) yeminlerinizi bahane ederek; iyilik yapmanıza,günahlardan/ kötülüklerden kaçınmanıza ve insanlar arasında ıslah çalışmalarında bulunmanıza Allah’ı engel kılmayınız!.. [ Allah’ı, yapacağınız iyiliklerin ve kaçınacağınız kötülüklerin önünde bir engel haline getirmeyiniz.] Unutmayınız ki, Allah, her şeyi daima hakkıyla işitmekte olandır, her şeyi daima hakkıyla bilmekte olandır!..

224.      ( Kaldı ki) Allah, yeminlerinizdeki “lağv” den ( yemin kastı olmadan sırf alışkanlık nedeniyle ağızlarınızdan çıkan yemin lafızlı sözlerinizden ya da doğru olduğuna inanarak ettiğiniz, fakat daha sora doğru olmadığı anlaşılan yeminlerinizden) dolayı sizi sorumlu tutmaz;  ve fakat, kalplerinizin kazanmış olduğu ( bile bile yaptığınız maksatlı ve yalan yeminlerden, beslediğiniz kötü düşünce ve niyetlerden) dolay ı sizleri sorumlu tutar!.. Ama unutmayınız ki Allah, ( yine de) Gafûr’dur: (Kullarını çokça bağışlayandır); Halîm’dir: ( Çokça tahammül eden ve çok yumuşak/ şefkatle muamele edendir)!..

225.      ( Îlâ/ yemin yoluyla)  kadınlarından/ eşlerinden uzak durmaya yemin edenlerin ( en fazla) dört ay bekleme süreleri vardır!.. Eğer (bu müddet içerisinde eşlerine) dönerlerse, hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, Gafûr’dur: (Kullarını çokça bağışlayandır); Rahîm’dir: (Hak eden herkese hakkını veren ve rızasına muvaffak davrananlara özel bir rahmet, iyilik ve güzellik lütfedip, onlara olan rahmetini kesintisiz olarak devam ettirendir)!..

 

NOT: İlâ yemin anlamındadır. Erkeğin herhangi bir sebepten ötürü hanımına yaklaşmamaya yemin etmesidir.  Cahiliye devrinde Araplar bu şekilde yemin ederek eşlerinden ayrılırlardı. Bu uygulama kadınlar için çok kötü bir boşanma çeşidiydi. İlâ yapılarak boşatılan kadın, hayat boyu kocasına haram sayılırdı; ama kocasından da ayrılıp başkasıyla evlenemezdi. Kadın kocasının evinde bir hizmetçi konumuna düşer ve hayatının sonuna kadar öyle yaşamak zoruna kalırdı. İslam, bu haksız uygulamaya son vermiş ve doğru olan yolu göstermiştir. Bir erkek, herhangi bir nedenden ötürü yemin ederek karısından ayrılabilir; ama cahiliye dönemindeki gibi ilâ nihaiye uzatıp kadını mağdur edemez. En fazla dört ay eşinden ayrı kalabilir. Eğer bu müddet içinde eşine dönmemişse, kadının hakkını verir ve güzelce ondan ayrılır. Böylece kadın da başının çaresine bakar.

226.      Eğer ( bu müddet içinde eşlerine dönmeyip, onları) boşamaya karar vermişlerse ( boşanırlar). Şunu asla unutmayınız ki, Allah, daima hakkıyla işitmekte olandır, daima kemaliyle bilmekte olandır!.. [ Bu itibarla sakın yanlış yapmayın!..]

227.      Boşanmış kadınlar, üç kuru’ ( üç ay başı hali veya üç temizlik müddeti), kendi kendilerini ( yeni bir evlilik yapmamak suretiyle) tutup gözetirler/ beklerler. Eğer onlar, Allah’a ve  ahiret gününe gerçekten inanıyorlarsa, Allah’ın, onların rahimlerinde yaratmış olduğunu ( çocuk veya hayız durumunu) gizlemeleri kendilerine asla helal değildir. Eğer beyleri/ kocaları, bu bekleme müddeti içerisinde barışmak ( aile hayatını yeniden düzene koymak ve devam ettirmek) isterlerse, onları geri almaya herkesten daha çok hak sahibidirler. Erkeklerin kadınlar (eşleri) üzerinde maruf (meşru) hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler ( kocaları) üzerinde meşru hakları vardır; ancak erkeklerin ( kocaların) kadınlar( eşleri) üzerindeki hakları bir derece daha fazladır. Unutmayınız ki, Allah, Azîz’dir: ( Mutlak galip, mutlak üstün, sınırsız güç ve kudret sahibi olandır.) Hakîm’dir: ( yaptığı her şeyi yerli yerinde ve dosdoğru yapan, tam hüküm ve hikmet sahibi olandır)!..

228.      ( Dönüş hakkı olan) boşama iki defadır.  (Bu iki hakkın kullanılmasından sonra, kadını) ya iyilikle tutmak ya da ( hak ve hukukuna riayet ederek) güzelce salıvermek/ boşamak gerekir. Evet, onlara (mehir olarak) verdiğiniz şeyden herhangi bir şeyi geri almanız, sizlere helal değildir. Ancak ( erkek ve kadın), Allah’ın sınırlarını ( evlilik haklarını) ayakta tutamayacaklarından korkarlar ( ve kendi rızalarıyla ayrılmaya karar verirlerse, bu durumda verdiklerinizi  geri almanız, sizlere helaldir. Ey müminler!) Eğer siz de erkek ve kadının, Allah’ın sınırlarını( evlilik haklarını) ayakta tutamayacaklarından korkarsanız, (şunu bilin ki, bu durumda) kadının fidye vermesinde ( aldığı mehri geri vermesinde ve bu yolla boşanmasında), her ikisi için de her hangi bir günah yoktur. İşte bunlar, Allah’ın sınırları/ yasalarıdır. Sakın ha onlara tecavüz etmeyiniz/ sınır ihlalinde bulunmayınız!.. ( Bakınız, her kim Allah’ın tayin ettiği sınırları ihlal ederse), İşte onlar, zalim olanların ta kendileridirler!..

229.      Eğer erkek hanımını ( üçüncü kez) boşarsa, ondan sonra o kadın başka bir erkekle evlenmedikçe bir daha kendisine helal olmaz; fakat,  eğer sonradan evlendiği erkek de onu boşarsa, ( bu durumdan sonra) her ikisi de Allah’ın sınırlarını ayakta tutacaklarına tam olarak inanırlarsa, tekrar birbirlerine dönmelerinde/ yeniden evlenmelerinde, her ikisi için de herhangi bir günah/ sakınca yoktur. İşte bunlar, Allah’ın sınırları/ yasalarıdır!.. ( Allah), bunları bilen ve anlayan bir toplum için açıklıyor…

230.      Kadınları(nızı) boşadığınızda, onlar ( yeni bir evlilik yapabilmek için gerekli olan) bekleme sürelerinin sonuna yaklaştıklarında, artık onları ya iyilikle tutun ya da onları güzel bir biçimde salıverin ( boşayıp serbest bırakın); sakın ha, zararlarına olarak ( hak ve hukuklarına) tecavüz etmek için onları ( zoraki) nikah altında tutmayın!.. ( Bakın), her kim böyle yaparsa, hiç şüphesi olmasın ki, o, sadece kendisine zulmetmiş/ yazık etmiş olur!..  Sakın ha,  Allah’ın ayetlerini/ yasalarını oyun ve eğlence konusu yapmayın (hafife almayın)!.. Evet, Allah’ın sizin üzerinizdeki  onca nimetini hatırlayın ve ( özellikle) de üzerinize indirmiş olduğu kitab’ı ve hikmeti ( vahiy bilgilerini)  hatırlarınız/ değerini bilin!.. ( Bakın, onlar öyle değerli bilgilerdir ki), Allah o bilgiler ile sizlere öğüt verir!.. O halde, Allah’a karşı daima takvalı (saygılı, sorumlu ve bilinçli) davranın  ve bilin ki, geçekten de Allah, her şeyi daima hakkıyla bilmekte olandır!..

231.      ( Ey kocalar! Üçüncü kez) kadınları (nızı) boşadığınız da, onlar da ( yeni bir evlilik yapabilmek için gerekli olan) bekleme sürelerinin sonuna ulaştıklarında, kendi aralarında şer-i ölçülere uygun olarak ( karşılıklı rıza ile) anlaştıkları taktirde, artık      ( evlenecek oldukları yeni) eşleriyle evlenmelerine  engel olmayınız!.. İşte bu, sizden Allah’a ve ahiret gününe iman etmekte olan herkese  kendisiyle öğüt verilen ( temel ilke)dir!..  İşte bu( ilkelere uymak), sizin için en hayırlı ve en temiz olandır!.. Bakın, (sizin için neyin daha hayırlı ve neyin daha faydalı olduğunu, elbette) Allah bilir; siz (tam olarak) bilemezsiniz!..

 

NOT: “ Siz boşadığınız zaman” ifadesi, velilere değil, kocalara yönelik bir ifadedir. Bunun için ayetin muhatabı olarak kocaları aldık.

232.      Evet, ( boşanmış durumdaki) anneler, emzirmeyi tamamlamak isteyen ( babalar) için, çocuklarını iki tam yıl emzirirler/ bakarlar. Çocuk kendisinin olan baba, (bu emzirme müddeti içinde) onların( çocuk ve anasının) yiyecek ve giyeceklerini ( geçimlerini) örfe uygun bir şekilde ( imkânları ölçüsünde) karşılar. Tabii ki, hiç kimse gücünün yetmeyeceği bir şeyle mükellef tutulamaz: Ne bir anne çocuğu yüzünden zarara sokulur, ne de bir baba. ( Şayet emzirme süresi içerisinde baba ölürse, çocuk ve annesinin bakımı konusunda babanın) mirasçılarına da aynı yükümlülük (ve görev) düşer. Evet, eğer (anne ve baba) karşılıklı istişare ederek kendi ortak rızalarıyla çocuğu, ( iki yıldan önce) sütten kesmek (ve anasından ayırmak) isterlerse, ( bu durumda) her ikisi için de herhangi bir günah yoktur. Evet, eğer çocuklarınızı ( başka sütannelere) emzirtmek isterseniz, kendilerine vereceğiniz ücreti, örfe uygun olarak ödediğiniz ( ve çocuğunuzun emniyetini de sağladığınız) takdirde, sizlere herhangi bir günah yoktur. Evet, ( hayatınızın her alanında) Allah’a karşı daima takvalı (saygılı,sorumlu ve bilinçli) davranın ve bilin ki, gerçekten de Allah, yapıp-etmekte olduğunuz her şeyi daima hakkıyla görmekte olandır!..

233.      Evet, sizden ölenlerin arkada bıraktığı eşler, ( yeni bir evlilik yapmadan önce) dört ay on gün kendi kendilerini tutup gözetlerler( gözetlesinler)!.. Böylece bekleme sürelerinin sonuna ulaştıkları zaman, artık onların, meşru bir şekilde kendileri hakkında yaptıkları/ yapacakları şeylerden dolayı, sizin için herhangi bir günah yoktur. Evet, Allah, yapıp-etmekte olduğunuz her şeyden   daima hakkıyla haberdar olandır!..

 

Not: Cahiliye döneminde, kocası ölen kadın, bir yıl yas tutma mecburiyetindeydi. Kadın, bu süre zarfında evinden ayrılamazdı. Kur’an-i Kerim, bu bekleme suresini kadının lehine olarak hafifletmiş ve kadına kararlarında serbestlik hakkı tanımıştır.

234.      ( Kocaları ölüp de iddet beklemekte olan) kadınlara, evlenme isteğinizi üstü kapalı bir tarzda imâ etmenizde veya ( bu arzuyu) içinizde tutup gizlemenizde,  sizler için herhangi bir günah yoktur. Allah kesin olarak bilmektedir ki, sizler, gerçekten de onları ( o dul kadınları) hatırlayacaksınız/ onlarla evlenmeyi gönlünüzden geçireceksiniz. O halde, meşru şekilde bir söz söylemenin dışında, sakın onlarla(gizli gizli) buluşma hususunda sözleşmeyin/ buluşmayın ve farz olan bekleme süreleri sona erinceye kadar da (onlarla) nikah akdi yapmaya kalkışmayın!.. Evet, bilin ki, Allah, gerçekten de içinizde var olan her şeyi hakkıyla bilmektedir!.. Öyleyse, ( gizli- aşikar yaptığınız her hususta) O’ndan sakınınız!.. Ve şunu da(ayrıca) biliniz ki, Allah,( her şeye rağmen) Gafûr’dur: (Kullarını çokça bağışlayandır); Halîm’dir: ( Çokça tahammül eden ve çok yumuşak/ şefkatle muamele edendir)!..

235.      (Nikah akdi yapıp da) kendilerine henüz dokunmadığınız ( cinsel ilişkiye girmediğiniz) veya kendileri için henüz bir mehir belirlemediğiniz ( kadınlarınızı/ eşlerinizi) şayet boşarsanız, bunda size herhangi bir günah yoktur; fakat (böyle durumlar da bile gönüllerini almak ve kendilerini onurlandırmak üzere) onları faydalandırınız/ onlara destek olunuz; (Pek tabii ki), imkanları geniş olan kendi gücü oranında, imkanları dar olan da kendi gücü oranında makul bir şekilde ( onları faydalandırsın)!..  Bu, Muhsinler ( iyilik yapmayı adet haline getirmiş olan kimseler) üzerine mutlak bir yükümlülüktür/ bir görevdir.

236.      Eğer siz onlara bir mehir belirler de, henüz kendilerine dokunmadan ( cinsel ilişkiye girmeden) önce onları boşarsanız, bu durumda, belirlemiş olduğunuz mehrin yarısı onlarındır (belirlemiş olduğunuz o mehrin yarısını onlara veriniz)! .. Ancak,onların (mehirlerini geri almaktan) vazgeçmeleri veya nikah akdini elinde tutan kimsenin (velinin) bağışlaması müstesna. Evet, sizin ( mehrin tümünü) bağışlamanız takvaya daha yakın/ daha uygun bir davranıştır. Evet, birbirinize karşı lütufkar davranmanız gerektiğini ( hak ve hukukun ötesinde birbirinize karşı ihsanlarda bulunup alicenaplık ve diğerkamlıkla muamele etmeniz gerektiğini) asla unutmayınız!.. Evet, hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, yapıp-etmekte olduğunuz her şeyi daima hakkıyla görmekte olandır!..

 

Not:  Kur’an’ın inşa etmek istediği toplum “fazilet toplumu” dur. Fazilet toplumunun ana hareket eksenini “fedakârlık” , “lütuf”, “ihsan” ve “merhamet” oluşturur. Bu toplumda herkes birbirine karşı fazilet esasına göre davranır. Kur’an’ın gerçekleştirmek istediği nihai hedefin bu olduğu asla unutulmamalıdır. Fazilet bilincini yitirmiş toplumlar, sadece “ fasık toplum”lardır. Bu toplumlarda işler hep sarpa sarmış durumdadır. Bunların iflahı mümkün değildir. Bu toplumların bir tarafını ıslah etseniz diğer tarafı dökülür… İslami ve insani erdemlere hayat verilmeyen toplumlarda kaçınılmaz son, yıkımdır, felakettir… Evet, her şeyin ötesinde kaçınılmaz olarak yapılması gereken şudur: Toplumların temel birimi olan İnsana “ takva” ve “fazilet “ bilinci kazandırmak… İşte, şayet bu yapılabilirse, insanlık adına hiç şüphesiz çok büyük bir hayır yapılmış olur…

237.      ( Ey müminle! Sizleri “takva” ve “fazilet” yarışı bilincine ulaştıracak olan)  o malum namazlarınızı ve (özellikle de işiniz,uykunuz ve sâir meşguliyetleriniz nedeniyle, edâ edilmesi sizlere en ağır gelen ve bu nedenden ötürüde sık sık edâ edememe  durumunda kaldığınız ve bunun için edâ edilmesi sizin için en faziletli olan ) o orta namazınızı [- ki, bu namaz meşguliyetlerinizin ortasında kalıp sizin için yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır-] titizlikle muhafaza edip koruyunuz ve ( sizi üstün ahlaki meziyetlerle donatıp, hayatınızı alabildiğine güzelleştirecek olan ilahi yasalara) gönülden bağlı kimseler olarak, tüm içtenliğiniz ile Allah için divan durunu!..( Kendinizi “takva” ve “fazilet” sahibi kimseler haline getirebilmek için Allah’ın huzurunda pür dikkat kıyam ediniz!..)

238.      Ama eğer ( herhangi bir nedenden ötürü) korkarda ( durup namazınızı adap ve erkanına uygun olarak kılacak imkan bulamazsanız), o zaman yürüyerek veya binek üzerinde ( her nasıl mümkün ise öyle) kılınız; ( tekrar) emniyete kavuştuğunuz zamanda ise,( adap ve erkanına riayet ederek kılınız)!.. Evet, ( her daim) Allah’ı, bilmediğiniz şeyleri ( Şer’i hükümleri) size öğrettiği şekilde ( usulüne uygun olarak) anınız!..

239.      Sizden ölmek üzere olup da arkada eşler bırakacak olan kimseler, eşlerinin ( evden) çıkarılmadan, bir yıl süreyle geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler!.. Ama eğer onlar( dul eşler, kocalarının vasiyetine rağmen bu bir yıllık süre dolmadan, dört ay on günlük zorunlu iddet müddetlerini bekledikten sonra), kendileri (isteyerek) çıkarlarsa, artık onların kendileri hakkında şer’i şerife uygun olarak yaptıklarından (ve yapacaklarından) dolayı, sizlere herhangi bir günah yoktur. Evet, unutmayınız ki, Allah, Azîz’dir: ( Mutlak galip, mutlak üstün, sınırsız güç ve kudret sahibi olandır.) Hakîm’dir:            ( yaptığı her şeyi yerli yerinde ve dosdoğru yapan, tam hüküm ve hikmet sahibi olandır)!..

 

Not:  İddet bekleme işi, sadece evlilik için geçerlidir.Diğer işleri yapmasında hiçbir sakınca yoktur.

240.      Evet, boşanmış kadınların, adalet ölçülerine uygun biçimde ( kocalarından) faydalanma/ nafaka alma hakları vardır!.. ( Bu hakkı vermek ve verilmesini sağlamak), muttakiler ( Allah’ın emirlerine uyma ve yasaklarından kaçınma hassasiyetine   sahip olan kimseler) üzerine mutlak bir yükümlülüktür/ bir görevdir!..

241.      Allah, sizlere ayetlerini( yasalarını) işte böyle iyice açıklıyor!.. Umulur ki aklınızı kullanırsınız!..

242.      (  Namazlarını titizlikle koruyup takva bilincini geliştiremedikleri ve bu nedenden ötürü de birbirlerine karşı lütufkâr davranamadıkları için faş olan/ dağılan) o  kimselere hiç bakmadın mı, [ne acayip bir haldir onların halleri!..Takva ve fazilet yoksunu olan o insanların durumlarını hemen incelemeye al ve toplumların niçin yıkılıp yok olduklarını öğren!..]  Onlar, sayıları binlerce olduğu halde, (görevlerini savsaklayarak), sırf ölüm korkusundan ötürü yurtlarından çıkıp kaçtılar!..Bu yüzden Allah da onlara: “ Öyleyse, ölün ( zillet ve meskenet içerisinde sürünün)!..” dedi. Sonra da onlara ( uyarıcı ve diriltici mesajlarıyla yeniden) hayat bahşetti: ( Onları içine düştükleri imansızlık, ahlaksızlık, vefasızlık, korkaklık, zillet ve meskenet durumundan kurtarıp, kendilerini yeniden hayat sahibi; iman, ahlak, fazilet, adalet, ölçü ve insaf sahibi; dinamik, özgür, bilinçli ve sorumlu bir toplum haline getirdi.) Evet, hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, insanlara karşı, elbette daima lütuf sahibidir ve fakat, insanların çoğu şükretmezler!..

243.      ( O halde, ey müminler! Yeniden dirilmeniz ve sahnedeki o şerefli yerinizi almanız için), Allah yolunda (korkusuzca) savaşınız ve biliniz ki, Allah, daima her şeyi hakkıyla işitmekte olandır; daima her şeyi kemaliyle bilmekte olandır!..

244.      ( Evet, şimdi) kimdir, Allah’a güzel bir borç verecek olan? [ Haydi, bütün samimiyetinizle Allah yolunda infak etmeğe koşuşun!..] Böyle yapanlar için, Allah, o borç verdikleri şeyleri kat kat artırarak fazlasıyla geri ödeyecektir!..Unutmayınız ki, Allah, daraltır ve genişletir…Evet, sizler sadece ve sadece O’na döndürülmektesiniz!..

 

Not: Sunumun “ kimdir Allah’a borç verecek olan” şeklinde yapılması, muhatapları infak etmeye teşvik ve tahrik içindir.Köşeli parantez içinde bu anlamı yansıtmaya çalıştık.

245.      Musa’dan sonra israiloğullarının (menfaatperest) ileri gelenlerine hiç bakmadın mı,[ne acayip haldi onların halleri!.. O menfaatperest adamlarının yaşam öyküsünü hemen incelemeye al ve nasıl şaşırıp sapıttklarını gör!..)?!  Hani, onlar, bir zamanlar Peygamberlerinden birine şöyle demişlerdi: “ Bize bir hükümdar( komutan) gönder de, ( biz onun komutasında) Allah yolunda ( korkusuzca) savaşalım!..” O da onlara: “ Size savaş yazıldığında ( Allah yolunda savaşınız emri verildiğinde), ya savaşmayarak isyan ederseniz?!” demişti. Bunun üzerine onlar da: “ Bizler yurtlarımızdan sürülüp çıkarılmış ve çoluk çocuğumuzdan olmuş bir haldeyken, ne diye Allah yolunda savaşmayalım ki?” demişlerdi. ( Böyle demişlerdi) ama, ne zaman ki, savaş kendilerine yazıldı, çok azı hariç sırt çevirip geri döndüler!.. Evet, Allah, böyle (korkak, kaypak ve menfaatperest) zalimleri çok iyi bilmektedir!..

246.        Peygamberleri onlara: “ İşte[ istediğiniz oldu];  Allah size hükümdar (komutan) olarak Talut’u gönderdi!..” deyince, Onlar: “ Aââ! Nasıl olur?! “ dediler, “ bizler hükümdar olmaya ondan daha layık iken ve O’na maldan da bir bolluk ( zenginlik) verilmemişken, nasıl oluyor da hükümdarlık bizim yerimize O’na veriliyor, ( Allah aşkına bu olacak iş midir)?!”   Bunun üzerine Peygamberleri onlara şöyle dedi: “ Evet, Allah, sizin başınıza hükümdar olarak onu seçti; Çünkü,( Allah) ona hem ilimde ve hem de cisimde bir genişlik/fazlalık/üstünlük vermiştir: ( O’nu hem ilim/hikmet ve hem de beden/fiziki güç yönün den sizden daha üstün kılmıştır.) Evet, Allah mülkünü ( hak ve hakikati anlama ve kavrama yeteneğini/ akl-i selimi) layık görüp dilediği kimseye verir!.. Unutmayın ki, Allah, daimaVâsi’dir: ( lütuf ve rahmeti, ilim ve hikmeti, güç ve kudreti alabildiğine geniş olandır); daima Alîm’dir:( (Her şeyi hakkıyla bilmekte olandır)!..

247.      ( Devamla) Peygamberleri onlara şöyle dedi: “ Bakın, Allah’ın ( kullarından dilediğine verdiği) mülkünün alâmeti/işareti, (dünya sevdası, çıkarcılık, isyan ve gurur ile zayi’ olmasına neden olduğunuz) o saf ve tertemiz kalbinizin (Tabutun), dönüp yeniden size geri gelmesidir.  Sizin o kalbinizde ( tabutta) Rabbiniz tarafından bahşedilmiş olan sekine ( tertemiz vicdan, iman, sevgi, merhamet, iç huzur, insaf, vakar ve sağlıklı düşünme yetisi) ile Âl-i Musa  ve Âl-i Harun’dan (Musa ve Harun ailelerinin/ iman edenlerinin en has ve en şerefli üyelerinden) kalma ve (şu anda) meleklerin taşımakta olduğu muhteşem bir miras (inanç ve yaşam tarzı, din ve şeriat) bulunmaktadır. [ İşte, böyle bir kalbe yeniden sahip olun ve ilahi hükümranlığın alâmetlerini doyumsuzca müşahede edin.] Eğer gerçekten iman ediyorsanız, hiç şüpheniz olması ki, bunda( bu anlatılan tabut/ nurlanmış kalp olgusunda) sizler için muazzam bir ders vardır!..

Not: “Tabut” kelimesi, her ne kadar “ahit sandığı” olarak anlaşılsa da, burada kastedilenin “ vahiy bilgisine sahip kalp” olduğu açıktır. Konuyu açıklama babından müfredat’ta şu bilgiler verilmektedir: Tabut, kalptir; sekine ise, onun içerisinde bulunan bilgi ve hikmettir. Bu nedenle kalp; bilginin kabı, hikmetin evi, ilim ve hikmetin tabutu, ilmin çanağı/ kabı ve ilim sandığı olarak isimlendirilmektedir. Bu anlamda olmak üzere denmiştir ki, “sırrını sızdırmayan bir kaba/ kalbe koy.” Eski Ahit’te aynı konunun anlatıldığı bölümde geçen bilgiler, tabutun kalp olduğuna delalet etmektedir. ( Bakınız, 1. Krallar, 9:10)

248.      Evet, Tâlut ordusuyla ayrıldığı zaman, ( Peygamberleri onlara) şöyle dedi: “  Gerçek şu ki, Allah, sizi bir “ nehir” ile imtihan edecektir. Bakın, her kim ondan içerse o, benden değildir/ benim dinim ve yolum üzere değildir; eliyle bir avuç içenler hariç,her kim ondan tatmazsa , işte o, bendendir/ Benim dinim ve yolum üzeredir!..” Derken ( nehre ulaştılar), içlerinden çok azı hariç, hepsi ondan (kana kan) içtiler!..Nihayet Tâlut beraberindeki müminlerle nehri geçince, ( ondan nehrin beri yakasındaki içiciler) şöyle dediler: “ Bugün, bizin Câlut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok!..”  Buna karşılık, bir gün mutlaka Allah’a kavuşacaklarını bilmekte olan hakiki müminler  ise şöyle dediler: “ Nice az sayıdaki ( inançlı ve nitelikli organize olmuş küçük) topluluklar, Allah’ın izniyle nice çok sayıdaki ( kalabalık) topluluklara gâlip gelmişlerdir!.. Evet, Allah, sabır ve sebat gösterenlerle (zorluklar karşısında yılmadan ve Allah’a olan ümitlerini yitirmeden daima mücadele etmekte olanlarla) beraberdir!..

 

Not:  Nehir” kelimesi, genişlik ve bolluk anlamına da gelmektedir. Kelimeyi mecazi boyutuyla düşünmek, harika anlam açılımları sağlamaktadır. İktidar nimetine ulaşıp da orada şişmeyen kalmış mıdır?!  Çok çok az…

249.      ( Talut ve emrindeki müminler), Calut ve ordusunun karsısına çıkıp saf tutunca: “  Rabbimiz!” dediler, “ üzerimize sabır yağdır ve ayaklarımızı sabit kıl; bu kafirler güruhuna karşı bize yardım eyle/ bizi başarılı ve muzaffer kıl!..”

250.      Nihayet, Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar. ( O zaman bu ordunun içinde fakir ve yoksul kesimden gelme bir genç asker olan) Davut, Calut’u öldürdü!..(Daha sonra) Allah, ona hükümranlık ve hikmet( işleri en doğru ve en uygun biçimde yerli yerinde yapma yeteneği) verdi ve dilediği daha başka bazı şeyler/ meziyetler de öğretti!.. Bakın, eğer Allah’ın, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla def’ etmesi olmasaydı, yeryüzü elbette fesada uğrardı/ yaşanılmaz hale gelirdi!.. Evet, ( şunu kesin olarak bilin ki,) Allah, bütün alemlere karşı büyük bir lütuf sahibidir!..[ O halde, ey müminle!  Allah’ın düşmanlarını/ zalimleri def’ etmek ve yeryüzünü fesada uğramaktan kurtarmak için Allah yolunda korkusuzca savaşınız!..]

251.      İşte ( bütün) bunlar, Allah’ın ayetleridir; onları sana ( her türlü hata, şaibe, şüphe ve tahrifattan uzak bir şekilde) hak ile okuyup iletiyoruz. Evet, hiç şüphen olmasın ki, sen, ( bu ayetleri kendilerine emanet ettiğimiz) peygamberlerden birisisin!..[ O halde her kim ne derse desin aldırma!..]

252.      İşte o peygamberler ( kafilesi)… Biz, onların bir kısmını ( verdiğimiz meziyet ve mucizelerle) diğer bir kısmından daha farklı özelliklerde kılmışızdır: Allah, onların bir kısmına ( bizzat) konuştu, bir kısmını da ( çok üstün) derecelere yükseltip onurlandırdı… Evet, Meryem oğlu İsa’ya da, o beyineleri ( hak ve hakikati tüm yönleriyle gözler önüne seren, gayet açık, anlaşılır ve ikna edici belgeleri/delilleri/bilbileri) verdik ve (ayrıca) onu, O Rûhu’l Kudüs ile de takviye edip destekledik. Bakın, eğer Allah, (insanlara özgür irade vermeyip de, onların zorunlu olarak tercih yapmalarını) dileseydi, o peygamberlerin ardından gelen insanlar, kendilerine o apaçık belge ve bilgiler geldikten sonra, birbirlerini  ( asla) öldürmezlerdi!..  Evet, onlar ( sağlıklı düşünmeyip) ihtilafa düştüler: Kimisi ( o belge ve bilgilere) iman etti, kimisi de nankörce tavır takınıp bile bile küfre saplandı!.. Evet, ( buna rağmen yine de) Allah dileseydi, onlar birbirini ( asla) öldürmezlerdi; fakat  Allah,( sonsuz ilim ve hikmeti gereğince daima) dilediğini yapar!..[ Evet, şimdi Allah, değişmez yasaları gereği sizin aracılığınızla, yeryüzünü fesada boğan zalimleri def’ etmek istiyor. O halde, sakın savaşmazlık ederek görevinizi savsaklamayın!..]

 

Not:(1) Bu ayet-i kerimede” Rûhu’l Kudüs”ün Hz. İsa’ya tahsis edilmiş olması, Hz. İsa’yı tenzih amacı taşımaktadır. İsrailoğullarının Hz. İsa ve annesi hakkında söyledikleri o çirkin sözler, bu ifadenin kullanılmış olmasıyla sahiplerine iade olunmuştur. Yoksa Rûhu’l Kudüs=Cebrail ya da vahyi ilahi Hz.İsa’nın dışında diğer peygambere de inmiştir. Ayriyeten bu ayetin son bölümünde, Hz, İsa’ya ilahlık yakıştıranlara da örtülü bir uyarı görülmektedir. Eğer İsa (a.s), sizin sandığınız gibi ilah ya da Allah’ın evladı olmuş olsaydı, iradesini tam anlamıyla gerçekleştirmiş olurdu,evrensel barışı tam anlamıyla sağlamış olurdu. O, bunu istemiş ve bunun için mücadele vermişti. Fakat, bunu başaramamıştır. Öyleyse, onun ilah olduğunu düşünmek ya da O’nun Allah’ın  evladı olduğunu düşünmek saçmalıktır.

Allah Teala, Peygamberlerden her birine ayrı ayrı meziyetler  ve mucizeler vermiştir. Peygamber olmaları yönüyle her biri çok üstün şerefe  nail olmuşlardır. Ancak her biri bir meziyet ve sıfatta diğerlerinden farklı kılınmıştır.

 

 

253.      Ey iman edenler! İçinde hiçbir alış-verişin, hiçbir dostluk ( ve sevgi ilişkisinin) ve hiçbir şefaatın/ kayırmacılığın olmadığı ( o dehşet verici) gün gelip çatmadan önce, sizlere rızık ( nasip, pay) olarak verdiğimiz şeylerden bir kısmını ( Allah yolunda) infak ediniz ve ( biliniz ki, adı-sanı her ne olursa olsun) kafirler, ( kendileriyle savaşacağınız) zalimlerdir!.. [ O halde, hem canınız ve hem de malınızla Allah yolunda onlarla savaşınız!..]

254.      Allah, ( kulluk ve itaat edilmeye layık yegane varlıktır)!..  O’ndan başka ( kulluk ve itaat edilecek) hiçbir ilah/ otorite yoktur!.. ( O), Hayy’dır: ( En üstün derecede idrak sahibi, tüm mükemmel sıfatlara kamil anlamda sahip, sonsuza kadar ölümsüz,  aktif olan ve daima hayat bahşedendir)!.. (O), Kayyum’dur: ( Varlığı kendisiyle kaim olan, hayatın ve varlığın yegane kaynağı, bütün mahlukatı yaratan, yaşatan, ayakta tutan ve yönetmekte olandır. Her şey, O’nun irade ve kudretiyle var olmaktadır…)!..  O’nu ne bir uyuklama ( gaflet) tutar, ne de bir uyku. Göklerde her ne varsa, yerde her ne varsa hepsi O’nundur. O’nun izni olmadan, katında şefaat edecek olan kimmiş?! O, kullarının önlerinde ve arkalarında olan ( bildikleri ve bilmedikleri, yaptıkları ve yapacakları, açıkladıkları ve gizledikleri) her şeyi hakkıyla bilmektedir!.. Oysa onalar, O’nun dilediği miktardan başka, O’nun ilminden hiçbir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü: ( Sonsuz ve sınırsız hükümranlığı, ilmi, kudreti, ululuğu, azamet ve ihtişamı bütün) gökleri ve yeri kaplamıştır!..  Onların korunup ayakta tutulması O’na asla zor gelmez!.. Evet, O, yüceler yücesi ( mutlak aşkın) ve çok büyük ( heybeti ve kahrı ile muazzam ve muhteşem) olandır!.. [ İşte, gerçek inanç budur. İnsanlık, bu yüce hakikate iman etmelidir ki, karanlıklardan kurtulabilsin.]

255.      (Öteden beri bütün peygamberlerin anlata geldiği iman gerçeği işte budur. Bunun doğruluğu apaçık olarak ortadadır. Gönlü ve gözü hidayete açık olan kimse, bu inanç sistemini rahatlıkla kabul eder. Gönül gözü körleşmiş olan kimsenin ise, bunu kabul etmesi mümkün değildir. Bundan dolayı Allah, bu dini hiç kimseye zorla kabul ettirmemiştir; inanıp-inanmamayı insanın serbest irade ve seçimine bırakmıştır. Bunun ötürü, hangi tür ve hangi şekliyle olursa olsun) hiçbir ikrah ( baskı ve zorlama), Allah’ın dininde yoktur!..  Çünkü, doğruluk yolu, sapıklık yolundan net bir şekilde ayrılarak iyice belli olmuştur/ ayan beyan ortaya çıkmıştır. Artık her kim Tağut’u ( Allah’a ve O’nun bu sahici dinine karşı isyankar tavır takınıp zorla veya rıza ile Allah’ın kullarını kendine tutunmaya, hizmet etmeye, kul-köle olmaya çağıranları ve onların oluşturmuş oldukları şeytani düzenleri, inanç ve yaşam şekillerini) reddedip Allah’a iman ederse, hiç şüphesi olmasın ki, o, kırılıp kopması asla mümkün olmayan sapasağlam bir kulpa/ halkaya tutunmuş olur… Evet, hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, Semi’dir : (Her şeyi hakkıyla işitmekte olandır), Alîm’dir: (Her şeyi kemaliyle bilmekte olandır)!..

256.      Allah, iman edenlerin velisi (yardımcısı, destekçisi)dir;  onları karanlıklardan kurtarıp aydınlığa çıkarır. ((Allah’ın gönderdiği bu inanç sistemine karşı)  nankörce tavır takınıp, onu bile bile reddeden/ inkâr eden/ gizleyen/yalanlayan kimselerin velileri ( destekçileri, yol gösterici akıl hocaları) ise, tağutlar( azgın ve azdırgan kiseler)dır. Bu azgın şeytanlar, onları aydınlıktan çıkartıp karanlıklara gömerler. İşte onlar, Ateş’in dostlarıdırlar; onlar orada ebedi olarak kalıcıdırlar!..

257.      ( Tağutların, kendisini aydınlıktan çıkarıp karanlıklara gömdüğü ve bu nedenden ötürü de hak ve hakikat karşısında tutulup kalan)  o kimsenin haline hiç bakmadın mı?! [ O azgın adamın yaşam öyküsünü hemen incelemeye al ve nasıl şaşırıp sapıttığını gör!..O adam,] Allah kendisine hükümranlık verdi diye şımarıp azgınlaştı ve Rabbi hakkında İbrahim’le tartışmaya kalkıştı. Hani İbrahim O’na : “ Benim Rabbim, hem diriltmekte ve hem de öldürmekte olan (Zat-ı muhterem)dır!..” demişti de, buna karşılık o : “ Ben de diriltir ve öldürürüm!..” demişti. Bunun üzerine İbrahim: “ Gerçek şu, Allah, güneşi doğudan getiriyor/ doğuruyor; haydi sen de onu batıdan getir/ doğur!..” deyince, nankörlük edip bile bile küfre saplanmış olan o kafir, tutulup kalıverdi. Evet, Allah, ( Şeytanı ve onun adamlarını dost edinen ve onların istediği tarzda düşünen/ davranan bu) zalimler güruhunu asla hidayete erdirmez!..

258.      Yahut sen, ( Allah’a ve onun dinine karşı iyi niyetlerle dolu olan ve bu nedenden ötürü de Allah’ın, kendisini karanlıklardan kurtarıp aydınlığa çıkardığı) o samimi kimsenin haline hiç bakmadın mı?! [ Bu insan tipini hemen incelemeye al ve nasıl hidayete ulaştıklarını gör!..] Vaktiyle o adam, çatları çökmüş, duvarları yıkılmış, harap olmuş ( altı üstüne gelmiş virane) bir yerleşim birimine uğramıştı. ( Kapıldığı ümitsizlik ve üzüntüden ötürü kendi kendine) şöyle dedi: “ Allah burasını, böyle ölüp harap olduktan sonra ( acaba) nasıl/ ne zaman ve nereden ihya edecektir/ canlandıracaktır?! Bunun üzerine Allah, onun canını alıp yüzyıl ölü bıraktı, sonra onu tekrar diriltip ayağa kaldırdı ve ona şöyle dedi: “ ( Söyle bakalım, bu hal üzere ne kadar kaldın?” O da: “ Bir gün ya da bir günden daha az bir süre kaldım.” Dedi. Allah: “ Hayır!” dedi, “ sen bu hal üzere tam yüz yıl kaldın!.. Ama yiyeceğine ve içeceğine bak, ( üzerinden bunca zaman geçtiği halde) henüz bozulmamış!.. Evet, bir de şu eşeğine bak; ( o çoktan kemik yığını haline gelmiş)!..  Biz bunu, seni insanlara bir ayet/ ibret vesilesi kılmak için yaptık…( Evet, şimdi) şu kemiklere bir bak; biz onları nasıl birleştirip bir araya getiriyor ve sora da onlara et giydiriyoruz!..” ( Bu durum), o adama apaçık belli olunca, “ evet” dedi, “artı çok iyi biliyorum ki, Allah, gerçekten de her şeye hakkıyla kadirdir!..

259.      Evet, onlara hatırlat ki, vaktiyle İbrahim şöyle demişti: “ Rabbim!  Bana göster ölüleri nasıl diriltiyorsun? ( Rabbi de ona): “ Yoksa sen ( ölüleri diriltmeye kadir olduğuma) inanmadın mı?” buyurmuştu. ( İbrahim): “ Elbette inandım, fakat kalbimin mutmain olması/ imanımın ilme’l- yakin derecesinden ayne’l- yakin dercesine çıkması için, ( yaratma işini somut bir şekilde görmek istiyorum.” dedi. Bunun üzerine Rabbi ona şöyle buyurdu: “ Öyleyse, dört tane kuş al/ yakala ve onları kendine iyice alıştır!.. Sonra ( onları kes, parçala; etlerini, tüylerini birbirine karıştır ve) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak!.. Daha sonra da onları kendine çağır; ( bak nasıl da hiç ölmemiş gibi sapasağlam) koşa koşa/ uça uça  sana geliyorlar!.. Evet, şunu iyi bil ki, Allah, , Azîz’dir: ( Mutlak galip, mutlak üstün, sınırsız güç ve kudret sahibi olandır.) Hakîm’dir: ( yaptığı her şeyi yerli yerinde ve dosdoğru yapan, tam hüküm ve hikmet sahibi olandır)!..

 

260.        [ İşte Allah, diriliş vakitleri geldiği zaman insanları da aynen böyle diriltecek ve yapıp-ettiklerinin karşılığını kendilerine verecektir]: Mallarını Allah yolunda infak etmekte olanların ( infak ettikleri malların) durumu,  tıpkı yedi başak bitiren ve her bir başağında yüz dâne veren bir tohum dânesi gibidir!.. Tıpkı bunun gibi, Allah, dilediği kimseye, ( yaptığı infakın karşılığı olarak hak ettiğinden) çok daha fazlasını kat kat verecektir!..Evet,Unutmayın ki, Allah, daimaVâsi’dir: ( lütuf ve rahmeti, ilim ve hikmeti, güç ve kudreti alabildiğine geniş olandır); daima Alîm’dir:( (Her şeyi hakkıyla bilmekte olandır)!..

261.      Mallarını Allah yolunda infak edip de, sonra ne başa kakma ve ne de eziyet etme suretiyle o infak ettikleri şeylerin arkasına düşmeyenler var ya, işte onların ecri/ mükâfatı, Rableri katında kendilerini beklemektedir. Evet, onlara hiçbir korku yoktur ve onlar asla mahzun da olmazlar!..

262.      [ Bakın], gönül alıcı tatlı bir söz söylemek ve kusur bağışlamak/ şefkatli ve hoşgörülü davranıp ayıp örtmek/ münasebetsizliği affetmek, arkasından eziyet gelen bir sadakadan çok daha hayırlıdır!.. Evet, unutmayınız ki, Allah, Ganî’dir: (Hiçbir kimseye ve hiçbir şeye asla ihtiyaç duymayandır; herkes ve her şey mutlak anlamda O’na muhtaçtır. Dolayısıyla O’nun sizin sadakalarınıza asla ihtiyacı yoktur. Sadaka vermeye ihtiyacı olan asıl sizlersiniz...) Halîm’dir: ( Çokça tahammül eden ve çok yumuşak/ şefkatle muamele edendir)!..

263.      Ey iman edenler! Allah’a ve ahret gününe inanmadığı halde, sırf insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimselerin yaptığı gibi, başa kakarak ve eziyet ederek sadakalarınızın mükafatını sakın boşa çıkarıp heder etmeyiniz!.. Böyle yapan kimsenin durumu, tıpkı üzerinde toz-toprak bulunan kaypak bir kayanın hali gibidir ki, ona şiddetli bir yağmur isabet etmiş ve böylece onu cascavlak bırakıvermiştir!.. Gösterişçi davrananlar ve yaptıklarını başa kakanlar, ( dünya hayatında) kazandıklarından ( âhiret hayatında) hiçbir şey elde edemezler!..Evet, unutmayınız ki, Allah, nankörler güruhunu asla hidayete erdirmez!..

264.      Allah rızasını kazanmak ve kendilerini Allah yolunda kökleştirip sağlamlaştırmak için mallarını infak edenlerin hâli, tıpkı yüksek bir yerde bulunan, yağmur aldığında kabaran ve yükselen sıcak ve nemli bir bahçe gibidir ki, ona bolca yağmur isabet etmiş ve böylece o, iki kat ürün vermiştir. Bakın, eğer ona bol yağmur isabet etmese bile, mutlaka bir çisenti/ hafif yağmur ve nem düşüverir ve böylece o, vereceği ürünü yine verir!.. Evet, unutmayınız ki, Allah, yapıp etmekte olduğunuz her bir şeyi hakkıyla görmekte olandır!..

265.      Sizden herhangi biriniz, hiç arzu eder mi ki; altından ırmaklar akan, hurma ve üzüm ağaçlarından müteşekkil, içerisinde kendisi için her çeşit mahsul bulunan (çok güzel) bir bahçesi bulunsun da, ( bütün ümitlerini ona bağladığı bir sırada) kendisine ihtiyarlık gelip çatıversin ve üstelik (kendisi böyle aciz bir haldeyken) bir de zayıf ve aciz/ bakıma muhtaç çocukları olsun; derken ( kendisinin ve o çaresiz yavrularının biricik geçim kaynağı olan) o bahçeye, içerisinde ateş bulunan bir kasırga gelip isabet ediversin ve böylece o bahçe tamamen yanıp kül olsun?! [ Evet, böyle bir şeyi sizin hiç biriniz asla istemez. İşte, Allah’a iman edip de, ardından ameline gösteriş ve başa kakma ağusu katanların durumu aynen böyledir. Onlar, amellerinin karşılığını almaya en çok muhtaç oldukları bir sırada, oluşturdukları riyakarlık ve başa kakma kasırgasının, alacakları mükafatların tümünü   yakıp kül ettiğini göreceklerdir..]  Allah, sizlere ayetleri/ ilahi göstergeleri( uymanız gereken kuralları) işte böyle iyice açıklıyor!.. Umulur ki hakkıyla düşünürsünüz/ anlarsınız!..

266.      Ey iman edenler! Kazandığınızın en güzellerinden ve sizin için topraktan çıkardığımız şeylerin bir kısmını ( Allah rızası için ihtiyaç sahiplerine) infak ediniz; ama sakın ha, size verildiğinde ancak göz yumarak/ istemeyerek alabileceğiniz ( adi, değersiz ve kötü) şeyleri infak etmeğe yeltenmeyiniz!.. Evet, unutmayınız ki, Allah, Ganî’dir: (Hiçbir kimseye ve hiçbir şeye asla ihtiyaç duymayandır; herkes ve her şey mutlak anlamda O’na muhtaçtır. Dolayısıyla O’nun sizin sadakalarınıza asla ihtiyacı yoktur. Sadaka vermeye ihtiyacı olan asıl sizlersiniz...) Hamîd’dir: (Her türlü övgüye hakkıyla layıktır)!..

267.        Şeytan sizi fakirlik ( ve cimrilik) ile korkutur ve size çirkin işler yapmanızı ( riyakar olmanızı, kaba davranmanızı, insanlara eziyet vermenizi) emreder; Allah ise, size kendi katından engin bir bağış ve büyük bir lütuf vaad etmektedir!.. Evet,Unutmayın ki, Allah, daimaVâsi’dir: ( lütuf ve rahmeti, ilim ve hikmeti, güç ve kudreti alabildiğine geniş olandır); daima Alîm’dir:( (Her şeyi hakkıyla bilmekte olandır)!..

268.      Allah hikmeti ( yani hayatı gerçek boyutlarıyla anlayıp kavramayı ve buna uygun olarak doğru davranış sergileme kabiliyet ve yeteneğini sağlayacak gerçek ilim ve anlayışı) dilediği kimseye verir!.. Evet, her kime hikmet verilmişse, hiç şüphe yok ki ona çok büyük bir hayır ( servet ve saltanat) verilmiştir!..Ancak, (Hikmetin en büyük servet ve saltanat olduğunu) temiz ve has akıl sahiplerinden başkası asla düşünüp anlayamaz!..

269.      [ İster Allah için olsun, ister riyakarlık ve başa kakmak için olsun], sizler her neyi (hangi maksatla) infak ederseniz edin yahut her neyi ( hangi maksatla) adakta bulunursanız bulunun, şunu kesin olarak bilin ki, Allah, onu mutlaka bilmektedir!..( Ona göre sizlere karşılık verecektir.) Unutmayınız ki, zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur!.. ( Öyleyse, sakın cimrilik ve riyakârlık etmeyiniz.)

270.      Eğer sadakalarınızı,- riyakârlık, başa kakma ve eziyet etmeme şartıyla- açıktan/ alenen verirseniz, o ne güzeldir; ama eğer onları gizler ve ihtiyaç sahiplerine ( gizlice) verirseniz, bu sizin için çok daha hayırlıdır. ( Bakın, eğer sadakalarınızı gizli gizli verirseniz bu,) sizin günahlarınızın/ kötü duygularınızın bir kısmını örter!.. Evet, asla unutmayınız ki, Allah, yapıp-etmekte olduğunuz her şeyden daima hakkıyla haberdar olandır!..

271.      [ Hangi din mensubu olursa olsun, ihtiyaç sahiplerine yardım elini uzat.  İman etmediler diye insanlara yardım etmezlik yapma. Çünkü], senin görevin, ( her ne pahasına olursa olsun) insanları (bilfiil)  hidayete erdirmek değildir!.. [ Sen ancak Allah’ın ayetlerini tebliğ etmekle yükümlüsün.] Ancak Allah dilediğini/ layık gördüğünü hidayete erdirir!.. Siz, ( Allah rızasını kazanmak için) hayır namına her ne infak ederseniz edin, (biliniz ki bu), sadece kendiniz içindir. Zaten siz, sadece Allah rızasını kazanmak için infak edersiniz!.. Evet, unutmayınız ki,   infak ettiğiniz her ne hayır varsa, o, sizlere tastamam geri ödenecektir!.. Evet. sizlere asla haksızlık yapılmaz!...

272.      ( Sadakalar, özellikle ve öncelikle) kendilerini  ( ilim, hizmet ve cihad için) Allah yoluna hasretmiş/ adamış ( ve bu yüzden de) yeryüzünde ( rızık temini için) gezip dolaşmaya ( ve çalışıp çabalamaya) güç yetirememiş olan ihtiyaç sahiplerine ( verilmeli) dir. [ Onlar, izzet ve iffetlerini korumaya çok düşkün oldukları, nezih bir edep ve hayâ sahibi olmaya gayret ettikleri için, dilenmeye asla tenezzül etmezler. Bu hallerinden dolayı) cahiller, onları zengin zannederler. Oysa sen, onları simalarından/ alâmetlerinden tanırsın… Onlar yüzsüzlük edip de insanlardan bir şey dilenmezler!.. Evet, siz, hayır namına her ne infak ederseniz edin, hiç şüpheniz olmasın ki, Allah, onu daima hakkıyla bilmekte olandır!..

273.      Mallarını gece-gündüz, gizli-açık ( yani her zaman ve her halde) Allah yolunda infak eden kimseler var ya, işte onların ecri/ mükâfatı, Rableri katında kendilerini beklemektedir. Evet, onlara hiçbir korku yoktur ve onlar asla mahzun da olmazlar!..

274.      [ Mallarını Allah yolunda infak etmeyi terk edip de insanları açlığa mahkum eden ve sonra da verdikleri borçlarla onları kendilerine muhtaç hale getiren ve böylece insanların kanını emen, yani] faiz yiyenler var ya, onlar, ancak kendisini şeytanın çarpmış olduğu kimsenin ( cinnet nöbetinden) kalktığı gibi kalkarlar/ dengesiz ve düzensiz davranırlar!..[ Onlar, ayağa kalkmak istedikleri her seferinde sar’a nöbetine tutulup titreyen ve daima dengesi bozulup yere yığılan kimsenin durumunda oldukları için, bir türlü doğru şekilde düşünemezler/ yürüyemezler/ davranamazlar.]  Bu dengesizlik, onların : “ Alış-veriş de tıpkı faiz gibidir.” Demeleri ( ve faizli muamele yapıp insanları sömürmeye devam etmeleri) sebebiyledir… Oysa, Allah, alışverişi helal, faizi ise haram kılmıştır!..[ Çünkü alışveriş ancak ihtiyaçtan ötürü yapılır. Faiz ise, ihtiyaç içinde bulunan insanın ihtiyacını mutlak olarak sömürmektir; ihtiyaç değil zulümdür.]  Artık her kime, ( faizin haram olduğuna dair) Rabbinden bir öğüt gelir de, o, bu öğüdü dinler ve ( faizcilikten) vazgeçerse, geçmişte olan şey kendisine aittir… Evet, onun işi ( kıyamet gününde sorumluluğunun kaldırılmasına dair hüküm) Allah’a havale edilir. Fakat, her kim de tekrar (faizciliğe) dönerse, [ artık o, cehennemi bolar]!..  işte onlar,  Ateş’in dostlarıdırlar; orada ebedi olarak kalıcıdırlar!..

275.      Allah faizi ( faizli muamelelerle elde edilen kazancı) mahveder; sadakaları ( sadakalandırılarak temizlenmiş olan kazançları) ise, kat kat artırır/ bereketlendirir/ sevabını kat kat verir!..Evet, unutmayınız ki, Allah, ( haramı helal tanımakta ısrar eden ve böylece insanların kanını emmeye devam eden tefeci faizci) nankörlerin ve günah işlemekten çekinmeyen günahkarlardan hiçbirini  asla sevmez!..

276.      Evet, hiç şüpheniz olmasın ki iman edenle, imanlarına yaraşır şekilde Salih ameller işleyenler, namazlarını büyük bir istek ve iştiyakla kılınması gerektiği şekilde edâ edenler ve zekatlarını hakkıyla verenler var ya, , işte onların ecri/ mükâfatı, Rableri katında kendilerini beklemektedir. Evet, onlara hiçbir korku yoktur ve onlar asla mahzun da olmazlar!..

277.      Ey iman edenler!  ( Emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmak suretiyle) Allah’tan korkup korunun ve faizden ( faiz düzeninden) kalan tüm ilişkileri ve kazançları bırakın/ terk edin!.. Eğer gerçekten müminler iseniz ( mutlaka böyle yapın)!..

278.      ( Bakın,) eğer böyle yapmazsanız, ( o zaman şunu iyi bililin ki,) Allah ve peygamberi tarafından ( size karşı örtülü) bir savaşın başlatılmasına izin verdiniz ( demektir)!.. Eğer faizcilikten vazgeçip tövbe ederseniz, ana paranız sizindir. Ne haksızlık yapın ne de haksızlığa uğrayın!.. [ Evet, zulmeden de zulme rıza gösteren de suçludur…]

279.      ( Bakın), eğer borçlu olan kişi zor durumda ise, genişleyinceye/ borcunu ödeyecek durumuma gelinceye kadar ona mühlet vermeniz gerekir!.. Bununla beraber (alacağınızın tamamını Allah rızası için) sadaka olarak bağışlamanız sizin için çok daha hayırlıdır!.. Eğer ( bu fedakârlığın manevi karşılığının büyüklüğünü) bilirseniz, ( mutlaka böyle davranırsınız…)

280.      Evet, Öyle bir günden korkup korunun ki, o günde hepiniz Allah’a döndürüleceksiniz/ O’nun huzuruna çıkartılacaksınız; sonra da herkese, ( kötü- iyi)  kazandığı her bir şeyin karşılığı tastamam ödenecektir!.. Evet, hiç kimseye asla haksızlık edilmez!..

281.      Ey iman edenler! Belirlenmiş bir vakte kadar ( her ne şekilde olursa olsun, içinde borç bulunan) bir muamele ile birbirinize borçlandığınız zaman, onu ( hukuki bağlayıcılığı olacak bir şekilde) hemen yazınız!.. Aranızda ( güvenilir) bir yazıcı onu adaletle ( ne fazla ne noksan, tam olması gerektiği şekilde dosdoğru ve anlaşılır bir biçimde) yazsın!.. Hiçbir yazıcı, Allah’ın kendisine öğrettiği gibi (adil bir biçimde) yazmaktan kaçınmasın, (onu mutlaka dosdoğru ve anlaşılır biçimde) yazıversin!.. Sadece borç veren kişi değil, üzerinde hak bulunan (borçlu olan) da yazdırsın ve ( emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle) Rabbi olan Allah’tan korkup korunsun ve borcundan hiçbir şey eksik bırakmasın (ne zaman ve ne kadar vereceğini tastamam yazdırsın)!.. Eğer üzerinde hak bulunan (borçlu olan) kimse bir beyinsiz (görüşü zayıf olan bir kıt akıllı) veya zayıf (düşkün, çocuk, çaresiz) veya onu yazdırmaya bizzat güç yetiremeyen (dilsiz, hasta) bir kimse ise, bu durumda velisi onu adil (dosdoğru)bir şekilde yazdırsın!.. evet, bu işlemler yapılırken ( şahadet etmeye ehil olan, doğruluğuna güvendiğiniz aklı başında) erkeklerinizden iki kişiyi de ( bu borçlanma ve yazma işine ) şahit tutun!.. Eğer (bu evsafta) şahit tutacak iki erkek bulunmazsa, (o zaman) razı olacağınız( şahitliğini kabul edeceğiniz) şahitlerden bir erkek ve iki kadın (şahit) olsun ki, kadınlardan biri unutur ve yanılırsa, diğeri ona hatırlatsın!.. [ Çünkü kadınların bu konudaki bilgileri erkeklere göre daha sınırlı, tecrübeleri de daha azdır.] Evet, şahitler de ( şahadet etmeye) çağrıldıkları zaman, (sakın şahadeti üstlenmekten ve şahadet etmekten) kaçınmasınlar!.. Küçük olsun, büyük olsun, onu (borçlanmadan doğan bütün hakları ve yükümlülükleri, borcun cinsini ve türünü) vadesine varıncaya kadar yazmaktan asla üşenmeyin!.. Böyle yapmanız, Allah katında daha adaletli daha sağlam ve şüpheye düşmemeniz için de en uygun yöntemdir.  Ancak o (muamele) aranızda cereyan eden peşin bir ticaret (alış veriş )ise, onu yazmamanızda size herhangi bir günah (vebal, mahzur) yoktur. Ancak( ihtiyatlı olması için peşin) alışverişlerinizde de şahit tutun!.. (Evet) ne yazana ne de şahitlik edene asla zarar verilmesin!.. Eğer onlara zarar verecek bir iş yaparsanız, hiç şüpheniz olmasın ki, bu, sizin için tam bir fısk (yoldan çıkma) olur!.. Evet,  Allaha karşı takvalı davranın!.. Allah size (neyi nasıl yapmanız gerektiğini) öğretiyor/ sizi eğitiyor!..[ Artık işlerinizi Allah’ın öğrettiği şekilde yapınız.]  Ve şunu iyice bilin ki, Allah, her şeyi hakkıyla bilmekte olandır!..

282.      Ve eğer bir seferde ( yolculuk ve ona benzer bir imkansızlık durumunda) olur da ve yazıcı da bulamazsanız, o taktirde  ( borca karşılık) rehin alınacak mallar yeterlidir!.. [ Onunla alacağını belgelendirir.]  Eğer birbirinize güvenmiş( ve rehin almaya gerek görmemişseniz), artık kendisine güvenilen adam (borçlu olan kimse) emanetini( borcunu) ödesin (güvene layık olduğunu göstersin) ve (emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmak suretiyle) Rabbi olan Allah’tan korkup korunsun!..  Evet, şahitliği( bildiklerinizi) asla gizlemeyin!.. Evet, her kim şahitliği ( bildiklerini) gizlerse, gerçekten de o, kalbi günah (dolu olan birisidir)!.. Evet, (unutmayın ki) Allah, yapıp etmekte olduğunuz her şeyi hakkıyla bilmekte olandır!..

283.      ( Bakın), göklerde her ne varsa, yerde her ne varsa(hepsi) Allah’ındır!.. ( Bunun için O’ndan hiçbir şeyi asla saklayamazsınız!..) Siz, içinizdeki (o bozuk ve art niyetli düşünceleri) açıklasanız da gizleseniz de, Allah ondan dolayı sizi (mutlaka) hesaba çeker ve ardından da dileği kimseye mağrifet buyurur ve dilediği kimseye de (hak ettiği için) azab ettirir!..  Evet, (unutmayın ki), Allah, her şeye hakkıyla kadirdir!..[ Kudreti her şeyi yapmaya yetecek kadar büyüktür.]

 

Not: Ayet-i Kerimenin bağlamı alış-veriş ve şahitlik olsa da, genel bir anlam içerdiği ve her türlü art niyeti, kötü ve bozuk düşünceleri kapsamakta olduğu görülmektedir. Burada şunu söylemekte fayda olduğunu düşünmekteyiz: Şahitliği gizleyen ya da gerçeğe muğayır (ters) şahitlikte bulunan kimsenin içinde gizli bir niyet vardır. Bunun yanında bazı tüccar ve müşterilerin de, bazı art gizli düşünceleri ve hatta art niyetleri olabilir. Örneğin, önce güven sağlayıp sonra aldatmak gibi…  Şüphesiz Allah Teala yazmayı, şahit tutmayı, rehin almayı ve güven esaslarını emir buyurarak malların korunmasını ve toplumsal huzurun sağlanmasını garanti altına almayı murad etmiştir. Bütün bunlara rağmen bazı art niyetli insanlar da çıkabilir ve yanlış yapabilir.   İster alış-verişte, ister şahitlik yapma konusunda ve isterse de hayatın diğer tüm alanlarında bilinçli olarak yapılan tüm yanlışların hesabını Yüce Allah soracaktır… İşte, bu tür yanlışlar yapan kişi, içinde sakladığı o gizli düşüncesini/ art niyetini ister açıklasın, ister açıklamasın,  Allah, onun hesabını kendisine mutlaka soracaktır.

 

284.      (Bütün âlemlere rahmet olarak gönderilen ve kendinden önceki peygamberler tarafından müjdelenmiş olan şu son) peygamber, Rabbinden kendisine indirilmiş olan her bir şeye (tam anlamıyla kat’i bir bilgi ve tam bir itminan ile) iman etmiştir!.. (Ona tabi olan gerçek) müminler de (aynı şekilde iman etmişlerdir)!.. (Mükemmel bir akıl nimeti ile ödüllendirilmiş olan bu iman toplumunun) her bir (ferdi);  Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine (kesin olarak) iman etmişlerdir!.. (Onların hepsi de her zaman ve her yerde şöyle demişlerdir/ inanıp tavır takınmışlardır:) “ Bizler,  Allah’ın peygamberinden hiçbirinin arasını, diğerlerinden asla ayırmayız, (Hepsine aynı şekilde iman ederiz)!.. Ve (yine)  onların hepsi her zaman ve her yerde şöyle demişlerdir/ inanıp tavır takınmışlardır : ”Bizler, (Rabbimizin sözünü  can-u gönülden) dinledik (anladık, kabul ettik ve hayatımıza aktarmaya gayret ettik).  Evet, (bizler, hiç itirazsız, Rabbimizin emirlerine gönülden) itaat ettik (boyun eğdik)!.. (Bütün içtenliğimize rağmen şayet kusur ettiysek) mağfiretini (bağışlamanı, hoşgörünü) dileriz, Rabbimiz!..  Evet, herkesin dönüp- dolaşıp huzuruna varacağı( başka değil), sadece ve sadece sensin!..

285.      Allah hiç kimseyi gücünün yetmeyeceği bir şetle mükellef/ sorumlu tutmaz: Herkesin kazandığı ( iyilik) ancak kendisinedir; Ve yine herkesin kazandığı ( kötülük de) ancak kendisinedir!..Ey Rabbimiz! ( Kulluğumuzu icra etmeye çalışırken) eğer unutur veya hata edersek, bizi sorumlu tutup cezalandırma!.. Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yükler yükleme!.. Ey Rabbimiz! Bize, gücümüzün yetmeyeceği şeyleri/ altından kalkamayacağımız yükleri taşıtma!.. Bizi affet, bizi bağışla ve bize merhamet eyle!.. Sen bizim mevlamızsın/ güvendiğimiz yegane efendimizsin; şu kâfirler güruhuna karşı bizlere acil yardım eyle( onlara karsı bizi başarılı ve muzaffer eyle)!.. [ Amîn = Duamızı kabul buyur Rabbimiz…]

 

 

Not: Suremiz, ilk beş ayetinde tanıttığı o gerçek müminleri (muttakileri), bu son iki ayetinde de karşımıza çıkartmak suretiyle muazzam bir sunum örneği sergilemiştir. Bakara suresinde başlanılan o harika yolculuk; duygu, düşünce, inanç ve amel notasında ulaşılan bu büyük iman durağında bitmiş oldu. Ben kendi adıma söylüyorum: Yaklaşık olarak on sekiz yıl süren bu yolculuğun bu kadar zevkli olacağını gerçekten de hiç tahmin etmemiştim. Teşekkürler Rabbim..  Şimdi yeni bir büyük yolculuk için hazırlığa başlıyoruz!.. Yarın, Allah’ın izniyle  Âl-İ  İMRAN kapısından yepyeni ve bambaşka bir yolculuğa çıkacağız… Ey Rabbimiz! Kolaylaştır, zorlaştırma; yardımını ve rahmetini bizden esirgeme…

 

Son

 

arrow1b.gif (1866 bytes)

.