71. Mümin
erkeklerle mümin kadinlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiligi emreder, kötülükten
alikorlar, namazi dosdogru kilarlar, zekâti verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler.
Iste onlara Allah rahmet edecektir. Süphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir.
NIDA: Kur-ani Kerim ontolojik olarak kadini nasil tanimlar ve kadina nasil bir
toplumsal rol biçer? Peygamber efendimiz (s) bunu nasil anladi ve yorumladi. Bu anlayis
asri saadette nasil temayüz etti?
M. ISLAMOGLU: Bu güzel soru için öncelikle tesekkür ederim. Kuran-i
Kerimin kadini nasil tanimladiginin anlamini bulmak için önce filolojiden yola
çikmak gerekir. Nihayetinde Kuran düsüncesinin temellerini bize dil
aktarmaktadir. Dil vasitasiyla biz Kuranin varlik hakkindaki görüsünü
ögreniyoruz. Ontolojiden önce filolojiye yönelirsek Kuranda kadin için
kullanilan sözcüklerden basinda nisa sözcügünün geldigini görürüz.
Genelde çogul için kullanilir ve mücerret/yalin halde her hangi bir yas kategorisine
dikkat çekmeksizin nisa kelimesi sadece cins olarak kadini isaret eder. Nisa
kelimesinin kök harfleri n-s-e üç harftir. Arap dilinde bir sözcügün
anlam alanini, etimolojik anlamini, kök anlamini, dahasi o sözcügün Arap dilinde ya da
Kuran düsüncesinde hangi merkezi kavramlarla birlikte anildigini bulmak için o
sözcügü olusturan harflerin kombinasyonlarinin anlamlarina bakilir. Mesela, üç harfin
kombinasyonu alti kelime eder. Dolayisiyla insan kelimesinin kökü olan ins
ile nisa kelimesinin kökü olan n-s-e ayni anlam alanina ve
kategorisine girer. Öncelikle biz Kuranin varlik tasavvuru hakkinda su
kanaate varabiliriz; Kuran, insana verdigi ismi kadina da verir. Yani, kadini
dogrudan insan olarak isimlendirir. Öncelikle bunu tespit etmem lazim ki, filolojik olan
bu kaideden yola çikarak Kuranin ontolojik okuyusunu verebileyim. Ontolojik
olarak, yani varolussal açidan kadina erkekten ayri bir anlam yüklememektedir. Daha
dogrusu Kuran düsüncesinde cinsiyetin çok özel bir vurgusu yoktur. Onun içindir
ki Kuranda bir çok emir cinsiyet ayirimi yapilmaksizin taglip
yani galibiyet kuralinca gelir. Zaten cemi müzekker sayilan, yani eril-çogul
sayilan tüm kelimeler ayni zamanda dil itibari ile disil çogulu da içerdigi için
galibiyet kurali geregince kelime her ne kadar eril gelse de, o kelimenin emri veya nehyi,
muhataplari kadin olsun erkek olsun tüm inananlardir: Ya eyyuhellezine amenuda
oldugu gibi. Hiçbir dilci, hiçbir müfessir çikip da ellezine amenudaki
ellezine ilgi zamiri erildir, disil degildir. Amenu fiili disil
degildir erildir gerekçesiyle Bu cümleyle baslayan ayetler kadinlari
ilgilendirmez! dememistir, diyemez. Böyle bir anlayis da gülünç olur gerçekten.
O nedenle anliyoruz ki Kuranin düsüncesinde insana bakis cinsiyet merkezli
degil, insana bakis insaniyet merkezlidir. Hatta Kuran düsüncesinin temelinde
yatan Arap düsüncesinin en merkezi kavrami muruettir. Türkçeye
mürüvvet diye geçmis bu merkezi kavram. Kurana yataklik eden
Arap dilinin tasidigi felsefenin, Arap düsünce dünyasinin ve hayat tasavvurunun da
merkezi bir kavramidir. Muruet, ayni zamanda hem kisi, fert, insan manasina
hem de -buraya dikkat- kadin manasina gelen mere
kelimesiyle de ayni köke aittir ve mere kelimesi disildir.
Isin ilginç olani da budur. Hatta Kuranda geçen nefis kelimesi de manevi
müennes olarak kabul edilir. Kuranda insanin yaratilisina deginen ayetlere
baktigimizda, nefse, ilk yaratilisa atif yapan zamirler eril degil disil zamir olarak
gelir. Inna halaknakum min nefsin vahidetin ve ceala minha zevceha ordaki
ha zamiri nefse gider. Yani ilk yaratilan sey özü itibariyle eger
zamirlerden, kelimelerden yola çikacak olursak eril degil disil oldugunu çikarmamiz
lazimdir. Iste Kuranin da yapmak istedigi budur. Yani Geçin bu erkeklik
disiligi, aslolan bu degil demektedir. Bizi bu eril, disil zamirler ve kelimeler arasinda
dolastirip durmasinin sebebi budur. Bunlara çok fazla önem atfetmeyin. Insani
insan yapan degerler erkeklik ya da disiligi degildir dercesine Kuran bir onu
bir onu alir ve kafamizi döndürür. O sebeple Kuranin ontolojik olarak
cinsiyete bakisi diye bir bakisi yoktur. Kuranin insiyete/insaniyete bakisi
vardir, cinsiyete degil. Özet olarak böyle söyleyebiliriz, Kuranin bakisi
insidir, cinsi degil. Iste bu çerçeveden yola çikarsak, Peygamberimiz de Kuranin
bakis açisi gibi bakti olaya, ki onun ahlaki da zaten Kurandi. Onun disinda
bir sey de düsünülemezdi. Öyle bakildigi içindir ki Rasulullah (s) gerçekten de
cinsiyet açisindan o çagda devrim denilebilecek müthis bir anlayis getirdi. Bu noktada
çaginin öyle ilerisinde bir cinsiyet bakisi vardir ki, bir çok örnek aklima geliyor
da, bir tek örnek vereyim: Rasulullaha Fatma Binti Kays isminde bir kadin geldi.
Tokat yedigi kocasini sikayet etti. Rasulullah, ona aynen söyle dedi: Git
ayni siddette bir tokat da sen ona vur. Böyle bir seyi bu gün dahi hiçbir yerde
kabul ettirmeniz mümkün degildir. Tabi Ne oldu sonuçta? diyecek olursaniz
ayet indi ve Rasulullahin bu hükmünü geçersiz kildi. Rasulullah da, ki
gerçekten geçersiz kilinan hükmü ile bize aslinda olaya nasil baktigini göstermis
oluyordu. Yani ben bununla Rasulullahin bu konuda verdigi hükmü iletmek
istemiyorum. Zaten onu ayet geçersiz kilmisti. Ama asil bu konuda Rasulullahin
içinde olusmus bakis açisini göstermek istiyorum. Rasulullah da olaya böyle bakti.
Sorunuzun son kismina gelince, Asr-i Saadette Rasulullahin bakisi hakim oldu.
Rasulullah vefat edinceye kadar en azindan Rasulullahin bu bakisi devam etti.
Sahabeye de bu bakisi asilamaya çalisti; kolay degildi, kadinin insan bile sayilmadigi
bir arka plandan, bir kültürden kadini alip insan sinifinin içinde erkek ile yan yana
koymak, öyle kolay bir sey degildi. Rasulullah bunun için çok mücadele verdi, vermesi
gerekiyordu. Gerek davranisiyla gerek söz ve tavri ile bu konuda örneklik teskil etti ve
Asr-i Saadette de önceleri hep ezilen kadini korudu, kolladi. Ama ondan sonrasi için
ayni seyi söylemek hayli güç. Ondan sonrasi ile ondan öncesi arasinda köklü
bir fark var miydi? denilecek olursa buna cevabi ben degil Abdullah b. Ömer versin:
Rasulullah vefat edinceye kadar kadinlara dokunmazdik. diyor. Çünkü
ne zaman onlarin aleyhine bir sey yapmissak aleyhimize ayet geldi. Ama ne zaman Rasulullah
vefat etti, ondan sonra istedigimizi yaptik. Iste gelenek ile Saadet Asr-i
arasindaki kadina bakis açisi arasindaki o korkunç fark buradan kaynaklandi.
NIDA: Ahzap
suresinin elli dokuzuncu ayetinin devaminda, ... onlarin taninmalari için en
uygun olan budur. ibaresi ile alti çizilen kadin kimliginin hicab yönü hem
paganist-müsrik toplumlarda ve hem de modern toplumlarda ilkin tacize ugrayan olmaktadir.
Buna açiklik getirebilir misiniz?
M. ISLAMOGLU: Aslinda hicab sorunun anahtar kavrami. Hicabi bas
örtüsüne indirgemek yanlis bir kere. Bizde böyle bir sey var. Hatta hicabi bas
degil beden örtüsüne indirgemek Kur-anin yaklasimina kiyasla yanlis bir
yaklasimdir. Çünkü Kuran takva örtüsünü ön plana çikariyor. Takva
örtüsü Kurana aittir, bana degil. Yani, bedenin tesettürü takva
örtüsünden, yüregin ve zihnin tesettüründen ayri degerlendirmemelidir. Kuranin
öncelikle böyle bir bütüncül bakis açisi oldugunu görmekteyiz. Bedenin
tesettürünü, zihnin ve kalbin tesettüründen ayri düsündügümüz zaman Kuranin
bütüncül bakis açisini parçalamis oluruz. Bu ayette geçen li yurafne
taninmalari için, bu tek kelime, Arap dilinde, kendi içinde tamamlanmis bir
cümledir. Bu taninmalari için bir gerekçedir. Yani niçin örtünsünler? Bu emri
niçin verdin Ya Rabbi? diyene bir cevaptir. Sadece bu cevap degil tabii, iki cevap
var; iffetli olarak kalmalari ve taninmalari için. Ama asil vurgu yapilmasi gereken
kavram, bu taninmak kavramidir, li yurafne. Bu kavramin kök
kelimesi arafedir. Arafe anlam alani ile düsündügümüzde
maruf, arif, tarif, marifet kavramlari karsimiza çikar. Bu hem bir bilince
tekabül eder, hem de bir kimlige tekabül eder. Dolayisiyla buradaki taninmak siradan bir
görünce ayrimsamak, fark etmek degildir. Burada alime de
kullanilabilirdi. Buradaki taninmak, çok daha derin ve kendi baglami içerisinde siradan
basit bir ayrimsama, ayirdetmeden öte bir kimlik, bir kisilik, bir bilinç bir sahsiyet
vurgusudur. Dolayisiyla bu ayet ve tesettürle ilgili diger ayetlerdeki örtünme emrinin
temelini kadinin kisiligini seffaflastirmak için bedenini örtmek teskil eder. Kadinin
kisiligini seffaflastirmak için taninmak anlami sikistirilmis (zipli) bir ifadedir ki
zaten Kuranin dili sikistirilmis bir dildir. Icaz buna denir. Kuranin
icazini çözdügümüzde dogal ve zorunlu biçimde o sikistirilmis ifadenin bize daha
farkli bir kelime grubu ile yansimasi sarttir. Yani aradaki bosluklari doldurmamiz
gerekir. Onun için li yurafne ibaresini açarak anlamaya çalisirsak,
bu tamamen kisiligini seffaflastirmak için bedenini örtmek anlamina gelir. Kisiligini
öne çikarmak kisiligini bedeninden öne çikarmaktir. Bu, tarihte kadina yapilmis en
büyük ikramdir. Insanlarin önüne çikaracak bir kisiligi olmayanlar insanlarin
önlerine et ve cinsellikleriyle çikarlar. Insanlarin önüne çikaracak bir erdemi, bir
kimligi, bir kisiligi bulunmayan bir kadin ille de farkedilmek istiyorsa, insanlara disiligini
gösterecektir: kisiligi yerine disiligini. Yani tesettürü emreden Kuranin
kadina verdigi açik mesaj sudur: disiliginizle kendinizi görünür kilmak yerine
kisiliginizle / sahsiyetinizle erkek egemen dünyada hak ettiginiz saygin yeri alin. Onun
için tesettür, kadinin insan kimligini teninin önüne koymak demektir. Tesettür emri,
ancak bu yaklasimla dogru anlasilabilir. Tesettüre karsi çikanlar bilerek veya
bilmeyerek kadini kimliksiz ve kisiliksiz yapmak isteyenler, onun teninden haksiz kazanç
saglamak isteyen, onu metalastiran, onu hep edilgen ve zevkine hitap eden bir nesne olarak
görmek isteyenlerdir. Neden böyle isterler? Dikkat ederseniz kadini kimliksiz ve
kisiliksiz görmek isteyenlerin hemen hemen tamamina yakini nefsine kul olmus erkeklerdir.
Neden? Çünkü kimliksiz bir kadinin bedenini, estetigini daha çabuk istismar
edebilirler, örseleyebilirler, ondan yararlanabilirler de onun için. O sebeple kadinin
örtüsüne yönelik her düsmanlik bilinsin ya da bilinmesin farkinda olunsun ya da
olunmasin aslinda kadinin bedenini istismara açmak isteginden baska bir sey degildir.
NIDA: Gelenegin tesekkül sürecinde vahiy ve sünnetin
kadina tanidigi özgürlük alani daraltilmis ve kadin toplumsal dönüsüm
sorumlulugundan soyutlanmis. Böyle bir zihniyet nasil-neden tevarüs etti?
M.ISLAMOGLU: Biraz önce kirilma noktasini söyledim. Yani o kirilma noktasi kesin ve keskin
bir kirilmadir. O öylesi yavas yavas olusan bir kirilma degildir. Aslinda kirilma
Rasulullahin baslattigi inkilab sürecine yöneliktir. Bence Rasulullahin
tutumu, cahiliyyenin kadini kölelestiren tavrina karsi bir mücadeleydi. O gün bir çok
gelenek kadini insan saymiyor, hor görmekle kalmayip, kadinin ruhu olup olmadigi
tartisiyordu. Yunan geleneginde, Roma geleneginde kadin attan daha asagi degerde
görülmüs. Bakin Aristonun Poetika adli eserine; orada kadinin kategorik olarak
insanligi tartisilir. Yani kadinin kölelerle bir tutulup tutulamayacagi
tartisilir. Aristo gibi insan-tabiat iliskisini mantik adiyla bir
düsünce sistemine dönüstürmüs bir düsünür dahi, daha kadinin insaniyeti konusunda
oturmus bir fikre sahip degil. Dolayisiyla Peygamberimizin yaptigi aslinda bir kirilma
idi. Insana insanligini bahsetmek, insani özgürlügüne döndürmek için tüm
peygamberler de bunu yapmistir. Araf Suresinde de ifade edildigi gibi tüm
Peygamberler, insanin zincirlerini kirmak, tasmalarini kirmak için, ondan alinan
özgürlügünü ona geri vermek için gönderilir. O sebeple Peygamberimizle
baslayan bu olumlu kirilma, gelenekle yeniden olumsuz anlamda kirilarak Nebi öncesine
eklemlenmistir. Peygamberimizin vefatindan sonra, kadina geleneksel bakis açisi yine
geriye dönmüstür. Bu noktada gelenek kadina ikincil bir rol biçmistir. Tabi
cahiliyedeki gibi degil. Çünkü Islamda kadina artik geri dönülmesi mümkün
olmayan bir takim haklar verilmistir. Bu haklar Kuranla verilmis, sünnetle
verilmis, onlardan geri dönülmesi mümkün degil. Ama gelenek bu haklari
kadüklestirmis, yani islevsizlestirmistir. Yani Kuranla ve
sünnetle verilen tüm haklar, bir yerde uygulamalarla geri alinmistir. Rasulullahin
baslattigi devrim tamamlanacagi yerde, sekteye ugratilmistir. Kadinin toplumsal konumu
gibi çok temel bir konuda bir iki kusagin ömrü içerisinde kalici zihinsel
dönüsümleri gerçeklestirmek mümkün degildir. Bu kusaklar boyunca ayni yol izlenerek,
ayni bakis açisi takip edilerek, ayni formatlar korunarak, ayni istikamet açisi takip
edilerek gerçeklestirilecek hedeflerdir. Onun için Kur-anin sosyal hedefleri Kuranin
inis süreci ile sinirli degildir. Kuranin gerçeklestirmek istedigi sosyal
hedefler parantezi açilmis fakat kapatilmamis bir cümle gibi önü açik birakilmis ve
ümmete, o çizgide yürüyerek istikbalde gerçeklestirmeleri için bir istikamet açisi
verilen uzun erimli hedeflerdir. Kadin konusunda 23 yillik nübüvvet döneminde ortaya
konulan uygulamalar zaman içerisinde olgunlastirilsin, tekamül ettirilsin diye konulan
bir istikamet açisidir. Yani ham meyveyi koparmislar dalindan. Rasulullahin
vefatiyla birlikte daha ham halinde bu istikamet açisi orda kesilmistir. Yani sünnetin
kadin konusunda önü kesilmistir. Rasulullah, kadini mescide davet ederken, israrla
mescide sokmaya çalisirken israrla toplumsal konumunu üstlenmeye davet ederken,
cehaletin giderilmesi için israrla bilgilenmeye davet ederken, vefatindan sonra kadin
mescidden, bilgiden, hikmetten, kitaptan, kalemden koparilmistir. Mescidden kopmak kentin
kalbinden kopmaktir. Yani bu bir yerde hayattan kopmaktir. O nedenle Rasulullahtan
sonra kadin, Kuranin dokudugu degil gelenegin dokudugu bir varliktir. Bu
baglamda kadinin rolü daima ikincil bir rol olmustur. Yani hayat sahnesinde basrol
oynamasi gerekirken figüran rolü oynamistir. Oysa ki Kurana baktigimizda
esler için zevc (çogulu ezvac) kelimesini kullanir. Zevc
kelimesi hem erkek hem kadin es için kullanilir. Zaten es demektir. Çok ilginç zevc
kelimesinin etimolojik manasina baktigimizda Kuran düsüncesinde kadina verilen
yeri de anlariz. Zevc kelimesinin lügattaki karsiligi, Arap dilindeki karsiligi zevcun-naleyn
örnek cümlesi ile gösterilir: bir çift ayakkabinin esi demektir. Bir çift
ayakkabi düsünün; hangisi hangisinin yerini tutar? Hangisi öbürüne diyebilir ki
Ben sandan üstünüm ya da Sen benden degersizsin! Veya siz,
bunlarin ikisi de ayni gerekçesiyle sag esi sola, sol esi saga giyerseniz olur mu? Hem
ayakkabiya em ayaga zulmetmis olursunuz: açik ve anlasilir bir sey: birbirinin yerini
tutmayan ve doldurmayan, kisi birbirini tamamlayan esler... Sirf Kuranda esler
için kullanilan ezvac sözcügü dahi tek basina çok sey söylemektedir.
Buna göre kadinin erkege, erkegin kadina karsi konumunu birincil ve ikincil biçimde
degil, sorumluluk ve hak paylasimi anlaminda esitlik yan yana bir çift biçimde
konmustur. Yani bu oran esitligi degildir. Bu sorumluluk ve hak paylasimi esitligidir. Ne
kadar hak o kadar sorumluluk, ne kadar sorumluluk o kadar hak. Onun için velehunne
mislullezi aleyhinne bil-maruf: erkeklerin kadinlar üzerinde ne kadar hakki
varsa kadinlarin da erkekler üzerinde o kadar hakki var. Ayetin hemen arkasindan
gelen erkeklerin kadinlar üzerinde bir derece daha fazla hakki vardir ibaresi
ise ayetin konusu olan bosanma ile ilgilidir. Bosanan erkek tekrar evlenecekse bu
bosanmada geri dönüsü mümkün bir talaksa öncelik hakkinin (rüçhan hakki) eski
esine ait olmasiyla bir alakasi oldugundandir. Ona bir atiftir. Yoksa mücerret erkekligin
bir derece üstünlügü falan degildir.
NIDA: Son yüzyilda meydana gelen Islami hareket ve
olusumlarda kadinin konumu-rolü ne idi? Bu hareket ve olusumlarin kadina bakis açisi
gelenege ve modernizme nazaran nasil bir degisiklik-farklilik arz etti? Bu baglamda
Türkiye, Pakistan, Iran, Sudan ve diger ulus- devletlerdeki degisim ve gelisimin seyri
nasil oldu, kadinlar kendilerini ne kadar gerçeklestirebildi. Bir resmi kadin
modeli söz konusu oldu mu?
M.ISLAMOGLU: Kadinin konumu toplumdan topluma degisti. Islami hareket ve olusum derken her
ülkenin, her bölgenin Islami çikislari, o ülkenin geleneginden besleniyordu. Çünkü
o ülkenin insanlari o hareketi besleyen insan malzemesi idi. Insan malzemesi ayni zamanda
o hareketi belirleyen ögedir. Dolayisiyla o ülkenin gelenegi, birikimi, aliskanliklari
ve kadina bakis açisi hareketin bakis açisi haline dönüstü. Yani bu noktada Türkiye
ve Pakistan ayni olmadi, Türkiyede kadin bir parça öne çikti. Pakistanda
kadin hiç ortaya çikmadi. Iranda kadin hep öne çikti. Bu da bu ülkelerin
içinden geçtikleri özel tarihlerinden, tercihlerinden ve geçmiste yasadiklari bir
takim tarihsel süreçlerden kaynaklandi. Mesela Iran, güçlü Pers kürtürünün mirasi
ve Sii gelenegine bagli olmasinin yaninda bir de Sahin kültür devrimi
adi altindaki despotizmine muhatap oldu. Hind Altkitasinin dominant ögeleri ise
daha farkli. Onun için Iranli müslüman kadinla Pakistanli müslüman kadini ayni kefede
degerlendiremeyiz. Mesela Türkiye ile Iran arasinda benzerlikler görüyoruz: Özellikle
Basbakan Musaddikin millici çikisindan sonra iplerin tümünü Sahin
eline verip Irandaki imtiyazinin devamini diktatörlükte gören Bati, Sahi
reformlara yönlendirdi. Sah, Iranli kadini modernlestirmek için tüm
gücünü seferber etti. Türkiyede 1923 devriminin ardindan dikkat ederseniz
modernlesmeyi omuzlayacak kesimlerin birincisi gençler olarak, ikincisi de kadinlar
olarak belirlendi. Ama Pakistanin böyle bir arkapilani olmadigi için kadinlar öne
çikmadi. Dahasi var: Pakistanda hareketin lokomotifi Sünni ulemanin kadina bakis
açisi, kadinin Pakistan hareketindeki asil yerini belirledi. Ayni zamanda Irandaki
ulemanin kadina bakis açisi da Irandaki kadinin konumunu belirledi. Türkiyede
ise böyle bir bakis açisi yoktu. Çünkü böyle bir gelenek yoktu, gelenek devrimlerle
beraber koparildi ve yok edildi. Gelenegi kalmayan Türkiyedeki Islami çevreler,
aslinda gelenekten kopusun bir saskinligini yasadilar. Onun için Türkiyede
müslüman kadin hiçbir yerde olmadigi kadar savruldu. Bu savrulma yani gelenek ile
gelecek, dogu ile bati, Müslüman Dogu ile Modern Bati arasinda adeta sikisti kaldi. Bu
noktada Türkiyedeki kadinin drami diger Islam topraklarindaki kadinlardan çok daha
farkli oldu. Sudan bunlardan ayri bir örneklik teskil etmez. Bu söylediklerime Sudan da
girer. Yani kadin kendini gerçeklestiremedi. Bir kere olay cinsiyet baglaminda ortaya
konuldugunda kadinin kendisini gerçeklestirmesi mümkün olamaz. Böylesi kategorik bir
yaklasim temelinde sakat bir yaklasimdir. Aslinda bütün bu ülkelerde müslüman kadinin
yönelisini Islami endiselerden daha çok Batinin ilkeleri belirledi. Bunun nedeni, etki
ya da tepki, tez ya da antitez olsun, fark etmez. Özellikle Türkiyedeki müslüman
kadinin durumu Islami ilkelerden çok Batidan etkiledigini gösteriyor. Bu, karsiymis gibi
durusuna ragmen bir paradokstu. Yani hem ona karsi hem de ondan etkileniyor.
NIDA: Bu nasil oluyor?
M.ISLAMOGLU: Bu Bati Modernizminin getirdigi bir paradokstur. Sadece kadin için degil
erkek için de geçerlidir. Ama kadin daha çok etkilendi. Neden böyle oldu? Bir kere
çikis noktasi karsi oldugunu söyledigi uygarliga ait bir çikis noktasi. Cinsiyetten
yola çikarak varacagimiz hiçbir Islami menzil olamaz. Çünkü böyle bir kategori
yoktur. Kuran düsüncesine yabancidir. Kadin veya erkegi merkeze alan kategorik
ayrimlar, indirgemeci bir mantigin ürünüdür. Indirgemecilik Kurana degil
batiya aittir. Kartezyen felsefe ayni zamanda indirgemecidir. Kategorilerine ayirir, sonra
elementlerine indirger. Onun için bakiniz sadece kadin ve erkegi ayirmakla kalmaz, en
küçük parçasini buluncaya kadar indirgemeye devam eder ve parçalar arasindaki
iliskiyi sürekli koparir. Zaman içinde bir insanin bütün bir ömrü bir irmaga benzer.
Çocukluk, gençlik, olgunluk ihtiyarlik dönemlerinin tümüyle, hayat akan bir irmaga
benzer. Akan bir irmagi hiçbir tarafindan kesemezsiniz. Keserseniz irmak olmaktan çikar.
Indirgemeci bati sadece erkek ve kadini ayirmadi. Bir takim cinsiyet merkezli ideolojiler
ortaya koydu. Iste size feminizm. Menizm çikmadi. Ama feminizm çikti. Feminizmin
patroniçesi, kraliçesi olan Simone de Beauvoir Sartrein metresiydi. O da çok
garip bir paradoks, yani feminizmin prematüre dogumuna dikkat çekmek istiyorum.
Indirgemeci bir mantikla önce kadin erkek, sonra dikeyine indirgedi. Insanin hayatini
böldü. Gençlik dedi kesti, olgunluk dedi kesti, yaslilik dedi kesti. Zihinde baslayan
bu kesilme hayata bulasti ve devam etti. Gençlere ayri mekanlar, olgunlara ayri mekanlar,
yaslilara ayri mekanlar. Oysaki bir ailede büyük baba, baba, erkek çocuk, büyük anne,
anne, kiz çocuk bu bir irmakti. Anne ve baba merkezi teskil ederler. Maziyi büyük anne
ve büyük baba, istikbali ise torun/çocuk teskil ederdi. Onun için anne ve baba bir
ailede istikbali maziye, maziyi istikbale baglayan bir köprü islevi görürler, bu
yikildi. Yikilinca aslinda insan yikildi. Bu ise dikeyine indirgemeydi. Neden 1923
devriminden sonra hep gençlere vurgu yapildi. Hep gençlere hitap edildi. Hep gençlere
emanet edildi bazi seyler. Olgunlara emanet edilseydi daha iyi olmaz miydi. Niye gençler?
Bunun üzerinde bence çok durmak lazim. Türkiyede olsun, kadinin özgür kimlik
sergilemek görüntüsü verdigi baska islam topraklarinda olsun, bir paradoksla
karsilastik. Heyelanlar isimli siirlerimin birine ait bir dize var: Onlara
karsi onlarin yollarinda yürüdük. Iste tam da bu onlara karsi onlarin yolunda
yürümektir. O sebeple müslüman kadinin su andaki çikisi biraz da modern bir
çikistir, yani islami bir çikis degildir. Müslüman kadin sorunu kadin ya da erkek
sorunu olarak ortaya koyup, öyle algiladigi anda sirazeyi elden kaçirmis olur. Sorununu
insani sorun olarak koydugu anda dogru yerde tutmus olur. Aslinda bu günün sorunu sadece
kadin sorunu degil, erkek sorunu da var. Kadin sorununu gündeme getirenler aslinda kadina
Kandirali muamelesi yapmiyorlar mi? Bu kadina yapilmis pesin bir hakaret degil
mi? Kadin sorunu bu sözün kendisi bile kadina bir hakaret degil midir?
Kadin, bir sorun haline geliyor. Siz bir seyin ontolojik olarak varligini sorun gibi
algiliyorsunuz. O zaman erkek sorunu da var. Erkek sorunundan niye kimse söz
etmiyor. Bunu ilk kez fark edenin kadinlarin olmasi gerekirken, özellikle kadin sorunu
diye tutturan kadinlarin olmasi bana çok acayip geliyor. Ben bunu biraz mazosizmle
açikliyorum. Kendisine iskence edilmesinden zevk almak gibi bir sey. Bu kendi kendisine
hakarettir. O sebeple kadin sorunu ya da erkek sorunu degildir. Sorun insan sorunudur. Kuran
böyle ortaya koyuyor. Insan sorunu olarak ortaya koydugunuzda ondan sonra
söyleyeceklerimiz Islami çerçevede dinlenebilir. Yoksa kadin sorunu diye baslarsa,
meseleyi Kuranin koydugu fitri koordinatlardan çikarmis, suni koordinatlara
kaydirmissinizdir. Ondan sonra söyleyeceginiz seylerin çok fazla tutarli olmasi da bir
anlam ifade etmiyor.
NIDA: 1980 sonrasi liberal kültür rüzgari ile
örtüye indirgenen bir bilinç kaymasi yasandi. Müslüman kadinin bu döngüdeki
kimligin görünüsü nasil bir tutum aldi, uyum, çatisma veya asma
baglaminda nasil degerlendirirsiniz?
M.ISLAMOGLU: Ben yazdigim makalelerde asmayi teklif etmistim.
Tesettürün örtüye indirgenmesi sorunu, kadina indirgemesinin bir devami olan bir
yanlis. Yani, yanlistan yanlis çikiyor. Sorun kadin sorunu diye algilanirsa kadin tesettüre,
tesettür/hicab basörtüsüne indirgenmis olur. Oysa Kuran böyle bir
indirgemeyi engelliyor. Bir takva örtüsü vardir, daha hayirli bir örtü vardir. Takva
örtüsünün daha hayirli oldugunu söyleyen Kurandir. Dolayisiyla hem daha
hayirli olan örtüyü verip beden örtüsü alan bir kadinin Kuranin istedigi
insan tipini olusturacagini sanmiyorum. Bu çerçevede öncelikle kadin, sadece batidan
ödünç aldigi bir tasavvurla kimlik olusturmaya kalkmak gibi bir yanlisi yapti. Bunun
yanindan islami tasavvurun ne oldugunu da bilemedi. Temel sorun buydu. Müslüman
tasavvurunda insan nedir? Islamin hayat tasavvurunda varlik nedir? Islamin hayat
tasavvurunda kadin-erkegin yeri ve konumu dikkate alinmadi. Bunu bilemeyince haliyle
indirgemeler geldi arkadan. Bu mantikla Islamin siyasallastirilmasi neyse müslüman
kadin kimliginin esarplastirilmasi da odur. Müslüman kadinin kimligi bu kadar basit bir
kimlik degildir. Basörtüsü Müslüman kadinin kimligini olusturan en dis çerçevedir.
Bunun içinin doldurulmasi gerekir. Bunun için de öncelikle islamdan kaynaklanan fitri
bir hayat tasavvurunu içsellestirmek gerekiyor. Müslüman kadinin böyle bir hayat
tasavvuru yoksa bunu nasil farketsin? Allahin gör dedigi yerden bakmayan ise böyle
bir hayat tasavvuruna nasil kavussun? Problem de buradan kaynaklaniyor. Ve bu sadece
kadinin degil müslüman ve müslüman olmayan herkesin sorunudur. Kimin gör dedigi
yerden bakiyorsunuz? Hayat tasavvurunuz nedir? Ben asmayi önermistim. Yani ne teslim
olarak, ne de terkederek; ne açarak ne de kaçarak, ama asarak demistim. Bu teslim
olmaktir. Zaten ondan sonra vereceginiz bir mücadele var mi bilemiyorum. Fakat bu noktada
teslim olmamak, mümkünse teslim olmadan mücadele, mümkünse o mücadeleyi o yerde
yapmak lazim. Bu noktada ben herhangi bir fetva verecek degilim. Ben ise sirf o noktadan
bakiyor da degilim. Hatta isin sirf basörtüsüne indirgenip açmak mi açmamak mi
noktasinda ele alinmasini da dogru bulmuyorum. Is çok basitlestirilmis oluyor.
NIDA: Yeni bir toplum insasi, yeni bir bilinç insasi,
müslüman aile, mümine kadin argümanlari yeniden nasil bir okumaya tabi
tutulmalidir?
M.ISLAMOGLU: Yeni bir toplum insasi sart. Yeni bir toplumun insa edilmesi için yeni bir
bilincin insa edilmesi sart. Yeni bir toplumun insasi için öncelikle yeni bir insan
insasi sarttir. Insan insasi deyince gözümüz korkmasin. Insan fabrikasi mi kuracagiz?
Evet, bu o kadar da imkansiz bir sey degil. Yeni bir insan insasi hiç kuskunuz olmasin ki
yeni bir bilinç insasi demektir. Çünkü insan bilinci ile insa edilir. Dolayisiyla yeni
bir bilinç insasi sarttir. Yeni bir bilinç insasinin muhatabi sadece yatayina cinse
indirgenmis kadin ya da erkek, ya da dikeyine kategorilere ayrilmis çocuk, genç, olgun
ya da ihtiyar degil, eti ve kani, yüregi ve zihni, maddesi ve manasi ile insandir. Onun
için de yeni bir bilinç insasina girismek lazim. Yeni bir bilinç insasi kesinlikle bu
bilincin insa edildigi bir mektep, bir okul ister. Bu okulun adi ailedir. Bu okulun adi
cennetin dünyadaki subesi olmus evlerdir. Bu evlerin hurileri kadinlar, gilmanlari
çocuklar, melekleri içindeki insanlar olacaktir ve bu evler eger cennetin dünyadaki
subesi olmazsa, yakiti insanlar ve taslar olan cehennemin dünyadaki subeleri
olacak. Bu Kuranin ifadesidir. Cennetin dünyadaki subesi olan aileyi
olusturdugumuz anda, yeni bir kimlik, yeni bir bilinç, yeni bir insan insasi
kendiliginden gerçeklesir. Iste kadin ailenin temel diregidir. Nasil namaz dinin diregi
ise aile denince kadin akla gelir. Kadinin olmadigi bir yerde insan yoktur. Insan nesli de
kadindan devam eder. Peygamberimizin vurgulamasiyla, üç defa kadin, bir defa erkektir.
Yeni bir insan insasinda nasil ki merkezi rolü aile oynuyorsa, ailenin
insasinda da merkezi rolü kadin oynar. O halde artik müslüman kadin umarim
kendisine is aramayacaktir. Çünkü onun isi basindan askin. Bence müslüman kadin
öncelikle kimligi ile barissin, kendisi ile barissin, disiligi ile barissin, kendisinden
memnun hale gelsin. Kadin olarak dünyaya gelmis olmaktan dolayi kapris, kompleks ve
asagilik duygularina girmesin. Her sey bununla baslar. Eger kadin yaratilmis olmaktan
dolayi komplekse kapilmayacak kadar kendisiyle barisiksa, o zaman görecektir ki kendi
varligi aslinda yeni bir dünyanin varliginin garantisi olacaktir. Yeni bir dünyayi insa
etmenin garantisi olacaktir. Onun için, Kadina ne rol düsüyor, kadina rol
düsüyor mu? sorularini abes olarak görürüm. Kadina rol düsmeyecekse kime
düsecek? derim. Anne ise, baba ise, çocuk krese: simdi ortada aile kaldi mi?
Sefkate ve sevgiye en çok muhtaç oldugu yillarini annesiz babasiz geçiren bir çocukla
siz hangi gelecegi insa edeceksiniz? Onun için müslüman kadinin çalisip
çalisamayacagini kendilerine dert edinenler, kendilerine is arasinlar. Müslüman kadin
sorumluluk bilinciyle hareket ederse, insanligin en soylu isi onun uhdesindedir.
Kaynak: Nida
dergisi
@ Ekrem Yolcu |