3. Sünnetin
Bağlayıcılığı Sünnetin bir bütün ve kavram olarak
bağlayıcılığı kesindir. Peygamber'e uymayı, verdiği hükme razı olmayı, onun
hükmü karşısında mü'minlere seçim hakkı tanınmadığını belirleyen ayetler,
sünnetin müslümanların hayatındaki etkin ve bağlayıcı rolünü ortaya
koymaktadır.
Ancak Hz. Peygamber'in
değişik vasıflarla ortaya koyduğu sünnetin bağlayıcılık derecesinin ve
çerçevesinin aynı olmadığı da bir gerçektir. Hz. Peygamber;
Risalet (peygamberlik),
İfta (müftilik)
Kaza (hakimlik)
İmamet (devlet başkanlığı) vasıflarından biri ile tasarrufta bulunur.
Risalet yani peygamberlik
vasfıyla ortaya koyduğu sünnet, genelde ayetleri özelliklerine göre açıklama
(tefsir), belli bir şarta bağlama (takyid), muayyen fertlere özel kılma (tahsis),
helal ve haramı açıklama, akaid ve ahkamı beyan etme maksadını taşır. Bu çeşit
sünnet, ilahî ahkamın bir beyan ve tefsiri demek olduğu için, hükmü kıyamete kadar
devam edecek olan bir teşrî anlamındadır. Zira Hz. Peygamber bu tebliğ ve beyan
tasarrufunda bir tebliğci ve nakilci durumundadır. Allah katından kendisine bildirilen
gerçekleri nakil ve beyan etmektedir. Hz. Peygamber'in bu sıfatla ortaya koyduğu
tasarruftan bütün ümmeti bağlayıcıdır.
İfta, Allah Teala'nın
hükmünü delillerden çıkararak dini soruları cevaplandırmak, ahkamı Allah adına
haber vermek, tebliğ ve izah etmek demektir. Hz. Peygamber bu tasarrufunda delillere
bağlıdır. Bu yolla ortaya koydukları da ümmeti bağlayıcıdır.
Kaza, iki veya daha fazla
kişi arasında cereyan eden anlaşmazlıklarda, sebep ve delillerin meydana getirdiği
kanaate göre, haklıyı haksızı belirlemek (adalet tevzii) maksadıyla verdiği
hükümlerdir. Peygamber burada yeni bir hüküm ortaya koymaktadır (münşî'dir.)
Hz. Peygamber, kendisine getirilen davalar konusunda genel durumu ortaya koymak üzere
şöyle buyurmuştur:
"Davanızı bana
getiriyorsunuz, ben ancak bir beşerim. (Kimin haklı olduğu konusunda) bana bir vahiy
gelmiş değildir. Vahiy gelmeyen konularda ben ancak re'yimle hükmediyorum. Olur ki
biriniz, diğerine nisbetle delilini daha tesirli anlatır, daha iyi ortaya koyar, ben de
onu haklı zannederek lehine hükmederim. Her kime kardeşine ait bir hakkı hükmeder,
verirsem, sakın onu almasın. Ben ona bir ateş parçası vermiş olurum".9
Hz. Peygamber'in kaza
tasarrufu olarak ortaya koyduğu sünnet, sadece davacı ve davalıyı bağlar. Ancak
hüküm verirken takip ettiği usul, dikkate aldığı esaslar, kaza ve hukuk usülünde
bize örnek oluşturur.
İmamet (devlet
başkanlığı) tasarrufu, ilk üç vasfı ve tasarrufundan farklı ve onlara ilave bir
selahiyet ve tasarruftur. Bunda bir yaptırım gücü söz konusudur. Öte yandan
peygamberliğin devlet başkanlığını gerektirmediği de ortadadır. Çünkü bazı
peygamberlere hükümdarlık verilmemiş, bazılarına ise verilmiştir. Hem hükümdar
hem de peygamber olan Efendimiz'in bu iki vasfıyla ortaya koyduğu tasarruflar
birbirinden farklıdır.
Hz. Peygamber'in devlet
başkanı sıfatıyla yaptıkları hem diğer devlet başkanlarını bağlamaz hem de
zamanın devlet başkanı izin vermedikçe, benzeri haklar mü'minler tarafından re'sen
elde edilemez. Ganimetlerin paylaştırılması, devlete ait mal varlığının uygun bir
şekilde kullanılması ve sarfı, cezaların infazı, orduların teşkili ve sevki,
toprak, maden, su gibi kaynakların özel şahıs veya kuruluşlarca işletilmesi gibi
hususlar bu tür tasarruflardır. Başkan veya temsilcisi hüküm ve izin vermedikçe,
bunların alınması, yapılması, icra ve infaz edilmesi caiz değildir. Bu konulara ait
tasarrufları, sonra gelen başkan değiştirebilir. Mesela Hz. Osman isyancıların
üzerine asker sevketmezken Hz. Ali sevketmiştir.
Hz. Peygamber'in
tasarrufları konusunda en önemli husus, onun tasarrufunun hangi vasfının gereği ve
sonucu olduğunu tesbit edebilmektir. Alimler, bu noktadaki farklı tesbitleri
dolayısıyla bir çok konuda değişik sonuçlara varmışlardır. Mesela Hz. Peygamber
"Bir yeri isteyerek kullanılır hale getiren ona malik olur" 10 buyurmuştur. Hz. Peygamber'in bu hadîs-i şerifi ifta ve tebliğ
sıfatıyla ortaya koyduğu kabul edilirse, bir başkasının mülkiyetinde olmayan
toprağı işleyip kullanılır hale getiren kişi, oraya sahip olabilecektir. Nitekim
İmam Şafiî, bu hadisi fetva ve tebliğ tasarrufuna bağlamış, "Çünkü
Resülullah'ın asıl işi ve sıfatı budur, aksine delil bulunmadıkça hadisleri buna
göre yorumlamak gerekir" demiştir. Böyle olunca da bu hakkı kullanmak hiç
kimsenin iznine tabi olmaz. Herhangi bir kişi toprağı ıslah ederek kendiliğinden ona
sahip olabilir.
Hz. Peygamber bu hadisi,
devlet başkanı sıfatıyla söylemişse, bu hüküm diğer başkanları bağlamaz, onlar
kendi çağ ve ülkelerinde kamu yararını gözeterek devlete ait topraklar üzerinde
tasarrufta bulunurlar ve toprak imarının mülkiyet sebebi olması, sürekli olarak
devletin iznine bağlı bulunur. Ebü Hanîfe bu görüştedir. Çünkü toprak üzerinde
onu birine bağışlamak (ikta) vb. şekillerde tasarruf hakkı ve görevi devlet
başkanına aittir.
İmam Malik, bu konuda
şehir ve mücavir alan topraklarını birbirinden ayırmış, şehir topraklarını
devlet başkanlığı sıfatıyla ilgili görmüştür. Çünkü buralarda oturan
insanların huzur ve menfaatlarını korumak devlet başkanının sorumluluğu
altındadır.11
Bu misalde de
görüldüğü gibi Hz. Peygamber'in ortaya koyduğu tasarrufların, onun hangi vasfına
ait olduğunu tesbit etmek fevkalade önem arzetmektedir. Zira sünnetin bağlayıcılık
çerçevesini ortaya koyabilmek, bu noktanın doğru olarak tesbitiyle alakalı
bulunmaktadır.
Sünnetin
bağlayıcılığı, tartışmasız bir gerçektir. Cereyan ettiği konuya ve dayandığı
vasfa göre kapsam ve fıkhî hüküm açısından (vacip, mendup, müstehab gibi)
farklılık göstermesi onun temel niteliğini (bağlayıcılığını) ortadan
kaldırmaz, aksine uygulama alanı ve kıymet hükmünün açıkça belirlenmesi anlamına
gelir.
9 Ahmed îbni Hanbel, Müsned, VI, 307, 320; Buharî,
Ahkam 20
10 Buharî, Hars 15
11 Konuya ait geniş bilgi için bk. Karafi,
İhkam, s. 86-109; İbn Aşür, Makasidu'ş-şeri'a, s. 27-40 |